Mağdur olmak ile demokrat olmayı birbirinden ayırmamız gerekiyor.
Mağdur, yani sistemin dışına itilip hakkı gasp edilmiş insanların hak, adalet, eşitlik, özgürlük arayışı ile demokrasi talebi aynı şey değil.
Mağdurken demokrasiden, özgürlüklerden, eşitlikten bahsetmek, bunları talep etmek bizi demokrat yapmıyor.
Demokratlık her zaman, her ortamda, her şartta başkasının da hakkını, hukukunu, eşitliğini, özgürlüğünü savunmayı gerektirir.
Hakkı gasp edilenin, dışlananın, yani mağdurun hak talebi elbette meşru bir talep. Fakat demokratik anlayış barındırmayan siyasi mücadele, iktidarı kapma, devleti ele geçirme mücadelesine dönüşüyor.
Devleti, iktidarı ele geçiren kendi hakkını, özgürlüğünü elde etmiş olduğu için başkasına uygulanan haksızlıkları görmezden geliyor.
Veya birileri, iktidarda olmasalar da, ötekine yapılan eziyete karşı durmayı aklından geçirmiyor.
Herkes kendi hakkını arıyor.
Başkasının da hakkını, özgürlüğünü, eşitliğini isteyenler genelde azınlıkta.
Halbuki demokratlık, tam da burada başlar. Ötekine yapılan haksızlığa itiraz etmekle başlar. İyiliği, emniyeti, huzuru herkes için, tüm insanlar, tüm yurttaşlar için istemekle başlar.
Sonuçta mağdurken verdikleri mücadeleden dolayı demokrat görünen insanların iktidara geldiklerinde anti demokratik tutumlarına şahit oluyoruz.
Bu durum toplumda büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor.
Demokrasi taleplerine şüpheyle yaklaşmasına sebep oluyor.
Demokrasi kötü niyetlere ‘araç’ ediliyor. Demokrasiye güvene gölge düşüyor.
Başkasının hakkını, eşitliğini, özgürlüğünü savunmayan bir anlayış bizi kısırdöngüye mahkum ediyor.
Mesela geçmişte AK Partililer yani dindar kesim kapı kapı dolaşıp insanlara bir şey anlattı. “Eşitlik istiyoruz, adalet istiyoruz, demokrasi istiyoruz, dışlanmak istemiyoruz. Biz bunun mücadelesini veriyoruz” dediler.
Toplumu ikna ettiler. Sonra da iktidar oldular.
Şimdi başkalarına uygulanan haksızlıklara sessiz kalıyorlar. Görmezden geliyorlar.
Amaçlarının demokrasi değil, sadece kendi haklarını elde etmek olduğu çıktı ortaya.
Onca baskı, haksızlık, eşitsizlik bir tarafa, ortada devasa bir KHK mağdurları sorunu var.
On binlerce insan işinden oldu. Açlığa mahkum edildi.
İşten atmakla kalmayıp bu insanların pasaportlarını iptal ettiler ki yurt dışına çıkmasınlar. Ne burada iş bulmalarına müsaade ediyorlar, ne de yurt dışına gidip hayatını sürdürmelerine izin veriyorlar.
İşte bu açlığa mahkum edilmiş akademisyenlerden Nuriye Gülmen ve Semih Özakça “Siz bizi açlığa mahkum ettiniz. Peki o halde sizin istediğinizi yapıp dünyanın gözü önünde öleceğiz” diyerek Ankara’da açlık grevine başladı.
Fakat geçmişte kapı kapı dolaşıp hak talebinde bulunan insanlar, başkalarının yaşadığı bu korkunç adaletsizliklere karşı adeta taş kesilmiş.
İnsanlık, vicdan, hak, hukuk, adalet hepsi bu ülkede yok olmuş gibi, büyük bir duyarsızlıkla, gözlerimizin önünde ölüme giden bu iki insanın ideolojik farklılıklarına vurgu yapıyorlar.
Yani demokratik kültürden uzak hak mücadelelerinin yarattığı büyük bir kısırdöngü var.
Demokratik anlayış barındırmayan, yani bütün yurttaşlar için hak ve özgürlük, adalet talebi barındırmayan mağduriyet mücadelelerinden günün sonunda zalimlik çıkıyor.
Daha acayibi en büyük zalimler en mağdurlardan çıkıyor.
Bu kısır döngüyü kırmak için, kendi mağduriyetini giderme mücadelesi veren ile gerçek demokrasi mücadelesi vereni ayırmamız gerekiyor.
Referandumda ‘Hayır’ diyenler için de benzer bir sorunla karşı karşıyayız.
Referandumda demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet için ‘Hayır’ dediğimizi ileri sürdük.
Fakat ‘Hayır’ diyen siyasi aktörlerin demokratlığı konusunda ciddi soru işaretleri var.
Başkasının hakkını, eşitliğini, özgürlüğünü savunmadan, başkasına yapılan adaletsizliklere itiraz etmeden demokrasi mücadelesi olmaz, olmuyor.
Geçmiş ve günümüz iktidarının düştüğü açmaza düşmemek için hepimizin kendimizi gözden geçirmemiz gerekiyor.
Ben neyim ve ne istiyorum? Neyi amaçlıyorum? Demokrasiyi kim için istiyorum? Demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ne anlıyorum? Adalet derken neyi kastediyorum?
Bütün bu sorulara hepimiz kendi iç dünyamızda cevaplar vermek ve kendimizi gözden geçirmek zorundayız.
Kendinize şu soruyu sorun: “Ben, kendi mahallemden, ideolojimden, yanımdan, yöremden olmayan kişilerin dertlerine duyarlı mıyım? Onların uğradığı baskıya, eziyete, hakarete itiraz ediyor muyum?”
Cevap ‘Hayır’sa, durum vahim.
Şunu da sorun: “Ben yalnızca kendi sorunlarımı öne çıkarıyor, kendi görüşlerimi başkalarına kabul ettirmeye mi çalışıyorum?”
Cevap ‘Evet’se, durum yine vahim.
Mesele çok basit aslında.
Çözüm de basit: Bir hak talebinde bulunurken bu talebi başkalarını da kuşatan demokrasi talebine dönüştürmemiz gerekiyor.
Kendine demokrat olmak diye bir şey yok. Artık bunu anlamak zorundayız.
Aksi halde yarının zalimlerini kendi ellerimizle büyütmüş olacağız.
Filed Under: Agora
Tüm yazılar: Levent Gültekin