O gün muayene odasından içeri gayet kötü giyimli , elbiseleri hem eski hem kendinin olmadığı belli, mutsuz bakışlarıyla bir delikanlı girdiğinde öğle arası olmak üzereydi.
Bütün yüzünü kaplayan sivilcelerin bana geliş nedeni olduğunu anladım.Zaten böyle değilse bile bu sorunu da çözmeliydik.
Suratında mutsuzluğunun ötesinden hala gözüken bir umut ve güzellik vardı. 15-16 yaşlarında duruyordu. Hiçbir yerde göremediği ilgi ve alakayı benden istemek hatasına düşmemek adına muayene sandalyesine bile oturmadı. Ayakta ve utanarak, çatallı ergen sesiyle, hastadan çok suçlu tavrıyla "hocam benim yüzüm böyle, nasıl geçer?" dedi.
Devlet daireleri bizim insanımızın varı yoğu en güvendiği yerdir, devlet daireleri ve çalışanları onlar için çok değerlidir. Her ne kadar sonradan görmelerin, ukalaların, fazla tahsilli olduğunu sananların adam yerine koymadığı bir mevki de olsa -devlet memurluğu- toplumun genelinde bu böyledir. Fakat kendim de bir memur olduğum halde bütün sıkıntısını kendisinden yardım isteyenlere yansıtan memurlara defalarca rastladım ve maruz kaldım. As üst kavramlarıyla mevki ile falan da alakalı bir durum değildir bu.
Enerjisi düşmüş yorgun ve şahsi sorunları olan bir daire görevlisi, azacık uğraşarak çözebileceği işinizi tüm enerjisini işinizi yapmamaya harcayabilir. Bu onun kendini önemli hissetme mekanizmasıdır. Varsın hissetsinler.
Bana muayene olmaya gelip de oturmaya çekinen hastaları gördüğüm zaman içim cız eder. Yaşına göre "amcacığım aceleniz mi var, oturun rahat muayene edelim konuşalım", "Beyefendi buyrun oturun lütfen" gibi yüreklendirmelerde bulunmaya çalışırım. Genelde oturmak istemeyenlerin acelesinden çok bugüne kadar gördüğü ilgiden memnunsuzluğu vardır. Ya da oturduğu zaman saygısızlık ettiğini düşünmektedir.
Devlet dairesi biraz daha farklıdır sonuçta. Cebinizdeki 5 lirayla girdiğinizde bir dükkandaki ürünleri kötülediğiniz ama aslında en ucuzunu bile alacak paranızın olmadığı bir yer değildir. O ülkenin vatandaşı olduğunuz için işlerinizin yürütüleceği bir yerdir.
Neyse uzatmayayım bu delikanlı da oturmayınca üzüldüm. "Yavrum otursana bak sandalye var orada" dedim, hatta üzüntüm kızgın bir sese bile dönüşmüş olabilir. "Bak sen otur daha rahat hizmet al diye var orası" dedim.
"Rahatsız etmek istemedim hocam" dedi.
Diyalog bu şekilde başladı. "Tabi ki var bu sivilcelerin çözümü" dedikten sonra muayenemi yapıp bir antibiyotik ve iki krem yazdım" Lisede okuyan bir ergen için yüzündeki sivilcelerin ne demek olduğunu hatırladım. Dağınık mutsuz halinden sıkıntılı cümlelerinden hayata bakışından doğan bir sıkıntı oldu içimde. "Geçecek bu ilaçlarla ama bittiğinde geçmezse cilt doktoruna gözükmelisin" dedim. Zorla oturduğu sandalyeden birbirine bitişik duran eski ayakkabılarında bir yay varmış gibi kalktı.
Kim-bilir başka ne sorunları vardı? Sevdiği bir kız var mıydı? Vardı muhakkak. Sivilcelerinden ötürü kendini ne kadar da çirkin hissediyordu, belki beğendiği kızla konuşamıyordu bile bu sivilceler yüzünden. Belki de yapısı böyleydi o kızla asla konuşamayacak ömür boyu bir hatıra olarak sesini duymadığı bu kızın yüzünü başka insanlarda arayacaktı. Karamsarlaşmıştım, "her şey para değil ya, her şey sivilceli olmak değil ya hem " diyerek kendimi teskin ettim.
Öğle arası olmuş olmalı ki hastalar kesilmişti. Dışarı çıktım bahçeye. Ama ergenliğimizdeki kırılganlıklarımızı hassaslıklarımızı hatırlayınca içimde bu delikanlının hayatındaki olumsuz şartlara karşı bir öfke belirdi. Çocuğun yarattığı duygusal ortamdan kurtulamamıştım düşünüp duruyordum ki telefon çaldı. Tam olarak ne olduğunu hatırlamıyorum ama çok da önemli olmadığı kesin. Neyse telefondu yemek molasıydı, kuşların cıvıltısı hayatın dertleri falan derken unuttum gitti bu delikanlıyı.
Bir haftadan fazla zaman geçmişti herhalde, bir iş çıkışı yolda karşılaştım bu çocukla. Dalgın dalgın gidiyordu, her zamanki gereksiz dağınık dikkatimle her yeri incelerken onu ben fark ettim, "merhaba" deyince tanıdı beni, durdu. "Ne yaptın hiç mi azalmadı sivilceler" dedim, canım çok sıkılmıştı.
Bari ilacı kullandığı süre boyunca geçseydi de sivilcesiz yüzünün şeklini görse kendine güveni geri gelseydi, diye içimden verdiğim ilaçlara da kızdım.
"Yok hocam kullanamadım ilaçları kullanabilsem geçerdi herhalde "dedi
Bu kez öfkem çocuğa yöneldi, gelseydin ya tekrar ilaçlar dokundu kullanamadım deseydin ya yavrum ya" dedim.
"Yok hocam hiç alamadım ki çok pahalı tuttu dedi" Bunu söylerken bile alamamış olduğu ilaçların varlığından onu haberdar etmiş olduğum için bana minnet duyan bakışları vardı. En azından derdinin şifasız olmadığını bir reçete yazarak ona anlatmıştım. O bile yetmişti demek ki. Ama bir yandan çok cüzzi bir miktar tutan bu ilaçları alamamıştı...Bunları düşündüm. Yarın gelsene numune ilaçlardan varsa verelim sağlık ocağında dedim. Aynada yüzündeki sivilcelerin tamamen kaybolduğu yüzüne bakıyormuş gibi gülümsedi.
Böyle de bir dünya var dedim içimden, milyon dolarlardan değerlidir bazen alamadığınız 5 liralık bir ilaç...Hatta dünya tamamen böyle adaletsiz bir yerdi.