KUR’ÂN’DA KADIN HAKLARI VE ERKEK EGEMEN İSTİSMARI
Birçok araştırmanın ortaya çıkardığı bazı önemli sonuçlara göre denebilir ki Müslüman kadını hakkında Kur’ân’da özel Sureler bulunuyor olmasına rağmen kadınımızın yeri yanlış tanımlanmış durumdadır. Buna karşılık erkek cins için herhangi bir Sure bulunmuyor olmasına rağmen erkek egemen söylem ve eylemler yoluyla erkeğin yeri kadının aleyhine ve kendilerinin lehine olarak aynı şekilde yanlış tanımlanmak suretiyle kadının önüne çıkarılmıştır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Sureler “Kadınlar” anlamına gelen ve kadının hak ve sorumluluklarını dile getiren Nisa Suresi ile boşama veya boşanma anlamına gelen Talak Suresidir. Her iki Sure de kadınla ilgili olduğu için Nisa Suresine “Uzun Nisa Suresi” keza kadınla ilgili olarak boşama veya boşanmanın esaslarını tespit eden Talak Suresine de “Kısa Nisa Suresi” adı da verilmiştir. Bunlara ilave olarak yine kadınlarla ilgili olarak Mücadile ve Mümtehine Sureleri de mevcuttur.
İşte tüm bu tespitlere rağmen ve dahi İlahî emre aykırı olarak Kur’ân’ın illa da Arapça okunması dayatılarak; kadının, İlahî en son mesaj olan Kur’ân’daki hak ve sorumluluklarını öğrenmesinin önüne çok kalın setler çekilebilmiştir. İtiraf edelim ki maalesef bu gün de Arapça okumanın mübarekliği ile kadınımızın inanç sıhhati bozularak, bilhassa merhum Atatürk’ün özel önem vererek büyük emek ve çabalarıyla insanımızın anlayabileceği dile çevrilen Kur’ân mealleri için “Kur’ân değildir!?” hezeyanlarıyla aynı şekilde kadınımızın kafaları karıştırılmak suretiyle hâlâ bu hak ve sorumluluklarından bihaber olarak erkeklerin sultalarından kendilerini kurtarmalarına çok sinsice mani olunabilmiştir ve ne yazık ki bundan sonra da mani olunabileceğinin sinyalleri mevcuttur.
Bu cümleden olarak kadınımızın haberdar olunmasının istenmediği hususların en önemlilerinden olarak zina /fuhuş yapan kadının recim edilmesi hezeyanıdır ki külliyen yalandır. Kaldı ki bu konu sadece kadına özgü olmayıp erkekleri de kapsamaktadır. Bel bölgesine kadar toprağa gömülerek taşlanmak suretiyle öldürmek anlamına gelen recim cezası Kur’ân’î olmayıp Tevrat içeriklidir. Kur’ân’daki ceza, celde tabir edilen ve etkisi cilt ile sınırlı olup kasa işlemeyen ve halkın tanıklığı huzurunda uygulanarak bir bakıma cana zarar vermekten ziyade caydırıcılığı hedef alan bir ceza vardır ki bu ceza hürler için 100 celde hür olmayanlar için de bunun yarısı şeklindedir. Ve dahi sadece kadına değil erkek için de geçerlidir. Ayrıca bir kadına fuhuş isnat edip de 4 şahitle ispat edemeyenlere de 80 celde vurulması hükmü söz konusudur. Bunun için Nisa Suresi 25 ve Nur Suresinin 2. ve 4. Ayetlerine bakılabilir.
Diğer taraftan Nisa Suresinin 34.ayetinde, ailede geçimsizlik anlamında olan “nuşuz” hali ve aynı ayette bu halin giderilmesi sadedinde sözü geçen “vadribu” kavramının dövmek anlamında alınmasının kesinlikle yanlış olduğu ve “darabe” diye söz konusu edilen bu eylemin “ayırmak” olarak anlaşılması gerektiği ciddi araştırmalarla ortaya çıkmış bulunmaktadır.[1]
Aynı cümleden olarak boşanma konusunda erkekleri baş aktör olarak konumlandıran “Boş Ol!” sözünün üç kere tekrarlanması suretiyle söz konusu edilen boşama şeklinin hiçbir ciddi dayanağı yoktur. Tamamen cehalet ürünü bir aldatmadır. Boşama veya boşanma konusu bilhassa Talak Suresinde detaylıca verilmiş olup günümüze kadar intikal edegelen söylemler tamamen uydurma ve Kur’ân’a bir iftiradır. Boşanma, kadına da verilen bir hak olarak tamamen ayrılmayı ifade eder. Bu ayrılma her şeye rağmen –ne olur ne olmaz kavliyle- üçe kadar toleranslı olarak kabul görmüş ancak bundan sonraki eyleme ciddi bir engel konmuştur. Eğer eşler bundan sonra tekrar bir araya gelmek isterlerse kadın eşin mutlaka ve gerçek anlamda başka bir erkekle bir izdivaç kurması ve ondan boşanarak eski eşine dönmesi şartını getirmiştir (Bkz. Bakara Suresi 229 ve 230.ayetler). Bunu hiçbir erkek kabul edemeyeceği gibi bakalım yeni eş bu eşi boşayıp eski eşine gönderebilecek mi? Buna olur demek bilmem ne derece mümkündür. Demek ki öyle erkeğin iki dudağı arasındaki basit ve oldukça abes bir kelime ile eş boşamak işi bir hezeyanmış o kadar. Akıl ve izandan yoksun bu söylem ve eylem ne yazık ki Kur’ân’a mal edile gelmiştir. Bu konu, daha geniş olarak Çağın Polisi Dergisi’nin 59. sayısında Hangi Nikâh ve Hangi Boşama başlıklı makalede detaylıca anlatılmıştır. Kabul edilmelidir ki kadınımızın tüm bunlardan habersiz olmasının temelinde, yukarıda da değinildiği üzere, Kur’ân’ın anlaşılmadık bir dille okunması veya okutulması inat ve bağnazlığı yatmaktadır.
Bu konuda dikkat çeken bir örnek de mirasın dağıtılması konusunda kadın aleyhine yapılan bir uygulama vardır ki bu mesele de İslam araştırmacıları arasında farklı yaklaşımlara yol açmış durumdadır. Bu konuda Mustafa İslamoğlu’nun, bazı alıntılar yapacağımız ve gerek dip notta ve gerekse kaynakçada yer verdiğimiz Hayat Kitabı Kur’an adlı esere mutlaka bakılmalıdır.
Hz. Peygamberin risaleti ile başlayan ve bizzat Hz. Peygamberin yaşadığı dönem için Asr-ı Saadet (Mutluluk Asrı) dendiği bilinmektedir. Bundan önceki döneme de keza bilineceği üzere Cahiliye Dönemi denmektedir. İşte bu cahiliye döneminde kadının eş seçmesi, mal mülk ve iş sahibi olması asla mümkün değildi. Adeta köle gibiydi. Cariye olanlar zaten mahrumdu da hür olanların da onlardan pek farkı yoktu. Tabi bu durum sadece Arap toplumuna mahsus bir uygulama değildi. Denebilir ki hemen her toplumda maalesef uygulama buydu. Hatta merhum Atatürk’ün Türkiye kadınına seçme ve seçilme hakkı verdiği sıralarda dahi ve şimdilerde hemen herkesin çok medeni kabul ettiği İsviçre’de bile bu haklar yoktu.
Bu konuda söylenecek çok şey var ama gerek yazımızın türü ve gerekse dergimizin yayın hacmi buna müsaade etmediği için çarpıcı birkaç örnek vererek sözü bağlayacağız. Bunlardan birinin Mustafa İslamoğlu’nun Hayat Kitabı Kur’ân adlı eserinden aynen alıntılayarak sunmak istiyoruz: “…Yine kesin olarak bilinen gerçeklerden biri de, o dönemde ‘kadın kişiliğinin’ horlanması ve eş seçme, mal edinme, mirasçı olma, şahitlik yapma gibi hak ve özgürlüklerden mahrum olduğudur. Dahası kadının en temel hakkı olan yaşama hakkından dahi kimi gerekçelerle mahrum edildiğini Kur’an haber vermektedir. Kadının kişiliğini yok sayıp onu horlayan cahiliye putperest kültürünün kadının ‘dişiliğini’ kutsaması, modern dünyanın kadına karşı ikiyüzlü yaklaşımını hatırlatmaktadır” (Bkz. s.175-176, Nisa Suresi 117. Ayet için dip not 1’in son paragrafı)
Diğer birörneği de yine aynı eserden olarak Nisa Suresinin miras hakkındaki: “ O halde Allah’ın size bahşettiği sizi biri birinize üstün kılan farklı değerleri temenni etmeyin. Erkeklerin kendi kazançlarından bir payı vardır, kadınların da kendi kazançlarından bir payı vardır. İhsanından bahşetmesi için Allah’tan isteyin; kuşkusuz Allah her bir şeyi hakkıyla bilmektedir” mealindeki 32.ayetin izahını yapan dip not 3’ten verelim: “ Bu ayet, bir sonraki ayetin delalet ettiği gibi mirasın illeti ve ruhuyla ilgili bir biçimde anlaşılmalıdır. İstisnalar dışında kadının mülkiyet edinemediği, mirastan hiç pay alamadığı bir toplumda kadının ilk kez mülkiyet ve miras hakkını teslim eden bu devrim çapındaki sosyal uygulama elbette erkek eksenli bir toplum içerisinde şaşkınlığa neden olmuştur. Yukarıdaki ayeti modernitenin formatladığı bir kafa ile değil de, indirildiği çağın kendi şartlarıyla anlamaya çalışmak gerekir. Bu takdirde ayetin, savaşa gitmediği, ata binmediği, kılıç kullanmadığı, yani servet edinme yöntemlerinden hiç birisi içerisinde aktif rol almadığı halde, salt erkeklerin elde ettiği servetin paylaşımında bir aktör olarak kadın nasıl yer alabilir şaşkınlığı içindeki erkeklere bir uyarı olduğu görülür. Razi’nin naklettiği dört nüzûl sebebi rivayetinden, ayetin kendilerine erkeklerden daha az pay verilmesini sorgulayan kadınları da muhatap aldığını anlıyoruz. İşte bunlardan biri: ‘Kadınlardan biri Resulullah’a geldi ve şunları söyledi: ‘ erkeklerin de kadınların da Rabbi birdir, sen yalnız onlara değil bize de elçi olarak gönderildin; Allah niçin erkekleri düşünüyor da bizi düşün müyor?’ İşte bunun üzerine bu ayet indi. Ve kadın dedi ki: ‘Erkekler, cihad sayesinde bizi geçiyorlar, ya bize ne var?’ Peygamberimiz cevap verdi: sizden hamile olanın ecri, oruç tutanla, namaz kılanla aynıdır. Onu doğurduğunda, kadının ecirden aldığı payı kimse takdir edemez. Çocuğunu emzirdiğinde ise, onun her yudumundan, bir canı diriltmiş gibi ecir alır (Râzî”.) Bkz. aynı eser, s.156.
Erkeklerin adeta mal bulmuş mağribi gibi dört elle sarıldığı, birden fazla kadınla evlenme konusunun da istismar edildiği kanaatini taşımamak mümkün değil. Zira bu konuya dair ayet, Nisa Serisinin 3. Ayeti olup, Uhud Savaşında 70 erkeğin şehit olmasının ardından nazil olmuştur. Hedefi de, yalnız başına kalan eş ile onun babasız kalan yetim çocuklarının barındırılmasıdır. Ayetin tamamını değil de sadece işe gelen kısmını dikkate alarak hareket etmek Kur’ân adına yalan söylemekten öte bir şey ifade etmez. Zira söz konusu ayetin ağır basan yanı, tek eşliliktir. Ama bizim som müminlerimiz her nedense bu hususu göz ardı ederek ve hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığı gibi kadın için hiçbir garanti vermeyen ve adına imam nikâhı denen bir mugalâta ile işi kotarmaya çalışmaktalar. Oysa hiçbir devirde ve hiç bir İslamî esasta böyle mesnetsiz bir uygulama yoktur. İsteyen bu işin geçmişteki uygulamasını araştırabilir.
Çok yazık ki, tüm bu saçmalıklar Kur’ân’a mal edilerek Cumhuriyet kadını bile bile aldatılmaktadır. Dileriz Cumhuriyet kadını kendine mahsus bu meseleleri ilk ağızdan öğrenerek, kendisini miraslık bir meta olarak kabul eden “Cahiliye Dönemi” anlayışı ile modern cahiliyenin kendisini bir teşhir metaı olarak kullanmasına bir set çeker.
Sürç-i lisan ettikse affola
KAYNAKÇA: Mustafa İslamoğlu; Hayat Kitabı Kur’ân, Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün Yayıncılık, Yayın No 165, 12.Baskı, Haziran 2011, İstanbul.
[1] Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Gerekçeli Meal-Tefsir, Düşün Yayıncılık, 12.baskı, Haziran 2011,s.157-158.