Bir seminerde, mülakat bahsinde yaşanmışlıklardan bahsederken hemen herkes karşılaştıkları olumsuzluklardan bahsetti durdu. Anlatma sırası arkalarda oturan gözlüklü, güzelliğiyle dikkat çeken kıza geldi. Kız, kendinden emin bir ifadeyle ‘Ben şu sıralar harika mülakatlar yapıyorum. Firmalar peşimde’ dedi.
Şaşırmıştık ama bazıları eminim ‘Bu güzellik bende olsa ben de ne mülakatlar yapardım’ diye geçirdi içinden dudağının kenarına iliştirilmiş gülümsemeyle.
‘Hocam 2 yıldır işsizim’ diye başladı kız ve devam etti: ‘Halen de işsizim. Çalmadık kapı, özgeçmiş göndermediğim mail adresi kalmadı. Günlerce, aylarca iş aradım. Baktım ki, iş miş bulacağım yok. Önce saldım kendimi. Sonra öfkelendim hayata, beni dikkate almayan firmalara, -Biz sizi ararız- yalanına. Sonra sakinleştim ve yeni bir özgeçmiş yazdım kendime Türkçe ve İngilizce’.
Herkes acıyan gözlerle bakıyordu kıza. 2 yıl gerçekten çok uzundu ve kız onca güzelliğine karşın hiç dikkat çekmemişti. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘Bu nasıl bakış açısı yahu?’. Haklısınız. İşletmeler sadece ve sadece yetkinlikleri baz alıyorlar ya mülakatlarda… Hani hiç torpil olmuyor, mülakatı yapan müdürler subjektif faktörlere hiç mi hiç prim vermiyorlar. Harika yapılandırılmış mülakat süreçleri sayesinde ne iş arayanlar iş bulabiliyor, ne de şirketler aradıklarını. Neyse… biz yine kıza kulak verelim:
‘Özgeçmişimde Boğaziçi İşletme’yi bitirdikten sonra master için Yale Üniversitesi’ne davet edildiğimi, ancak Harvard’ı tercih ettiğimi. Ardından Princeton Üniversitesi’nde doktora derecesi elde ettiğimi, 2 yıl Fransa’ya geçip Sorbonne’da dil öğretimi gördüğümü, İngilizce, Fransızca’yı advanced, Almanca ve İspanyolca’yı da upper seviyesinde bildiğimi, İtalyanca’mın ise henüz yeterli bir seviyeye gelemediğini ve buna çok üzüldüğümü, iş yaşamıma Wall Mart’ta finans departmanında başladığımı kısa sürede yönetici olduğumu, ardından Donna Karan’ın yardımcılığını üstlendikten sonra Merril Lynch’te uzak doğu bölüm yöneticisi olduğumu. Ancak ailem ve ülkemden uzak kalmaya dayanamadığım için Bursa’ya döndüğümü anlattım’.
Herkes büyülenmiş gibi kıza bakıyordu. Kız ilgiden memnun konuşmasını sürdürdü: ‘Oluşturduğum özgeçmişi sadece müracaat edip beni kaale almayan, görüşmeyi bile çok gören firmalara değil, belli başlı büyük firmalara da gönderdim’.
Hepimizden bir ‘Eeeee sonra…’ sözü çıktı. Kız: ‘Ee’si telefonum peş peşe çalmaya, mailbox’ım davet mailleriyle dolmaya başladı. Firmalar, ısrarla benden randevu istiyorlar, bu kez ben nazlanıyordum. Hatta bu kadar ısrarı görünce görüşmeye gelmek için yol masraflarımın karşılanmasını talep ediyor, koca koca holdinglerin anlı şanlı İK müdürlerine –Bu hafta çok yoğunum, öbür haftaya belki gelebilirim- diye nazlanıyordum. Tüm kaprislerime karşın firmalar pes etmiyor, benden bir randevu koparmak için birbirlerini eziyorlardı. Sırf gururum okşansın diye 2 büyük holdinge mülakata gittim. Kapılarda karşıladılar beni. Öyle zor sorular
sorarak yormadılar fazla. Neredeyse mülakatın tamamına yakınında kendileriyle çalışırsam beni nasıl ihya edeceklerini anlattılar. Düşüneceğimi söyleyip ayrıldım’ derken zaferinin tadını çıkaran Jül Sezar gibiydi.
Filmin sonunu merak edenler için söyleyelim: Burnundan kıl aldırmayan kızımız bu oyundan yeterince tatmin duygusu yaşamış olmalı ki, firmalara mail gönderip Türkiye’de kendine uyan bir iş bulamadığını belirterek Amerika’ya döneceğini bildirmiş. Buna rağmen mülakat davetlerinin ardı arkası kesilmemiş.
Kızı dinledikten sonra aklınıza şöyle bir soru geldiğinin farkındayım: ‘Böyle bir kızla çalışır mıyım acaba?’… Ben çalışırdım. Hem de zevkle… Ya siz?