Anayasa değişikliği tartışmaları, baskıcı politikalar, eğitimdeki kötü tablo, terör saldırıları, dinin ülkede ayrılıkçı, dışlayıcı bir enstrüman olarak kullanılması…
Hepsi toplumu derin bir huzursuzluğa itiyor.
Farkındayım, can sıkıcı, umut kırıcı bir atmosfer var.
Siyaset, medya, yargı, sivil toplum… Hepsi işlevini yitirmiş.
Umudumuzu kaybetmemize neden olacak “Yok artık burası iflah olmaz” diyeceğimiz türden olaylar yaşıyoruz.
Fakat bazen oluşan bu atmosfere yenik düştüğümüzü düşünüyorum. Anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçmesi kimilerindeki bu umutsuzluğu karamsarlığı büsbütün artırdı.
Bu referandumu ülke için bir ölüm kalım meselesi olarak görenlerin sayısı bir hayli fazla. Kuşkusuz ülke için çok ciddi bir eşik. Fakat Türkiye ‘Evet-Hayır’ arasına sıkıştırılmayacak kadar büyük bir ülke.
‘Hayır’ çıksa işleri toparlamak belki daha kolay olur ama ‘Evet’ çıksa da dünyanın sonu değil. ‘Evet’ çıkarsa toparlanmak biraz zaman alacak.
Belki de yapacağımız tartışmaları biraz daha sert yapacağız. Biraz canımız yanacak.
Ama sonuç değişmeyecek.
Türkiye’nin demokrasiden, özgürlükçü anlayıştan başka gideceği bir yer yok. Çünkü şunu biliyoruz: Anayasa değişikliğinde ortaya konulan bu yaklaşımla bir ülke yönetilemez.
Yani tek adam rejimi ile bir ülkeyi yönetmek için artık çok geç.
Ne teknolojideki gelişmelerle dünyanın geldiği yeni evre buna izin verir ne de ekonomide dünyayla entegre yapımız. Ne toplumsal farklılıklarımız buna müsaade eder ne de Türkiye’nin 100 yıllık hayatındaki elde ettiği kazanımlar.
Türkiye’nin laiklik tecrübesi var.
Kadının toplumsal hayatta edindiği devasa rol var. Kadını bundan sonra toplumsal hayatın dışına çıkarmaya kimsenin gücü yetmez.
Ama aynı zamanda Ortadoğu ülkelerinden farklı olarak daha nezih, daha sakin, insan sevgisini ön planda tutan bir din anlayışı var.
Sosyal medyadaki, TV’lerdeki üç beş dindar kılıklı, IŞİD kafalı soytarıya bakarak değil, topluma bakarak Cumhuriyet dönemi kazanımlarının inanç anlayışımıza kattığı değerlerin farkına varabiliriz.
Türkiye, ya laik ya da Müslüman açmazına itilecek bir ülke değil.
Çünkü Türkiye hem laik hem de Müslüman bir ülke. Türkiye bir taraftan yılbaşı kutlayan, ertesi gün cumaya giden insanların ülkesi.
Türkiye bir tarafta camiye giden, diğer tarafta cemevine gidenlerin ülkesi. Türkiye inansa da inanmasa da dostça, kardeşçe yaşayabilenlerin ülkesi.
“Ya osun ya da busun” zorlamasını kaldıracak bir ülke değil. Çünkü Türkiye hem ötekinin hem berikinin ülkesi.
Mesela eğitimdeki felaket tabloyu görünce karamsarlığımız artıyor. Evet, can sıkıcı bir tablo var. Fakat hepimiz daha kötüsünü de gördük.
Mesela benim dönemimde derslerin yarısı boş geçerdi. O dönemde öğrencilerin ancak yüzde beşi üniversite sınavını kazanırdı.
Yaşlı insanlarımızın birçoğu okuma yazma bilmez.
Şimdi kötü tabloya rağmen özel okullarda da olsa okuyan, iyi eğitim alan, daha anaokulunda yabancı dil öğrenen, yurtdışında üniversite okuyan, yüksek lisans yapan milyonlarca gencimiz var.
İnternet üzerinden farklı kültürleri tanıyan, onların filmlerini izleyen, müziklerini dinleyen; inancın, etnik kökenin esasında insan kişiliğine artı bir değer katmadığını fark eden, demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin ne demek olduğunun anlayan, tadını alan milyonlarca genç yaşıyor bu ülkede.
Gelecekte onlar var olacak, Tayyip Erdoğan değil. Bir ülke bir adamla var olmaz, bir adamla da yok olmaz.
Tayyip Erdoğan yalnız bir adam.
O çevreyi bilen biri olarak yazıyorum: Erdoğan uyguladığı bu baskıcı politikalarda, kurmaya çalıştığı tek adam rejiminde yalnız başına.
Etrafındakilerin hiçbiri Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı Türkiye’ye inanmıyor.
Erdoğan’a inanmıyor. Kimisi korkuyla, kimisi kişisel çıkar hesabıyla ama hepsi de mecburiyetten inanmış gibi davranıyorlar.
Bu insanlar kapalı kapılar ardında, adı muhalife çıkmış bizim gibi insanların söylemekten imtina edeceği türden cümleler kuruyorlar Erdoğan hakkında.
Erdoğan, ülkeyi dünyanın tersi bir istikamete çekmeye çalışıyor.
Ve bu yolda yalnız bir adam.
Zorlar, yorar, tadımızı kaçırır ama başaramaz. Yaptıkları bize zaman kaybettirmekten başka bir şeye yaramıyor.
Çünkü hayalini kurduğu ülkenin yönetilemez, yürüyemez, ayakta kalamaz bir ülke olduğunu fark edecek.
Evet, şimdilik çok güçlü. Çünkü devletin bütün olanakları onun elinde.
Ama tek adam rejimi ile bir ülkenin yönetilemeyeceğini söyleyen bizler haklıyız.
Haklı olmanın verdiği büyük bir avantaj var elimizde. Haklılığımızı dünyadaki yaşanmış örneklerden alıyoruz.
Tekrar edeyim: Referandum sonucu ülke için son değil, başlangıç da değil.
Kaldı ki; haklılığımızı iyi anlatırsak kazanabiliriz de.
Dostlukla, içtenlikle, amacımızın Erdoğan’ı engellemek değil, Türkiye’nin daha fazla zarar görmesini engellemek olduğunu net bir şekilde topluma anlatacağımız bir kampanyayla başarabiliriz.
40 milyonu özgürlüğün, demokrasinin tadına varmış genç, toplam 80 milyonluk bir ülkenin tek bir adamın aklıyla yönetilemeyeceğini, bunun mümkün olmayacağını topluma anlatabiliriz.
Farklılıklarımızın bir zenginlik olduğuna, burasının sadece ‘bizim’ değil, hepimizin ülkesi olduğuna ve bunu gösterecek bir anayasayı yazmanın mümkün olduğuna toplumu ikna edebiliriz.
Kırmadan, dökmeden, hakaret etmeden, ideolojik tartışmalara girmeden, meseleyi ‘sen ben kavgası’na çekmeden yapacağımız bir “Hayır” kampanyası ile bu gidişatı tersine çevirebilir, herkesin huzur içinde yaşayacağı kimsenin kimseye üstünlük taslamayacağı yeni bir anayasa yazabiliriz.
Bu mümkün.
Hem de fazlasıyla mümkün.
Umutsuzluğa kapılmayın!
Dünya tarihinde ne ülkeler ne badireler atlattı.
Biz mi atlatamayacağız.
Yeter ki bir şey yaparken ideolojik veyahut kişisel kazancı değil, ülke kazanımını esas alalım.
Kaynak; diken.com.tr