Yukarıdaki belge, 27 Mayıs 1915 tarihli ve üç maddeden oluşan Yer Değiştirme (Tehcir) Kanununun orijinal metnidir. Koyu ve büyük yazıyla olan başlık, Takvim-i Vekai demek olup, o tarihlerdeki Resmi Gazeteyi ifade etmektedir.
Bu kanun, aşağıya aldığımız adından da anlaşılacağı üzere geçici kanun niteliğinde olup, günümüz Türkçesi ve yeni harflere dökülmüş tam adı şöyledir: “Savaş Zamanında Hükümet Uygulamalarına Karşı Çıkanlar için Asker Tarafından Uygulanacak Önlemler Hakkında Geçici Kanun”. Her üç maddesinin aynı şekildeki açılımı ise şöyledir:
Madde 1- Sefer zamanında ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları, halk tarafından her hangi bir şekilde hükümet emirlerine, yurt savunmasına, mevcut düzene ve güvenlik işlerine karşı cephe alan ve silahla saldıran ve direnenleri görürlerse hemen askeri kuvvetlerle karşı koyacaklardır. Saldırı ve direnmeyi kökünden yok etmekle yetkili ve görevlidirler.
Madde 2- Ordu ve bağımsız kolordu ve tümen komutanları, askerî nedenlere dayanan casusluk ve hainliklerini hissettikleri bölge halkını, tek veya toplu olarak memleketin diğer bölgelerine gönderebilirler ve oralarda oturtabilirler.
Madde 3- Bu kanun yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir.
Yayınlanan tarih 01 Haziran 1915’i göstermektedir.
Peki, durum böyle iken Ermeni Diasporasının, (Diaspora: Eski Yunanca bir kelime. Çok uzun zamandan beri bir kavim, ulus veya inanç mensuplarının ana yurtlarından koparak, başka yerlerde azınlık olarak yaşamaları. Kelime, hem kopma eylemini hem de kopup azınlık olarak yaşayan kimseleri ifade etmektedir.) 24 Nisan 1915 tarihinden dem vurarak her yıl sözde “Ermeni soykırımının Yıl Dönümü” diye andıkları tarih neyin nesi olmaktadır. Efendim bu tarih, bilhassa Rus ve İngilizlerin tahrik ve vaatleri üzerine vatandaşlıkla bağdaşmayan hareketlerde bulunan Ermeni odaklarının hareketlerini çok vahim bulan Bâb-ı Ali’nin, özellikle Ermeni Ruhani makamlarına yaptığı: “ Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemler alınacaktır ” uyarısına kulak asmayıp terör ve katletme işlemlerine devam etmeleri üzerine; hükümet, 24 Nisan 1915 tarihinde tüm Ermeni komite odaklarını kapatarak, 2345 militanı “Devlet Aleyhine Faaliyette Bulunmak” suçundan tutuklamıştır.
Bu tutuklama üzerine, Erivan yakınlarında bulunan ve Ermeni Gregoryen (Gregoryen: Bazı Ermeni inancına göre, Hz. İsa, Kirkor (Gregoir)’a Eçmiyazin’de görünerek burada bir kilise açmasını istemesi üzerine Gregoryen Kilisesi burada kurulmuş ve bu adla bir mezhep oluşturulmuştur) Apostolik ( Apostolik: 451 yılında Ortodoksluktan ayrılan ve büyük Ermeni çoğunluğunun üye olduğu monofiziteyi savunan kilise) kilisesinin bulunduğu Eçmiyazin’deki ana kilisenin en üst düzey unvanı olan Katolikosluğu ( Katolikos: Eçmiyazin’deki Apostolik kilisesine ait en üst düzey unvan. Dünyada sadece iki Katolikos vardır: (a) Eçmiyazin Ana Makamı (b) Kilikya Kutsal Makamı) elinde bulunduran keşiş Kevork, o günkü ABD başkanına şu telgrafı çekmiştir. Bu telgrafında Kevork:
Sayın Başkan;
Türk Ermenistanınndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş, Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terk edilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.” demiş. Demesine demiş de, sadra şifa bir sonuç alamadığı süreçten anlaşılmaktadır.
Buradan da anlaşılacağı üzere hâlâ tehcir harekâtı gündemde değildir. Anlaşılan o ki, daha düne kadar devletin her tür nimetinden yararlanan, ancak devletin zayıf düşmesinden istifade ederek devleti arkadan hançerleme işi devam etmiş olmalı ki, yukarıya aldığımız kanun çıkarılmıştır.
24 Ekim 1916’da uygulamasına son verilen söz konusu kanunun yürürlüğünden itibaren Ermenilerden; gereğine binaen, Erzurum, Van ve Bitlis’ten çıkarılanlar Musul’un güney kısmı, Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep ve Maraş’tan çıkarılanlar ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna nakledildiler.
Diğer taraftan Gregoryen olmayıp, Katolik ve Protestan mezhebine bağlı Ermenilerin yanı sıra Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye olarak hizmet verenler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan ve aklı başında olarak düşmanın tahrik ve iğfaline uymayan Ermeni vatandaşlar bu göçe tabi tutulmamıştır.
Söz konusu nakil sırasında 1.500.000 Ermeni Osmanlı vatandaşının hayatını yitirdiği tamamen yalandan ibarettir. Gerek Osmanlı ve dahi Ermeni, gerekse yabancılara ait kaynaklara göre I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı vatandaşı olarak 1.250.000 Ermeni varlığına dair kayıtlar vardır. 1914 yılında yapılan Osmanlı nüfus sayımına göre Ermeni sayısı 1.221.850 kişidir. Tehcirden muaf olarak 82.880 kişi İstanbul, 60.119 kişi Bursa, 4.548 kişi Kütahya sancağı ve 20.237 kişi Aydın’da olmak üzere toplam 167.778 kişinin kaydı vardır.
Zorunlu olarak yerleri değiştirilenlerin bir kısmı, eşkıyanın gece baskınına uğrayarak çapul için öldürülmüştür. Bazıları da kendilerinden gördükleri haksızlıklar sebebiyle, başta Tunceli olmak üzere halk tarafından öldürülmüştür. Tabiidir ki o günün yol şartlarına göre seyir sırasında hastalık ve benzeri sebeplerle hayata veda edenlerin varlığı ise başka bir gerçektir. Yoksa kendilerini sevk, idare ve korumakla görevli kişiler tarafından kasten öldürüldükleri beyanı, hezeyandan öte bir mana ifade etmemektedir. Hatta bu suretle yetim kalan Ermeni çocukları koruyucu ailelerin eline teslim edilmiştir. Bunlardan bir tanesi benim köyümde, Müslüman olmuş olarak eşinin adıyla ün yapmış Dilber Hüseyin’dir. Soyadı da İnanç’tı. Daha sonra kızı Zahide, köyümüzden Abdullah Yağbasan’la evlendi. Şimdilerde epey torunları vardır. Diğer bir yetim de Abdullah adında biriydi. Çok güzel duvar ustalığı ve marangozluk yapıyordu. Her halde reşit olduktan sonra ihtida (İhtida: Başka dinden Müslümanlığa geçme) ettiği için lakabı mühtedi Abdullah’tı. Tabi bunlar sadece benim bildiklerim. Daha başka köylerde de mutlaka vardı. İşte tüm bunlar Diaspora hezeyanını çürütür niteliktedir. Zaten içten ve dıştan gelen etkilerle fakir düşmüş bulunan Osmanlı Devleti, bu nakil için 1915 yılında 25.000.000, 1916 yılında da 23.000 000 kuruş masraf yapmıştır. Kısacası yapılan iş sevk ve iskân işiydi. Buna sebep verenler de emperyalistlerin tahrik ve teşviklerine kapılan Ermeni aydınlarıydı. Hâlbuki kendileri, beğenmedikleri o devlet sayesinde Ermeniliğin hiçbir döneminde ulaşılamayan payelere ulaşmışlardı. Vefasızlık ve nankörlük parayla değil ya. Ama olan o sade Ermeni vatandaşlara olmuştu.
Buna rağmen gerek Ermeni diasporası (kopuntusu) ve gerekse Ermenistan’da yaşayan Ermeniler her ne hikmetse bu tatsız olayı bir öç alma vesilesi yapmaktan geri durmadılar. Geçtiğimiz yıllarda ASALA adıyla kurdukları terör örgütüyle birçok dış görevlimizi katlettiler. Bu arada Esenboğa hava limanındaki terör olayına müdahale eden Emniyet müdürü merhum Hamdi Diri (Yahyaoğlu)’yi de şehit ettiler. Ruhu şad olsun.
Diğer taraftan, kana doymak bilmeyen bu hunharlar (Hunhar: Kan yiyici), 26 Şubat 1992 yılında Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasındaki sivilleri topluca katlettiler. Hınçlarını alamayan bu bedbahtlar daha önce Erzurum, Van ve Bitlis’te yaptıkları gibi bir de bu cesetleri yaktılar. 01 Ocak 2011 yılı itibariyle nüfusları 3.262.600 kişi olduğu anlaşılan bu Ermeni devletçiği hâlâ ağa babalarının kanadına sığınarak 80.000.000’a merdiven dayamakta olan koskoca Türkiye ile aşık atmak sevdasından bir türlü kendisini kurtaramadı. Dileriz sonu kendileri için hayırlı olur.
Bu oldukça elim ve o derce vahim Hocalı katliamının başkomutanının cumhurbaşkanlığı payesine ulaşabilmiş Serj Serkisyan olması bilmem bir mana taşımakta mıdır?
20 Kasım 1991’de Hocavend semalarında düşürdükleri Mİ-8 helikopterinde Azeri yetkililerle birlikte Rus ve Kazak gözlemcilerinden oluşan 20 kişinin öldürülmesi sırasında beklenen tepkiyi vermeyen güya medeni dünyanın bu tavrı acaba bir tesadüf müdür?
Bu baskının elim bilançosu: 83 çocuk, 106 kadın, 70’ten fazla yaşlı olmak üzere toplam 613 kişidir. Ayrıca 487 kişi ağır yaralı ve 1275 kişi de esir olmuştur. 150 kişiden ise hiç haber yok.
Serkisyan’la birlikte baskına katılan ve eski Asala eylemcisi olan Monte Malkonyan efendi, olay hakkında bir de günlük tutmuş, ölümünden sonra kardeşi Markar Malkonyan, bu günlüğün içeriğine dayalı olarak “Benim Kardeşimin Yolu (My. Brother’s Road) adıyla yayınladığı kitapta, kardeşinin ağzından: “Hocalı, stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi” demek suretiyle pervasızlık kokan bir itirafta bulunmuştur. Biz de bunu, onların Batılı ve dahi haçlı ağababalarının yalandan ve dolandan ibaret olan hümanistliklerine; hınç, kin ve nefretle ithaf ediyoruz.
Şimdilerde ise bu melanet sahipleri Kürt-Türk ayrımcılığını işlemekteler. Düşmanın hilesini bozmak ancak akılların başlara devşirilmesiyle olur. Ama ne hazindir ki, bu millet maalesef dostunu düşmanından seçmek zorunda olmuştur. Ve dahi ne hazindir ki, bu arzu edilmeyen durum, ilimden uzaklaşmak ve safsatayla meşgul olmak suretiyle vuku bulmuştur. Bu ise gafletin en vahimi olsa gerek. Dileriz bu gaflet uykusundan erken uyanmak nasip olur. Her kese selam.
Kaynakça: Bu yazıdaki özellikli bilgiler, internette Vikiped, Özgür Ansiklopedi sitesinden alınmıştır.