On yaşındaki oğlumun okulunun son günleriydi.Uzun zamandır yaklaşan tatil heyecanı, derslerinin azalması, deniz sezonunun açılması derken her akşam daha da keyifliydi. O gün okul çıkışına kadar. Bahçe kapısının önünde içinde hiç kitap olmayan okul çantasını elime içinde yirmi kilo kitap varmış gibi verdi ve arabaya doğru yürümeye başladı.Yüzünden düşen bin parçaydı.Arabaya bindikten sonra suskunluğu ilk bozan ben oldum."Nasıldı günün" dedimse de cevap alamadım.Eve kadar yol sessizlik içinde devam etti.Eve girince de bu suskun hali sürdü. Akşam yemekten sonra ,ÇÖMÜ sahasına gidip top oynayalım mı? bile demedi.Akşamları en büyük keyfimiz futbol oynamaktı.Ben soru sorunca geriliyor daha da konudan kaçıyordu.Kafamda sınıfta kavga ettikleri ya da arkadaşlarıyla tartıştıkları düşüncesi vardı.Sonra ne oldu bilmiyorum, baba ben sahile doğru yürüycem, dedi. "Ben de geleyim mi ?"diye sorunca sanki ,sen bilirsin, sesinden çok "lütfen gel" diyen bir tonla "oluuur" dedi. Güneşin batışını izlemek gibi bir keyfim hiç olmadı.Anlayamadım bunun değerini belki de. Belki de dünyadaki her an güneşin batışı gibi etkileyiciydi, bilemiyorum.Güneşin batışıyla beraber içindeki suskunluğun baraj kapakları açıldı oğlumun.Karşıda dev bir gemi batan güneşi üzerine düştüğü dağdan alıp göütüyordu.Sıra bana gelmişti sanki çok ağır bir yük için hazırlandım. " baba insanlar iyi arkadaş mı nasıl anlaşılır" dedi. "paylaştıkları konuştukları şeyler birbirlerine duydukları güven...." diye girmek istedim ama sustum ne diyeceğimi bilmeden. Oğlum tüm hızıyla devam etti. "ya baba arkadaşım hep benimle oynuyordu ama şimdi hiç oynamıyor hep Togan la oynuyorlar bu ne demek ?"dedi "ne demek olacak oğlum, sen de başka başka zamanlarda diğer arkadaşlarınla oynamıyor musun? dedim "oynuyorum ama başka bir sorun daha var, artık derslerde matarasını benim mataramın değil Togan'ın matarasının yanına koyuyor" dedi. " derslerde mataralarını cam önüne diziyorlardı ve bana daha önce biz hep arkadasım Nazenin ile mataralarımızı yan yana koyuyoruz" demişti. "bunun bir anlamı olabilir mi? "diye tekrar sorunca "ne anlamı olacak oğlum öyle denk gelmiştir"dedim. Sonra gemi sırtlanmaya çalıştığı güneşi dağın arkasına düşürdü.Hava daha da karardı ve ben aslında mataranın su ve besin olduğunu temel sevgi ve bağlanma araçlarından biri olduğunu ve birbirine duyulan güvenle alakalı olduğunu düşündüm" "evet ya ben de herşeyi kafaya takıyorum baba demi ne alaka ya dedi" güldü.Geminin arkasında bıraktığı iz ve kıyıya vurup şekillendirdiği dalgaların etkisinde kumsal her an değişiyordu ve küçük kalbi ufak bir sızıyla kendini yatıştırmaya çalışmıştı. Bir baba olarak şunu mu demeliydim?" o matara her zaman başka bir nesneye dönüşecek bazen en sevdiğin tebessüm başka birinin söylediği söze giderken, bazen yaptığın fedakarlıklar başka bir cam kenarında unutulacak. Bazen tutmak için uğraştığın sözler kimsenin umrunda olmayacak, bazen emek emek ördüğün inandığın şeyler bir anda uçup gidecek" mi demeliydim. Diyemedim Eve doğru yürümeye başladık.Oğlum hala kendini inandırmaya çalışıyordu."Aynen ya mataranın ne anlamı olacak ki" derken bana sarıldı.
Anasayfa
Yazarlar
Dr. İzzet Akın TÜTÜNCÜLER
Yazı Detayı
Bu yazı 604+ kez okundu.
SU MATARASI ve ÇOCUK KALBİ
On yaşındaki oğlumun okulunun son günleriydi.Uzun zamandır yaklaşan tatil heyecanı, derslerinin azalması, deniz sezonunun açılması derken her akşam daha da keyifliydi. O gün okul çıkışına kadar. Bahçe kapısının önünde içinde hiç kitap olmayan okul çantasını elime içinde yirmi kilo kitap varmış gibi verdi ve arabaya doğru yürümeye başladı.Yüzünden düşen bin parçaydı.Arabaya bindikten sonra suskunluğu ilk bozan ben oldum."Nasıldı günün" dedimse de cevap alamadım.Eve kadar yol sessizlik içinde devam etti.Eve girince de bu suskun hali sürdü. Akşam yemekten sonra ,ÇÖMÜ sahasına gidip top oynayalım mı? bile demedi.Akşamları en büyük keyfimiz futbol oynamaktı.Ben soru sorunca geriliyor daha da konudan kaçıyordu.Kafamda sınıfta kavga ettikleri ya da arkadaşlarıyla tartıştıkları düşüncesi vardı.Sonra ne oldu bilmiyorum, baba ben sahile doğru yürüycem, dedi. "Ben de geleyim mi ?"diye sorunca sanki ,sen bilirsin, sesinden çok "lütfen gel" diyen bir tonla "oluuur" dedi. Güneşin batışını izlemek gibi bir keyfim hiç olmadı.Anlayamadım bunun değerini belki de. Belki de dünyadaki her an güneşin batışı gibi etkileyiciydi, bilemiyorum.Güneşin batışıyla beraber içindeki suskunluğun baraj kapakları açıldı oğlumun.Karşıda dev bir gemi batan güneşi üzerine düştüğü dağdan alıp göütüyordu.Sıra bana gelmişti sanki çok ağır bir yük için hazırlandım. " baba insanlar iyi arkadaş mı nasıl anlaşılır" dedi. "paylaştıkları konuştukları şeyler birbirlerine duydukları güven...." diye girmek istedim ama sustum ne diyeceğimi bilmeden. Oğlum tüm hızıyla devam etti. "ya baba arkadaşım hep benimle oynuyordu ama şimdi hiç oynamıyor hep Togan la oynuyorlar bu ne demek ?"dedi "ne demek olacak oğlum, sen de başka başka zamanlarda diğer arkadaşlarınla oynamıyor musun? dedim "oynuyorum ama başka bir sorun daha var, artık derslerde matarasını benim mataramın değil Togan'ın matarasının yanına koyuyor" dedi. " derslerde mataralarını cam önüne diziyorlardı ve bana daha önce biz hep arkadasım Nazenin ile mataralarımızı yan yana koyuyoruz" demişti. "bunun bir anlamı olabilir mi? "diye tekrar sorunca "ne anlamı olacak oğlum öyle denk gelmiştir"dedim. Sonra gemi sırtlanmaya çalıştığı güneşi dağın arkasına düşürdü.Hava daha da karardı ve ben aslında mataranın su ve besin olduğunu temel sevgi ve bağlanma araçlarından biri olduğunu ve birbirine duyulan güvenle alakalı olduğunu düşündüm" "evet ya ben de herşeyi kafaya takıyorum baba demi ne alaka ya dedi" güldü.Geminin arkasında bıraktığı iz ve kıyıya vurup şekillendirdiği dalgaların etkisinde kumsal her an değişiyordu ve küçük kalbi ufak bir sızıyla kendini yatıştırmaya çalışmıştı. Bir baba olarak şunu mu demeliydim?" o matara her zaman başka bir nesneye dönüşecek bazen en sevdiğin tebessüm başka birinin söylediği söze giderken, bazen yaptığın fedakarlıklar başka bir cam kenarında unutulacak. Bazen tutmak için uğraştığın sözler kimsenin umrunda olmayacak, bazen emek emek ördüğün inandığın şeyler bir anda uçup gidecek" mi demeliydim. Diyemedim Eve doğru yürümeye başladık.Oğlum hala kendini inandırmaya çalışıyordu."Aynen ya mataranın ne anlamı olacak ki" derken bana sarıldı.