TÜRKİYE’DE İŞGAL FAALİYETLERİ
Bir ülke iki yöntemle ele geçirilir: Biri ‘yumuşak güç’, diğeri ‘kaba kuvvet’ yöntemi. Yakın zamanda gördüğümüz harpler, işgaller kaba kuvvet yönteminin örnekleridir. Türkiye’de ise uzun yıllardır yumuşak güç yöntemi uygulanıyor. Bu yöntemde, işgal edilecek ülkeye dost gibi yaklaşılır. Hatta yardım edileceği intibaı uyandırılır. Bunun için, o ülkede işgalci ülke işbirlikçi kadrolarını kurar. O ülkenin kaynaklarını ve kişilerini ele geçirerek hiç fark ettirmeden, ufak ufak adımlarla 50 senede işi bitirebilir. Bu usulün dünyada en başarılı uygulanmış ve uygulanmakta olduğu ülke hangisidir dersiniz? Türkiye mi acaba? Yumuşak güçle ele geçirme yöntemi, diğerinden daha etkilidir. Çünkü kaba kuvvetle işgal yolunu seçen ülkenin başı derde giriyor, askerleri ölüyor, büyük çapta mali kaynakları heba ediliyor. Ama yumuşak güç işgalcisinin ölen askeri, mali yıkımı olmaz. İşgal edilmekte olanın öz kaynakları, gittikçe gönüllü hale gelen, vatanseverlik yerine vatansatarlığı şiar edinen öz evlatları kullanılmaktadır. Batı ülkeleri, eski sömürgecilikte kaba kuvvet yöntemini, ama sonraki dönemde yumuşak güç yöntemini, bağımsızlığına kavuştuğunu sanan pek çok eski sömürgelerinde uyguladı. Bu uygulamalar her kıtada, değişik ölçülerde halen devam ediyor ama bilinçlenen, ince oyunları anlayıp karşı duranlar da çok.
Canlılar ve Toplumlar
Hayat ve tıp bilimlerinde incelenen canlıların yapısı ve işleyiş tarzları ile toplumun yapısı ve işleyişi birbirine benzer. Canlının yapısını hücreler, toplumun yapısını kişiler oluşturur. Vücuttaki milyonlarca hücrenin ahengi ile canlı sağlıklı yaşar; her türlü hastalığa karşı korunma işlergeleri (mekanizmaları) de düzgün çalışır. Toplumda da böyledir. Kişiler arasındaki ahenkle; devlet, ülke, toplum kendisini her türlü düşmana karşı savunabilir. ‘Savunma’dan ise sadece askeri güç anlaşılmamalıdır. Devletin varlığına güç veren, o toplumun binlerce yıldır sahip olduğu kültür ve gelenektir. Kültür olmadığı zaman ne olur? Mesela bir canlıda hücrelerin ahengi bozulduğu zaman, hücreler tek başına hareket ettikleri zaman kanser oluşur. Toplum da aynen öyle. Toplumdaki kültürle birlikte devlet bir işe yarar. Kültür yoksa, görünüşte bir devletin var olması yeterli değildir. Devlet de bozulur o zaman. Olursa da başkasının devleti olur zaten. Sen ‘devlet var’ sanırsın. Ama o senin devletin değildir. Öyle bir ‘devlet’ (daha doğrusu öyle hükümetlere oturtulmuş kişiler), devleti, ülkeyi, ulusu yıkıma götürecek sinsi ve mel’un faaliyetlere engel olma görevini ifa etmek şöyle dursun, onlara (çoğu kez üstü kapalı) destek olur.
Hastalıklı bitkiyi haşereler basar
Mesela canlı organizmanın, vücudun bağışıklık dizgesi (sistemi) vardır. Vücuda zararlı bir madde, bir virüs, bir mikrop girdiği zaman bağışıklık dizgesinin özel hücreleri onun etrafını sarar, onu etkisiz hale getirirler. Sağlıklı bir vücutta durum böyledir. En kötü hastalıklar, en çözümsüz hastalıklar ise vücuttaki bağışıklık dizgesinin bozulmasıyla meydana gelir. O zaman tedavi de çok zordur. Toplumun bağışıklık dizgesini oluşturan inançlar, mill’ eğitim, gelenekler, aile yapısı, vatan sevgisi, dil, tarih bilinci gibi unsurları toplumun ‘kültürü’ başlığı altında toplayabiliriz. Bu unsurlar kalmazsa halk millet olmaktan çıkar. Kuru kalabalığa dönüşür. Kendi kendini imha edecek, her ferdin gündelik şahsi çıkarlar uğruna bir tarafa çekeceği bir kalabalık olur. Doğada nasıl hastalıklı bir bitkiye tüm haşarat hücum ediyor, bitkinin işini bitiriyorlarsa, hastalıklı, hele bağışıklık dizgesini yitirmiş uluslar da dış düşmanlar tarafından (ve dahili işbirlikçilerinin katkılarıyla) yok edilirler.
Doğada virüs
Mikrobik hastalıkların tedavisi nispeten kolaydır. Ama en kötüsü virüsler. Çünkü virüs vücudun kendi mekanizmasını kullanır. Virüsün de bir DNA’sı (veya RNA’sı), oradaki bir şifresi vardır. Ama o şifreyi kullanarak yeni virüsler üretmesi için gereken öz işlergesi mevcut değildir. Her hücrenin ‘işlerge’ dediğimiz bir teşkilatı var. O teşkilat normal olarak hücrenin çekirdeğindeki, DNA şifresine göre çalışır. Kumanda ondadır. Virüs bir hücreye girdiği zaman o hücrenin bütün kaynaklarını, bütün mekanizmasını yeni virüsler üretmek için kullanır. Ve hücrenin içinde bir sürü virüs meydana gelir. Sonunda hücrenin zarı patlar, hücre ölür. Dağılan virüsler başka hücrelere sirayet ederler.
Misyoner virüsler
Toplumlarda da canlı yaratıklardakine benzer olaylar var. Nasıl ki bir fert, fiziki bir silahla katledilebiliyorsa, toplum da pek çok asker’ silah kullanılarak harplerle imha edilebilir. Ama ‘yumuşak güç ile toplum (daha doğrusu ‘teşkilatlı toplum’ diyebileceğimiz ulus) manen hastalandırılarak daha uzun bir sürede, ama gürültüsüz patırtısız yok edilebilir. Bir ulusu hastalandırmak için ‘yumuşak güç’ kullanan (çoğu kez göze batmaz) düşmanın virüsvari silahları var. Nedir bu virüsvari silahlar? Çeşitli. Bunlar arasında devlet teşkilatına sızdırılan yabancı danışmanları, o ülkenin en ücra köşelerine kadar halka musallat olan misyonerleri sayabiliriz. Bunlar girer o toplumda kendilerine benzeyen yeni virüsler üretirler. O ülkede ilk kandırılanlar en etkili yerli misyonerleri oluştururlar. Çünkü bir yabancı misyoner gelse şüphelenirsin, tedbirli durursun. Ama kendinden olan biri gelirse daha kolay etki altına alınırsın. Misyonerlerin ilk gayesi öylelerini çoğaltmaktır. Misyoner teşkilatları çoğu zaman kendi kendine de gelmez; sömürgeci ülkenin gizli teşkilatıyla birlikte hareket ederler;.hatta onun kolu olabilirler.
Danışman virüsler
Ya yabancı danışmanlar? Bunlar başlangıçta bir ülkeye, ‘yardım ediyoruz’ bahanesiyle, devletin çeşitli kurumlarına sokulur. Bu ‘danışmanlar’ o devlet mekanizmasının her tarafına hulul ederler. O bakanlık, bu bakanlık, bu daire… Sonradan, o devlet, hatta o millet, ‘yabancı danışman’ fikrine alışmaktan öte, her şeyi onlardan bekler olur. Zaten bir yandan da, o ulusun kendine güveni aşındırılmakta (örn. basın-yayın ve sahte eğitim düzeni yolları ile), nihayet yabancı sömürgeci karşısında ‘aşağılık duygusu’na kaptırılmaktadır. Artık her kurum, her daire, üstüne bol bol para vererek patron ülkeden danışmanlar dilenmektedir. Ülkenin yetenekli, mesleğinde yabancıdan da üstün öz evlatları kendi ülkeleri için çalıştırılmaz, en bahtı açık olanı, dengi yabancının onda biri maaşla tahkir edilir, yetki mercilerinden uzak tutulur olmuştur (hele vatansever ise). Öz milleti için çalışması gereken düzen, artık, başlangıçta ülkeye virüsvari girmiş olan sömürgecinin hedefleri doğrultusunda çalışmaktadır. Bir süre sonra, zaten içeride çoğaltılmış olan yerli ‘virüsler’ işi çok daha etkili ve daha yaygın bir şekilde yaparlar. Hastalık gitgide müzminleşir, ülkenin ve ulusun tarihten silinmesine ramak kalır.
Topsuz tüfeksiz kurtuluş savaşı
Yumuşak gücün saldırılarına, sonunda işgaline uğrayan ülkelerin yapacağı, aynı cinsten silahlarla mukabele etmek, savunma tedbirleri almak, ‘yumuşak kurtuluş savaşı’ vermektir. En temel mücadele yabancılaşmış eğitimleri yeniden mill’ eğitimlere dönüştürmekle olacaktır. Özel okullara dünya kadar para veren veliler çocuklarını yanlarına alarak okul idarelerine (ellerinde çiçeklerle) toplu halde çıksınlar ve desinler ki: ‘Ey idare: Çocuklarımız hiçbir şey öğrenemiyor. Muhakeme edemez, sorgulayamaz, düşünemez oluyor, Tarzanlaşıyor, maalesef bazıları, manevi, milli değerleri kalmadığı için esrarkeş bile oluyor. Kendi dilini, tarihini, atasını, tasavvufunu-inancını bilmediği gibi, ezberden öte matematik (riyaziye) ve bilimden de anlayamıyor. Bu vahim durumun en önemli bir etkeni yabancı dille eğitim safsatası. Lütfen onu kaldırın; Atatürk’ünki dahil tarih boyu Türk devletlerinde ve bugün de tüm aklı başında ülkelerde olduğu gibi, yabancı dille eğitim ve de hazırlık sınıfı denen, zaman ve kaynak israfı saçmalığını kaldırın; onun yerine dünyanın değişen durumuna göre önemi değişen yabancı dilleri gerekene, gerektiği miktar ve biçimde, ayrıca yabancı dil derslerinde öğretin (doğru usulü bu). Eğitim düzelmezse, zaten çocuklarımızı kendi elimizle perişan edecek, öyle yabancı veya yabancılaşmış okullara bir de bir yığın para verecek kadar ahmak değiliz.’ Tek bir okulda, bahsettiğim gibi bir hareketin başladığını duyan herkes sokaklara çıksın, bayram etsin, çünkü o gün Türkiye’nin kurtuluşu başlamış demektir. Bu olsun, sonrası gelir. Çünkü ‘yumuşak kurtuluş savaşı’ böyle olacaktır; topla tüfekle değil.