Kale içinde bir konser olacaktı.Ben
gelemem annem izin vermez, demiştin.
İnsanlar eğleniyordu.Sarmaş dolaş,
saçları uçuşarak, gecede kaybolarak.
Ben müziği seyreder ve yaşananları
dinlerken, birden sen gelmiştin.Aslında
böyle gelmen en baştan gelmenden
daha güzeldi.
Annen?,dedim.Söylemedim kaçtım, dedin.İzin almak çaresiz bir eylemdi oysa aşk kendini herşeye haklı görüyordu.
Davulun, zilin ve gitarın sesleri bir türlü birleşerek şarkıyı oluşturamıyordu.Oluşan sesler, adamların çaldığı ve herbirimizin
duyduğu ayrı şeylerdi.
Birbirimizde bulduğumuz da öyleydi. Sen bende olduğunu hiç bilmediğim şeylerimden bahsediyordun.
Ben senin yanılgılarını birleştirerek doğrular yapıyordum.
O zaman anladım yarattığımız aşkın
yaşadığımız aşk olmadığını ve biz bunu farkedince artık birbirimizi görmek istemeyeceğimizi.
Zamanla, kendi oluşturduğumuz, tüm
yönlerini idealize ettiğimiz kişi tarafından
beğenilme isteğimizin aşktan başka bişey olduğunu öğrenecektik.
Ve o yok olurcasına aşkların tadını hiç bulamayacaktık bir daha.
Başka insanlarda başka hataların tecrübeleri birikecek, mantıklı bir sevgili olmaya doğru yol alınacaktı. Bize bakan yaşlı çiftlerin böyle düşündüğünü o zaman anlama imkanımız yoktu.
Birimizde kıskanmayı bırakacaktık ayrılırken, birimizde güvenmeyi, birimizde inanmayı, birimizde asla onsuz olamayız sanmayı.
En mutlu anlarda içimize düşen kaybetme korkusu, biten şarkıdan sonraki sessizlikte başladı.Kalenin içine doğru, karanlığın içine doğru. Tüm korkular gibi tutarlı nedenleri vardı.
Zamandan da hızlı geri saymaya başladı hisler.