Tek kelime ile beklemez..
Böyle bilirdik, böyle öğrendik..
Ancak, dün akşam itibariyle, gazeteciliğin temeli olan bu ilke de değişmiş.
Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 23 Eylül 2016 tarihinde saat, 18.00 civarında Türkiye'ye döndü.
Çok önemli bir geziden dönen Cumhurbaşkanı, inmeden saatler önce uçakta, beraberinde götürdüğü Gazeteci arkadaşlara "çok önemli" açıklamalar yapmış.
Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının "Çok önemli" olduğunu, uçaktaki bir gazeteci arkadaş, uçaktan iner inmez ayağının tozuyla katıldığı bir haber kanalının ana haberinde ve bu sabah yaptığı bir programda söylüyor.
Dahası; bu "çok önemli" açıklamayı, geziyi izleyen gazeteci arkadaşlarıyla aldıkları karar ve yaptıkları "anlaşma" çerçevesinde; “ancak yarın (yani 2 gün sonra) yazacaklarını-anlatacaklarını” da televizyon ekranlarında anlattı.
Birbirlerine, yani televizyon temsilcilerinin, yazılı basın temsilcilerine haksızlık etmemesi için bu kararı aldıklarını, kendisinin de bu karara uyarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediklerini aktarmayacağını ve bu konuda soru sormamasını istiyor spikerden..
Spiker de bu gazeteci arkadaşın çok ilginç haberleri anlatacağını o nedenle koşa koşa televizyona geldiğini “… arkadaşımız kelimenin tam anlamıyla ayağının tozuyla yanımıza geldi. Uçaktan indi ve hemen buraya geldi” diye aktarıyordu.
Oysa bu ünlü gazeteci, “isterseniz size uçaktaki izlenimleri anlatabilirim” deyince biraz şaşırdı. Çaresiz, söyleşiye devam etti
Aynı gazeteci bu sabah yaptığı bir programda bu anlaşmayı tekrarlayınca bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Bir programın anonsunu yapar gibi, tam bir gündür, bu haberin anonsunu tekrarlayarak, " çok önemli" açıklamayı, daha da merak ettirmeye çalışıyor.
Bu kararı alanların içinde ünlü köşe yazarlarımız ve genel yayın yönetmenliği yapmış arkadaşlarımızın olduğunu da aktarmalıyım. Onların bugün çıkan gazetelerdeki köşe yazılarına baktım. Uçakta alınan karara ve anlaşmaya tamamen uymuşlar ve yazılarında Cumhurbaşkanı’nın uçaktaki açıklamalarından tek kelime bile söz etmemişler.
Neden?
Çünkü uçaktaki Gazeteci arkadaşlarımız aralarında, Cumhurbaşkanının açıklamalarıyla ilgili haberi bekletmek için anlaşmışlar. "Birbirimize haksızlık olmasın" diye, aynı gün yazma-anlatma kararı almışlar.
Yani biz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün öğle saatlerinde gazeteci arkadaşlarımıza yaptığı açıklamaları öğrenebilmek için bir gün daha bekleyeceğiz.
Onlar, (Gazeteciler) haberi bekletme kararı alıyorlar, aralarında anlaşıyorlar, bir gazeteci bile çıkıp, "arkadaşlar haber beklemez.Bu topluma haksızlık olur. Halkın haber alma özgürlüğüne aykırı davranıyoruz. Adı üzerinde haber. İki gün sonra verilecek bir haber, haber olmaktan güncel olmaktan çıkar. Kamuoyu bu haberi bekliyor" diyerek karara karşı çıkmıyor.
Hatta, köşe yazarlığı ve genel yayın yönetmenliği yapmış eski gazeteciler bile bu karara karşı çıkmıyor. Aksine karara harfiyen uyuyorlar..
Biz de Cumhurbaşkanları, Başbakanların uçaklarına bindik. Yurt dışı gezileri izledik.
Ama, hiçbir zaman devletin zirvesindeki bir ismin, ABD gibi çok önemli bir ülkeden dönerken, üstelik ülkemizin içinde bulunduğu bir dönemde yaptığı açıklamaları,iki gün bekletme "ahlakını" ve gazeteci "terbiyesini" göstermedik!
Üstelik bu karar, o açıklamaları yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da haksızlık. Erdoğan gazeteciler iki gün bekletsin diye konuşmuyor. Bir kere haber, güncelliğini yitiriyor. İkincisi Cumhurbaşkanı söylediklerinden dolayı iki gün sonra ters köşeye de düşebilir. Bunu yarın göreceğiz..
Bizler, uçaktan iner inmez bürolarımıza koşarak Cumhurbaşkanı’ndan dinlediklerimizi kamuoyuna aktarırdık. Hem de birbirimizle yarışırcasına. Haberi bir saniye önce verirsek, kendimizle gurur duyardık..
Ayağımızın tozuyla televizyona koşarak, spiker arkadaşımıza ve kamuoyuna; "Evet, Sayın Cumhurbaşkanı çok önemli açıklamalar yaptı. Ancak biz aramızda anlaştık. iki gün sonra yazacağız-anlatacağız. İyisi mi ben size izlenimlerimi anlatayım" demedik, diyemezdik. O dakika gazete ve tv yönetimi bizi kapının önüne koyardı.
Üstelik, Türkiye'nin içinde bulunduğu bu kritik dönemde, bu önemli haberi vermeme hakkını, gazeteci ünvanına sahip hiç kimse gösteremez. Gösterirlerse, işte böyle olur..
Hele hele bu arkadaşımıza göre “çok önemli” haberin anonsunu yaparak, “birbirimize haksızlık olmasın diye beklettiğimizi, “iki gün sonra yazacağımızı-anlatacağımızı" söyleyemezdik.
Böyle bir şey yapsak ertesi gün, bırakın genel yayın müdürünü haber müdüründen fırça yerdik.
Herşeyden önce kendimizden utanır, gazeteciliğimizi sorgulardık..
Kolay gelsin..