Tüm söylemleri yıkıcıydı. İnsanları bu yıkıcı söylem etrafında bir araya getirdiler. Cumhuriyetin tüm kurum ve değerlerine saldırdılar. Yanlarına cumhuriyet değerlerine düşman liberalleri aldılar. Hemen hemen tüm tarikatlarla birlikteydiler. Zaman zaman çatışsalar da PKK'yı aldılar yanlarına. Öyle ya yıkmak istedikleri cumhuriyetin devletine karşı savaşmıyorlar mıydı? O halde onlarla da yan yana gelinebilirdi. Geldiler. Generallerden işkencelerden mağdur edilmiş olduğunu düşünen kimi solu aldılar yanlarına. Onlar da bu devleti yıkmak istemiyor muydu? Emperyalizme göbekten bağlı kapitalist bir yapının yarattığı tüm eşitsizlikleri gerekçe göstererek insanları, bu eşitsizliklerin gerçek nedenine karşı değil, bu eşitsizliklere bile karşı değil, bu eşitsizliklere rağmen var olabilmiş ileri değerlere ve kurumlara karşı yönlendirdiler.
Çok açık, AKP, bir yanıyla yüz yıllık bir intikam duygusunun cisimleşmesidir. Ancak sadece ondan ibaret değildir. Sadece ondan ibaret olsaydı asla iktidar olma şansı elde edemeyecekti. O aynı zamanda sermaye sisteminin Ortadoğu ile ilgili ihtiyaçlarının, bu intikam duygusu ile kesişmesinin ürünüdür. Sermaye sistemin artık TC ile işi bitmiştir. Bu haliyle TC'ye ihtiyacı ortadan kalkmıştır ve yapının çözülmesi gerekmektedir. Sermaye sistemi elindeki tüm araçlarla TC ile derdi olan tüm unsurları yüz yıllık intikam duygusunun yanına itmiştir. Birleşik yıkıcı güç gerçekleşmiş ve AKP zaman zaman ortakları ile karşı karşıya gelse de asli işini yaparken hiç engellenmemiştir. Ancak, yıkım işinin sonuna yaklaştıkça yıkım sonrasına dair meseleler gündeme gelmeye başlamış ve yıkım ortakları çatışmaya başlamıştır. İlk büyük çatışmayı RTE ile FG arasında gördük. İlginçtir. RTE, yıkımın önemli kadrolarını barındıran FG hareketine karşı PKK'yı yanına alırken aynı zamanda çok kısa bir süre önce yıkıma karşı direniş gösterme iddiasındaki Perinçek ve şürekasını önce tarafsızlaştırmış ardından kısmen yanına almıştır.
Yıkıcılar arasındaki ikinci büyük çatışma ise şimdilerde yaşanıyor. Bu diğeriyle kıyaslanamayacak düzeydeki Bu savaşta ise AKP yalnızca Perinçek ve şürekasını değil, TC'nin kurucu partisi CHP'nin bir kısmını da yanına almıştır. MHP'yi ve diğer sağ yapıları hiç saymıyorum bile. Yıkıcılar kendi aralarında savaşırken, sözüm ona yıkılışa karşı olanlar artık sadece ya destek olma ya da en fazlası bu yıkıntıyı daha iyi yönetme iddiasındadır. Yıkıcıların savaşı ise kendi iradelerinin dışında tam da rollerine uygun sonuç üretmektedir. AKP ve PKK'nın her ikisinin de eylemleri yıkılmayı ve çözülmeyi çürümeye götürecek niteliktedir. AKP çaresizdir. Çözdüğü ve yıktığı yapının yöneticisi pozisyonunda olduğu için yapının bu haline bile en küçük bir tehdit algısı yaşadığında kör şiddete baş vurmak durumunda kalmaktadır. Çaresizliği şiddet dozunu giderek artırma eğilimini kamçılamaktadır. Karşısında PKK da çaresizdir ve o da şiddet dozunu giderek artırmak zorunda hissetmektedir. Şiddet kontrolden çıkmış ve geride kalan herşeyi iyice çürütmeye, parçalamaya ve yok etmeye yönelmiştir.
İki yıkıcı ve kendini aslında çaresiz hisseden güç tüm toplumu baskı altına almakta, bir yandan saldırır ve tehdit ederken diğer yandan herkesi kendine biat etmeye zorlamaktadır. Biri "ya bendensin ya teröristsin" derken diğeri "ya bendensin ya da ırkçı faşist Kürt düşmanı, soy kırımcısın" demektedir. Toplum bu iki yıkıcı güç arkasında saflaştığı oranda yıkım ve çürüme derinleşmekte ve yeni bir kuruluş imkansız hale gelmektedir. Sermaye sisteminin ihtiyacı tam da budur.
Bizim ihtiyacımız ve sorunumuz ise bir çıkış olup olmadığı, bu ülkede yaşayanların, bu ülkedeki tüm değerleri yaratan işçi sınıfının, toplumun tüm kesimlerinin, yeni bir kuruluş için nasıl harekete geçeceği, nasıl bir eksende devineceği, neyi bir araya gelmenin tutkalı olarak kullanacağıdır. Etnik kimlik siyasetinin, dinsel kimlik siyasetinin toplumu nerelere getirdiğini hiç de hoş olmayan biçimde deneyimliyoruz. Bu tarz siyasetin çözücü ve yıkıcı etkisi yalnızca siyasal yapıyla sınırlı kalmıyor, insanlık değerlerine kadar uzanıyor. Katliamlar ve linç karşı tarafa uygulanıyorsa meşru olarak algılanıyor. Bu karşıtlıklar üzerinden kazanan olması mümkün değildir ve her durumda insanlık kaybedecektir. Toplum intihar etmeyecekse eğer karşıt pozisyonlar başka türlü tanımlanmak durumundadır.
Bugün Türkiye'de karşıtlıklar ve saflaşmalar aslında bir tarafta karanlık, karşısında aydınlanma, bir tarafta saltanat, karşısında cumhuriyet, bir tarafta ABD, AB, NATO gibi emperyalist merkezler, karşısında bu memleket bizim diyenler ve tüm bunların en tabanında ise bir tarafta tüm savaşların, sömürünün baskının üreticisi sermaye sistemi, karşısında tüm değerleri yaratan emek biçimindedir. Biz çizgiyi buradan çekeceğiz. Karşı taraf ve bu taraf bunlar üzerinden gerçekleşecek. O zaman göreceğiz ki aslında pek çoğuz. Bir avuç azınlık dışında büyük çoğunluk çizginin bizimle aynı tarafında yer alabilir. Yeni bir ülke kurmak için gerekli güce sahip olduğumuzu göreceğiz. Ve biz bu yıkıcı güçlere onların elbirliğiyle çürüttüğü değerlere rağmen bu toplumda yeni bir ülke kurmak için umut duyacak kadar bir şeylerin kaldığını biliyoruz. Kalmamışsa da yeniden yaratacağız.
TENGRİ TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN