Bugün Köy Enstitülerinin kuruluşunun 80’inci yılıdır.
Köy Enstitüleri, köy öğretmen ve eğitmenleri eliyle köylerde yaşayan gençlerimizi, öğretmen-sağlık-tarım görevlisi ve meslek sahibi kişiler olarak yetiştirmek, cehaleti önlemek amacıyla kurulan eğitim kurumlarıdır.
Türkiye’de zorunlu ilköğretim uygulaması ilk kez 2. Mahmut’un 1824 yılındaki fermanıyla başladı. İlk öğretmen okulu ise “Dârulmuallimin-i Rüşdü” adıyla 16 Mart 1848’de açıldı. İlkokul öğretmeni yetiştirmek için de 1868’de “Dârulmuallimin-i Sıbyan” açılmıştı.
Cumhuriyet, Osmanlı’dan tüm ülkede 2345 İlkokul ve 3061 öğretmen devraldı. 1933-1934 öğretim yılında, kentlerdeki çocuklarımızın %75’i okula gidebiliyorken, köylerdeki çocuklarımızın %20’si okuldan yararlanıyordu.
Atatürk’ün talimatıyla, 1936 yılında “Köy Eğitmeni Projesi” başlatıldı. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan idi.
17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu TBMM’de kabul edildi.
1943 yılında yani kurulduktan 3 yıl sonra, 2. Milli Eğitim Şura’sında Köy Enstitüleri aleyhine yaygın bir kulis faaliyeti yapıldı. Gerekçe olarak da “Köy Enstitüleri” iptidailiğe (ilkelliğe) dönüş ve Komünizm uygulaması yapılan yerler olarak gösterildi! (Bakınız; 2. Milli Eğitim Şura kayıtları) Gerçek neden ise köy halkının uyanmasını, meslek sahibi olmasını istemeyen büyük toprak sahibi milletvekillerinin “toprak reformu” kanununu engellemek istemeleriydi.
1946 yılında, Köy Enstitülerinin mimarları, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitüleri Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alındı. Bu kararın altında, Milli Eğitim Bakanı olarak (Köy Enstitülerine karşı olan) Refik Şemsettin Sirer, Başbakan olarak Recep Peker, Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü’nün imzaları vardı! En büyük darbe böyle vuruldu!
1947 yılında çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı kanunlarla, Öğretmene toprak verilmesi güçleştirildi. Öğretmenlere ücretsiz olarak dağıtılan kitaplar-tarım aletleri-hayvanlar ve malzemeler geri alındı. Öğretmen yeni Türk köyünün yapıcısı değil, sadece okuma yazma öğreten bir memur haline getirildi.
1947 ve 1948 ders yıllarında kabul edilen 5012 ve 5210 sayılı kanunlar ile, köylünün kendi köyüne “Okul Yapma” zorunluluğu kaldırıldı.
1947-1948 ders yılında Köy Enstitülerinin beyni sayılan ve öğretmen yetiştiren “YÜKSEK KÖY ENSTİTÜLERİ” kapatıldı…
29.04.1947 yılında kabul edilen bir yönetmelik ile, öğrencilerin okul yönetimine etkin olarak katılımları kaldırıldı.
09.05.1947 tarihli genelge ile, KIZ VE ERKEK ÖĞRENCİLER birbirinden ayrıldı.
20.05 1947 tarihli genelge ile DÜNYA KLASİKLERİNDEN yapılmış çeviriler toplattırılıp, yakıldı!
1948 yılında öğretim programı değiştirildi, iş eğitimi kaldırılarak Köy Enstitüleri klasik okullara dönüştürüldü.
Bu tarihe kadar alınan tüm kanun-yönetmelik-kararlar, CHP’nin tek parti döneminde ve Milli Şef İnönü’nün izni ve oluruyla alınmıştır.
1954 yılında, anlayış olarak Köy Enstitülerine karşı olan DP tarafından, gerçek işlevlerinden uzaklaştırılmış olan Köy Enstitüleri, öğretmen okullarına dönüştürülerek maalesef kapatıldı!
Bu anlattıklarım, tarihleri-kanunları-yönetmelikleri-kararlarıyla birer tarihi gerçektir. Amacım gençlerimize gerçekleri aktarmaktır. Birilerini suçlamak değildir. Ben, Köy Enstitülerinin yararına inanmış biriyim. Bugün dahi Köy Enstitüleri projesinin modernize edilip, günümüz teknolojisi ile donatılıp, tekrar hizmete açılması düşüncesindeyim. Nitekim, Çoban Ateşi Hareketinin partileşme çalışmalarından olan “Parti Programında” Köy Enstitülerinin çağdaşlaştırılıp güçlendirilerek yeniden yaşama geçirileceği açıkça yazılmıştır.
Tarihi olayları değerlendirirken, o zamanın şartlarına, Türkiye’nin durumuna, emperyalist devletlerin Türkiye ile ilgili hesaplarına, ülkeyi yönetenlerin bilgi ve becerilerine bakmak gerekir. Aksine bir davranış ve körü körüne yapılacak bir yargılama bizi yanlışa götürebilir.
Öncelikle kesin bir kanaatimi paylaşmak isterim; Cumhuriyet Devrimleri, Büyük Atatürk’ün ölümü ile birlikte duraklatılmış ve “Karşı Devrim” çalışmaları o gün tekrardan başlatılmıştır. Atatürk’ten sonra Türkiye’yi yönetenlerin yürekleri, Lâik Cumhuriyeti ve
Devrimlerini taşıyamamış, siyasetin basit çıkarları için oy uğruna zaman-zaman Cumhuriyet ilkeleri feda edilmeye kalkışılmıştır.
Köy Enstitülerini kuranlar, 2.Dünya Savaşından sonra ciddi bir tercihle karşı karşıya kaldılar! Ya galipleri temsil eden ABD ile iş birliğine gidilecek ya da tek başımıza kalacaktık! Ülkede bilim adamı yok, sanayi yok, müteşebbis yok sermaye birikimi yok! Sadece Çanakkale’de, lise ve üniversite öğrencilerini şehit vermiş, savaştan yorgun düşmüş bir millet!
İnanıyorum ki Atatürk yaşasaydı, ülkeyi kendi ayakları ve kendi dinamikleriyle ayağa kaldırma yolunu seçerdi. Fakat herkes Atatürk olamaz ki! Ülkeyi yönetenler tercihlerini ABD ve Marshall yardımından yana kullandılar! İnönü gibi Bayar gibi Atatürk’ün silah arkadaşlığı yapmış kişilerin bu tercihe yanaşmalarını da anlamak olası değildir!
Elbette Marshall yardımını almanın da bazı şartları olacaktı. Emperyalist devletlere, dünyada sömürü düzenini icat eden devletlere, elini verenin kolunu kurtardığı nerede görülmüştü ki?
Şartların bazıları; Demiryolu değil, asfalt yapacaksın! (Hem petrolü alacaksın hem arabaları alacaksın) Toprak reformu yasasını geri çekeceksin. (Kürtçü-Bölücü toprak ağalarının, PKK’nın ve türevlerinin niçin her zaman ABD ile birlikte hareket ettikleri anlaşıldı mı?) Köy Enstitülerini kapatıp, İmam Hatip Okullarının açılmasını teşvik edeceksin!
Sonuçta, olan Türkiye’ye oldu. Her tarafı İmam Hatiple donattık da ne oldu? Dindar ve kindar nesil yetiştireceğiz dedik de ne oldu? AKP’nin arka bahçe haline getirdiği İmam Hatiplerden, 2018 yılında mezun olan 240 bin çocuğumuzdan 200 bini hiçbir üniversiteyi kazanamadı! Hiçbir üniversitemiz ilk 500 üniversitenin içinde yok! Hür dünyada bir tane saygın dostumuz kalmadı! Ekonomik olarak da çökme noktasına geldik.
Sevgili Türk Gençleri; Sizler aktif siyasete katılıp, teker-teker bu güzel ülkenin problemlerini çözmelisiniz. Yeter ki aklın ve bilimin yolunu takip edin ve gönlünüzden Atatürk sevgisini asla eksik etmeyin…
Sağlık ve başarı dileklerimle 18 Nisan 2020 Rifat Serdaroğlu