Kutlamaların olduğu caddede tıkalı trafik . Kornaya basıyorlar. Yol açılmıyor ki. Sen ne yapasın. Birileri senden çözüm bekler ama senin imkanların onlardan farklı değildir.
Uçak sesi çıkaran bir motor kimseyi beklemeden gitti.
Dondurma yerken tropik papağan sevgimi sınamak istiyorum. Ah hayat hani her şey daha iyi olacaktı. Bahşiş kutularında biriken paranın çokluğu ile kıyaslanır mı aç insanların önündeki mendile atılmış kuruşlar. Bahşiş sana yapılan hizmete verilir. Oysa mendile attığın para seni o durumda olmadığına şükür ettirdiği için verdiğindir.
İnsan bize hislerimi anlayamıyorum. Kendimizden ne kadar nefret etmeliyiz acaba?
Sen haklıydın. Bahçemizden dışarı sarkan asma yapraklarını toplayan kadınları görmezden gelmeliydik. Çünkü sınır çekmiş olmak dışardakiler benim değil demekti.
Ben de haklıydım. Bu bencillik değildi. Bakıp büyüttüğüm emek verdiğim pek çok ilişkinin mutluluğu başka sofralarda, acıları bizde yeniyordu.
Anlatamadığım bir coşku uyandıran o kokular var ya. Barut ve cehennem korkusu bir yandan. Özüne bakarsan aynı hammaddeler. Herkeste. Her yerde. Ama mesela bir meyve tabağını öyle süslüyorlar ki ve en kızgın güneşte sana öyle bir sunuyorlar ki. İşte bunun için köle oluyorsun.
Hafta sonlarının dışında elinde kalan bişey yok. Sonra tekrar ayağında çorap olmayan çocukları görüyorsun. İğrenilecek bir huzur duydun.
Ne kızgın kumları ne buzlu meyveyi aratmayacak mutluluklar olduğunu unutturdular bize.
Çok yorgunuz ne yapsak dinleniriz derken daha da yorulduk. Aslında o çok mutlu şeyler asla reklamlardakiler değil. Kişiye özel o. Sen bulmalısın. Tilki kabından su içmeye ikna edilen leylekleriz. Mümkün mü mutlu olmak?
100 sene sonra ismin hiç geçmeyecek. İşte huzur bu olsa gerek. Rakamları özellikle yazan bir arkadaşım vardı. Hep üstünü çizdiler ama o vazgeçmedi. Çünkü müdahaleler yazıya dahil olmalarını sağlar sanıyordu. Oysa yazdıkların kimsenin umurunda değildir.
1000 adet satılan dergilere ayda 3000 kişiden yazı yollarmış okur. Çünkü hayat böyledir.
Herkes kendi yazdığını ve bildiğini okur.