Köprülülü Hamdi Bey; Barışta:’’Şiir yazan, yağlı- sulu boya, kara kalemle resimler yapan, ud, piyano, keman, tambur çalan bir sanatçıdır. Okuyup düşünmeyi en zevkli uğraş sayar. Şık ve temiz giyinmeyi medeniliğin mareşal üniforması bilir. Zeki, bilgili, ince ve olgun bir insandır.’’ Kurtuluş Savaşı’nda:’’Başında koyu kazak karası bir kalpak… Çehresinde simsiyah bir Cemal Paşa sakalı… Sırtında rütbeleri sökülmüş, kışlık, hâki, eski bir subay ceketi… Ayaklarında yün konçlu bir çizme… Bacağında asker pantolonu… Sağ elinde Karabağ filintası… Sol elinde sapı gümüş bir kamçı…Göğsünde, birkaç bölüğe yetecek kadar mermilerle dolu fişeklik… Belindeki fişeklikli kemerden sarkan bir barabellum… Boynuna geçirilmiş kayışta sallanan bir askerî zays dürbünü… Yine boynuna geçirilmiş bir başka kayışa takılmış kocaman harita çantası… Ve belinden sarkan bomba.” General Kâzım Özalp, KÖPRÜLÜLÜ HAMDİ BEY’i böyle anlatıyor.
KÖPRÜLÜLÜ ŞEHİT HAMDİ BEY-2
Köprülülü Hamdi Bey;
Barışta:’’Şiir yazan, yağlı- sulu boya, kara kalemle resimler yapan, ud, piyano, keman, tambur çalan bir sanatçıdır. Okuyup düşünmeyi en zevkli uğraş sayar. Şık ve temiz giyinmeyi medeniliğin mareşal üniforması bilir. Zeki, bilgili, ince ve olgun bir insandır.’’
Kurtuluş Savaşı’nda:’’Başında koyu kazak karası bir kalpak… Çehresinde simsiyah bir Cemal Paşa sakalı… Sırtında rütbeleri sökülmüş, kışlık, hâki, eski bir subay ceketi… Ayaklarında yün konçlu bir çizme…
Bacağında asker pantolonu… Sağ elinde Karabağ filintası… Sol elinde sapı gümüş bir kamçı…Göğsünde, birkaç bölüğe yetecek kadar mermilerle dolu fişeklik… Belindeki fişeklikli kemerden sarkan bir barabellum… Boynuna geçirilmiş kayışta sallanan bir askerî zays dürbünü… Yine boynuna geçirilmiş bir başka kayışa takılmış kocaman harita çantası… Ve belinden sarkan bomba.”
General Kâzım Özalp, KÖPRÜLÜLÜ HAMDİ BEY’i böyle anlatıyor.
Önceleri Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti'ne sempati duyan Kara Hasan Çetesi, Anzavur Ahmet'in etkisi ile de yavaş yavaş bu bağını koparır. Artık kendi bildiğine göre hareket etmeye başlar. Çete kontrolden çıkar, çevreye daha fazla zarar vermeye başlar. Bu durum karşısında, Biga Müdafaa-ı Hukuk Derneği Başkanı Müftü Hamdi Bey, Balıkesir'deki Albay Kazım Bey'den yardım ister. Kazım ÖZALP, ("Önceleri bir düşünce adamı olan, okumayı seven, şiir yazan, yağlı boya, kara kalem resim yapan, ud, keman, tambur çalan, şık ve temiz giyinen, her gün traş olan, titiz Maiyet Memuru. Ama gözünü budaktan sakınmayan çetin bir savaşçı, yaman bir kavga adamı ortaya çıkmıştı" şeklinde söz ettiği) Hamdi Bey’i Biga'ya gönderir. Hamdi Bey 40 kadar kuvveti ve Dramalı Ali Rıza Bey'i yanına alarak yola çıkar. Yolu üzerindeki Bandırma'ya uğrar ve burada Yıldız Oteli'ni işletmekte olan, fikir ve düşünce arkadaşı Kani Bey'i de yanına alır. 12 Ocak 1920 tarihinde Balıkesir'den hareket eden Hamdi Bey bir hafta sonra 18 Ocak tarihinde beraberindekiler ile Biga'ya gelir. Bu üç vatansever, önce Kaymakam Sakıp Bey ve sonra da, kasabanın ileri gelenleri ile görüşerek, memleketin durumu hakkında bilgi verir.
Hamdi Bey ve Kani Bey'in Biga'daki çalışmalarına değinmeden önce o zamana kadar olan yaşadıklarını incelemek gerekir:
HAMDİ BEY’İN BİGA’DAKİ ÇALIŞMALARI
İzmir'e Doğru Gazetesi'nde "Biga'da Hamdi Bey" başlıklı habere göre Hamdi Bey, Biga'ya 1920 yılı Ocak ayının ilk haftasında hareket etmiştir. Yanında Dramalı Rıza Bey ve 37 kişilik bir kuvvet ve Kani Bey vardır.
Hamdi Bey, önce Biga'daki ortamı inceler. Daha sonra da, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin çalışmalarını geliştirmeye koyulur. Öncelikle yörede güvenliğin sağlanması gerekmektedir. Bunun için de çevredeki silahlar toplatılmak istenir. Halk elindeki silah ve cephaneyi çetelerden korunmak için vermek istemez. Buna rağmen, Biga yöresinden oldukça silah ve cephane toplanır. Çevrede kanunsuz hareketlerde de azalma görülür. Ancak, Kara Hasan Çetesi silahlarını teslim etmedikleri gibi, kurdukları kır bekçiliği sistemi ile de halkı soymaya devam ederler.
Hamdi Bey'e Balıkesir'de Biga hakkında bilgi verilirken, Raşit Bey ile işbirliği yapılması söylenmiştir. Zaten Biga'ya geldiğinde Raşit Bey (Raşit USUMİ) tarafından karşılanmıştır.
Bu Kara Hasan Çetesi'nden kurtulmak için İpkaiyeli (Bakacak) Çerkez Osman Bey, Raşit Bey, Arnavut Rahman, Arnavut Ahmet’in kardeşinin oğlu İzzet'i vuran Dağıstanlı Yusuf Karabiga Ovası'nda Dutluk Çiftliği yakınında bir ağacın altında toplanırlar. Hazırlanan plana göre; "Çan'a baskın yapılacak ve Kara Hasan Çetesi'nden de yardım istenecek. Kara Hasan buna karşı çıkacak bu durum bahane edilerek çete grubu tutuklanacaktır." Bu plan Kaymakam ile Jandarma komutanına da bildirilir. Kara Hasan ve en yakın arkadaşları Suphi Bey ile Kürt Halil Çavuş bu nedenle Belediye binasına çağrılır. Bu sırada Jandarmalar ve Kuva-yı Milliye güçleri çetenin karargahı olan Hacı Piti Hanı ile Belediye Binasını sararlar. Ayrıca Hamdi Bey'in adamları da Belediye binasında gerekli tedbirleri alırlar. Kara Hasan ve gurubu Çan baskını teklifine karşı çıkarlar. Üstelik Hamdi Bey’den de emir almayacağını söylerler. Plan gereği Hamdi Bey kovarcasına kapıyı gösterir. Kapıdan çıkar çıkmaz da Dramalı Rıza Bey ve arkadaşlarının tabanca namlularıyla karşılaşırlar. Çetenin başları tutuklanarak elleri kelepçelenir. Yalnız Kara Hasan'ın yoğun isteği üzerine ona kelepçe vurulmaz. Çetenin karargahı olan Hacı Piti Hanı ile çarşıdaki kahveleri basılır. Yollarda rastlanan çeteler de tek tek tutuklanarak, hepsi birlikte, şimdi yıktırılan hükümet konağı arkasında bulunan cezaevine kapatılır. Bu sırada Kara Hasan'ın üzerinden, Anzavur Ahmet ile ilişkisi olduğunu gösteren, Anzavur Ahmet'in yazdığı mektup bulunur. Çete üyelerinden kaçanlar da olmuştur. Bunların peşine düşülür ama hiç biri yakalanamaz. Bir gün sonra, Kara Hasan Çetesi'nin tüm işlerini planlayan Suphi Bey ile Demetokalı (Gümüşçay) Mustafa, hayvan pazarı (çay boyundaki şimdiki otopark) denilen yere götürülerek, öldürülür. Bu çete grubunun yakalanması Biga’da Hamdi Bey'e olan güveni arttırdığı gibi halkı da rahatlatır. Ayrıca Kuva-yı Milliye’ye karşı duyulan güveni de arttırır
Artık yerine gelmişken tekrar belirtmek gerekir. Hamdi Bey'in Biga'ya asıl geliş nedeni; Biga'yı Kuva-yı Milliye adına örgütleme ile kamufle edilen, AKBAŞ CEPHANELİĞİNİN ANADOLU'YA KAÇIRILMASI olayıdır (Kazım ÖZALP’ın anılarından). Bu olay asıl Akbaş Cephaneliği’nin kaçırılması hareketi nedeniyle de Hamdi Bey ve arkadaşlarının işine yarar.
AKBAŞ BASKINI (26/27 Ocak 1920 gecesi)
Akbaş, Gelibolu Yarımadası'nda, Nara Burnu karşısında, Eceabat'a yakın bir yerdir. Buradaki silah deposundaki silah, cephane ve savaş malzemeleri Çanakkale Savaşı sonrası İtilaf Devletlerinin, ordumuzdan toplayıp kontrol altına aldığı kendi silahlarımızdır. Deponun kontrolü Fransızların denetimi ve gözetimindedir. Bu silah, cephane ve savaş malzemelerinin, o sırada Rusya’da Bolşevikler'e karşı savaşan Vrangel Ordusuna verme planları yapılır. Bir Rus Gemisi, Gelibolu Limanı'nda bu amaçla beklemektedir. Sonuçta Akbaş Cephaneliği ile ilgili telgraf gelir. Hamdi Bey, kasabanın asayiş ve düzenini sağlamak için, Kani Bey'i Biga'da bırakarak, Lapseki'ye gider. Lapseki Kaymakamı Hasan Basri Bey ile Hamdi Bey, Ortaokulu ve Mülkiyeyi birlikte okumuşlardır. Kaymakam Hasan Basri Bey ile tahrirat katibi Kayıkçıbaşı Hasip Efendi'nin yardımlarıyla kayıklar ayarlanır. Bu işi de yoluna koyduktan sonra Kaymakam Hasan Basri Bey'e veda ederek ayrılır. Adamlarının yanına, daha sonra da Bergaz'a (Umurbey) gider. Orada Kuva-yı Milliyeci bir hükümet adamı vardır: Bucak Müdürü Reşadettin Bey. Onunla da görüştükten sonra, Lapseki'ye döner. Hamdi Bey, bırakışma şartlarına uygun olarak, Çanakkale'den büyükçe bir motor ister. 61. Tümen Komutanı Kazım Bey, 14. Kolordu Komutan vekili sıfatıyla Boğaz Komutanı Şevket Bey'e telgraf gönderir. Şevket Bey'den Lapseki ve Karabiga dolaylarında kalan, Kolorduya ait eşyanın Bandırma iskelesine taşınması için acele bir motor gönderilmesini ve motorun kaptanının da, Kolordu tarafından Lapseki'ye gönderilecek bir memurun vereceği emre göre hareket etmesi gerektiğinin bildirilmesini rica eder. Bu memur da Hamdi Bey'dir. İşgal kuvvetleri motor vermek istemez ama ileri sürülen bahanenin (Lapseki'deki Kuva-yı Milliye'nin mallarını Bandırma'ya naklettirileceği) kendilerine bir zarar getirmeyeceğini anlayınca, Bolayır motorunu Lapseki'ye göndermeyi
uygun görürler. Daha sonra Ali Rıza Bey, Umurbey Bucak Müdürü Reşadettin Bey, Şerif Efe, Kalkandereli İbrahim, Resneli Akif, Resneli Ahmet, Orhili Arif, Tikveşli Süleyman, Resneli Adem ve Piriştineli Salih büyükçe bir kayığa binerek Gelibolu yakasına geçerler. Hamdi Bey, Lapseki'de kalıp oradan diğer işleri yürütecektir. Akbaş cephaneliğine yakın bir yerde motordan inen vatanseverler, yakındaki bir köye giderler. Bu köy halkının çoğu Dramalı Rıza Bey'in hemşerileridir, sarmaş dolaş olurlar.
Rıza Bey ve arkadaşlarının geldikleri bu köy halkı, Akbaş cephanelini koruma görevli Fransızlara her zaman tavuk ve yumurta satarlar. Rıza Bey de köylü kıyafetine girerek, her gün başka bir arkadaşıyla cephaneliğe giderek tavuk ve yumurta satar. Fransızlara biraz daha ucuz yumurta vererek, tanışır. Kısa bir zaman içinde, cephaneliğin önemli yerlerini öğrenir. Biga’ya döner ve Hamdi Bey ile gerekli planlama yapılır. Durum da şifreli bir telgrafla 61.Tümen Komutanı Kazım Bey’e bildirilir.
Baskın hazırlıkları esasen hilelere dayalı karmaşık bir harekat planına dayanmaktadır. Farklı iki koldan hareket eden Köprülü'lü Hamdi Bey ve Dramalı Rıza Bey, yöredeki eşkıyanın takibi izlenimi oluşturmuşlardır. Hatta Köprülü'lü Hamdi Bey’in iki adamı, asker kaçağı olarak yakalanıp Gelibolu Müstahkem Mevki Komutanlığına gönderilmiş, durumdan haberdar olan komutan Halit Bey de bu iki asker kaçağını Akbaş Cephaneliği’ne sevk etmiştir. Cephaneliğe sızma yönünden ikinci bir hareket de Köprülü'lü Hamdi Bey’in adamlarından olan Yüzbaşı Davut Bey’in, Akbaş’taki Türk Muhafız Birliği komutan yardımcısı süsü verilerek cephaneliğe gitmesidir.
Beklenen zaman gelip çatmıştır. Gelibolu'da demirlemiş olan Çar ordusunun bir gemisi ertesi günü cephaneliği yüklenip Rusya'ya götürecektir. Dramalı Rıza Bey, köylülerine yapacakları iş için talimatlar verir. Hamdi Bey, Lapseki yakasında Çardak, Lapseki ve Bergaz'da ne kadar kayık, motor, yelkenli ve sal varsa, tümünü Lapseki iskelesine toplattırır. Bu işin gerçekleşmesinde Kayıkçıağası Hasip Efendi'nin büyük yardımı olmuştur. Her şey tamamdır. Karşı yakadan gelecek işareti beklerler. Ali Rıza Bey, yanına aldığı sekiz adamı ve Burgaz Bucak Müdürü Reşadettin Bey ile gece saat dokuzdan sonra harekete geçecektir. Çünkü o saatte Fransızlar yatıp, dışarıda nöbetçi bırakırlar. İlk iş olarak, nöbetçiler bağlanır. Sonra Şerif Efe Gelibolu tarafından gelecek bir yardımı önlemek için, yanına aldığı Orhili Arif ile biraz ileri gider. Gelibolu yöresindeki çeteler Piriştineli Salih ve Resneli Adem de, Çanakkale tarafından gelecek saldırının önüne geçmek için biraz ileride nöbet tutarlar. Geri kalan adamlarıyla Rıza Bey, doğruca subayların bulunduğu koğuşa gider. Subayları bağladıktan sonra, askerlerin yattığı koğuşa geçer. Askerler sıra ile bağlanır. Bundan sonra iş, karşıya düşmektedir. Rıza Bey eline bir elektrikli ışıldak alarak, Anadolu yakasına doğru üç kez yakıp söndürür. Bunu gören Hamdi Bey, Bolayır motoruna atlar, motorunun ardına kayıkları sıra ile bağlatarak denize açılırlar. Karşı yakaya vardıklarında, Akbaş Cephaneliği, deniz kıyısına yakın bir yerde Hamdi Bey ve arkadaşlarını beklemektedir. Rıza Bey'in köylüleri on dakika içinde bütün cephaneliği deniz kenarına taşırlar.
Hiç vakit kaybetmeden, silah ve cephaneler kayıklarla Bolayır motoruna taşınır. Hamdi Bey, durmadan emirler verir. Rıza Bey de iki tarafta nöbet tutan arkadaşlarının yanlarına gidip gelir, dikkatli olmalarını ister. Kesilmemiş telefon tellerine aldırış bile etmezler. Çünkü; içerideki Fransızların tümü bağlıdır. Telefon istediği kadar çalsın, boşunadır. 8.000 Rus tüfeği, 20.000 sandık cephane ve 40 Rus makineli tüfeği artık, Kuva-yı Milliye’nin eline geçmiştir. Bu olaydan sonra Hamdi Bey’in adı tarihe Akbaş Kahramanı olarak geçer. 26/27 Ocak 1920 gecesi, Gelibolu-Lapseki arasında Bolayır motoru ardına bağlı kayıklarla Bergaz İskelesine yönelir. İskele her türlü çeşitli taşıtlarla doludur. Çünkü baskın yapılacağı gece Çan nahiyesinden başlayarak Lapseki'ye doğru ne kadar at, eşek, deve araba, kağnı varsa hepsi geceleyin Bergaz (Umurbey)'a yığılmıştır. Kaçırılan bu silahlar Rıza Bey komutasında, çevre halkının yardımı ile at, öküz, manda arabaları, eşek, deve, at ve katır gibi hayvanlarla Bergaz (Umurbey) iskelesinden, Eçialan, Balcılar köyü üzerinden, Çanpazarı (şimdiki Çan ilçesi), oradan da Yenice Nahiyesi’ne (şimdiki Yenice ilçesi), taşınır. Yenice'de Camiye depolanan silahların kontrol ve güvenlik görevi de yine Dramalı Ali Rıza Bey’dedir. Hamdi Bey, Bergaz'da kalır. O gece mahiyeti ile birlikte, Çanakkale'nin yanı başından geçerek, Kepez'e gider. İngilizlerin her yerde kendisini aramakta olmalarına rağmen hiç aldırış etmez:
MEVZUBAHİS VATANSA, GERİSİ TEFARRUATTIR.
Hamdi Bey, Kepez'den Sarıçalı'ya geçer. Sarıçalı, Yenişehir ve Üvecik'te Osmanlı Devleti'ne ait cephanelik deposunda 6000 sandık vardır. Hamdi Bey bu cephaneyi de kaçırmak ister. Bu cephane Mondros Mütarekesi hükümlerine göre muhafaza altına alınmıştır. Koruma işi Türk Subay ve Erlerince sağlanmaktadır. Hamdi Bey, Üvecik'te görevli subay ve erlerle bir plan üzerinde kolayca anlaşır. Cephaneyi Marmot Mezarlığı'na
taşıttırıp depo ettirir. Sonra Yenişehir'e gider. Buradaki silah ve cephaneyi de yine görevli subay ve askerlerle anlaşarak aynı yere (Marmot Mezarlığı) getirtir. Marmot'ta depolanan silah ve cephanenin, Yenice'ye taşınmasına gelmiştir sıra. Hamdi Bey, Yenice nahiyesinin, Koyuneli Köyü halkınca çok sevilmektedir. Burhaniye'de iken Milis Kuvvetleri için yaptığı çağrıya, Koyuneli Köyü'nden Yakup Çavuş komutasında silah ve cephanesiyle, 300 kişilik bir kuvvet emrine gelmiştir. Koyuneli'nden temin edilen taşıtlar ile, silahlar ve cephaneler arabalara yüklenerek, yola çıkarılır. Hamdi Bey, buradaki işini de bitirmiştir. Çan Pazarı üzerinden, Biga'ya gelmek üzere hareket eder. Çan Pazarı'na geldiğinde, silah ve cephanenin güvenli bir şekilde taşınabilmesi için, Bayramiç Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine bir telgraf çeker:"Mazbata karşılığında alınan malzemenin kaybolması mesuliyeti ve tazmini gerektirecektir. Kızılelma, Karaköy ve Kızıl köylerdeki heyetlerin güvenilir adamları vasıtasıyla korunması, sevkiyatın doğrudan heyet üyeleri tarafından idare olunması."
Hamdi Bey, 11 Şubat 1920 günü Biga'ya döner. Biga'dan ayrılalı yaklaşık 20 gün olmuştur. 20 günde neler yapılmıştır: Birincisi cebren, diğerleri konuşarak anlaşarak dört cephanelik boşaltılmış ve Yenice nahiyesine depo edilmiştir. Ancak, yine de kaygıları vardır. Biga'ya dönüşünden iki gün sonra, Bayramiç Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne bir telgraf çekerek merakını gidermek ister. Telgrafta:
"Taşımada bir fişeğin kaybına meydan verilmemesi gereklidir. Sandıkların daima sayılarak ve muayene edilerek teslim edilmesini, kabul pusulalarında eksik çıkanların ellerinden hayvanlarının alınmasını ve kafileye mutlaka muhafız verilmesinin temini" istemiştir.
Yenice'de camiye depolanan silahların kontrol görevi, Dramalı Ali Rıza Bey'e verilir. Ali Rıza Bey'in yanında, Yedek Subay Çavdar Oğlu Ali, Değirmencikli İskender ve Zekeriya ile Yedek Subay Ethem Bey (Ethem GÖKÇEN, sonra Biga’da tapu memuru olur. İlçemizde ticaretle uğraşan merhum Teoman GÖKÇEN'in babasıdır) vardır. Yedek Subay Ethem Bey 11 kişilik müfrezesi ile Akbaş Cephaneliği’nin kaçırılmasında ve Biga’nın Yunan işgali sırasında Yunanlılara karşı büyük mücadelesi vardır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA, HAMDİ BEY'İN AKBAŞ’TAKİ BAŞARISINI TELGRAF İLE KUTLAR.
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK - SÖYLEV (NUTUK)BELGELER
Belge 239/2-Ankara, 29/1/1920
Balıkesir'de Tümen Komutanı Kazım Beyefendi'ye, KO 28/1/1920
Köprülülü Hamdi Bey'in özverili ve yürekli davranışı ile elde ettiği imrendirici başarıdan doğan teşekkürlerimizin kendisine bildirilmesine aracı olmanızı rica eder, böyle bir başarıya fırsat veren siz kardeşimizi de kutlarız Temsilciler Kurulu Adına Mustafa Kemal
Belge 239/1-Balıkesir, 28/1/1920
Ankara'da K.O 20 Komutanlığı'na
Aşağıdaki şifrenin Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne sunulmasını rica ederim:
Rumeli kıyısında, Gelibolu yakınlarında, Akbaş denilen yerde Fransızların kontrolü altındaki depolarda bulunan silah ve cephane'nin, İtilaf Devletlerince Denikin ordusuna verilmiş, Rusya' ya taşınmasına kalkışılmış ve bu iş için dört gün önce bir Rus gemisi Gelibolu'ya gelmişti. Balıkesir Merkez Kurulu üyelerinden ve özverili arkadaşlarımızdan Köprülü Hamdi Bey, Kuva-yı Milliye'den silahlı bir birlik ile Lapseki'ye gitmiş ve oradan 26/27 Ocak 1920 gecesi sallarla Rumeli kıyısına geçerek Akbaş depolarına el koymuş, depo koruyucuları olan Fransızları tutuklayıp, telgraf ve telefon hatlarını kestikten sonra silahların tümünü, cephanenin bir bölümünü ve Fransız askerlerini, gözetim altında Lapseki'ye götürmüş, silah ve cephaneyi ülke içine gönderdikten sonra, Fransız askerlerini geri yollamıştır. Akbaş'ta bana göre sekiz bin Rus tüfeği, kırk Rus mitralyözü yirmi bin sandık cephane kayıtlı idi. Eğer bir aydan beri Akbaş deposundan, başka bir yana silah verilmemiş ise, sekiz bin Rus tüfeğinin hepsi elimize geçmiş demektir. Bu olay üzerine İtilaf Devletleri'nin ne gibi bir girişimde bulunacakları bilinmediği gibi, şimdiye değin İstanbul'un ve kolordunun da bu işten bilgileri olmadığını saygı ile bildiririm.
Tümen 61 Komutanı Kazım
Belge, 240, Gizli ve kişiye özel, 3/2/1920
K.0.12 K, bilgi edinilmek üzere K.O.20 K. 50. Tümen K..1 tümen K.. bilgi için Refet Beyefendi'ye, Bilgi için K.O 3 K., Bilgi için K.O. 13, Bilgi için K.O 14 .. Bilgi için Tümen 61 K.
1-Çanakkale'de Akbaş'ta yalnız İtilaf Devletleri askerlerince korunmakta olan silah ve cephane deposundan, güya bir miktar silah ve cephane kaçırıldığım bahane ederek, İngilizler Bandırma'ya iki yüz kişi çıkarmıştır. Afyonkarahisar, Eskişehir gibi İtilaf Devletleri askerlerinin de bulunduğu yerlerdeki cephaneliklerimize suikast yapılacağı ya da bunların içindekilerin yaralanılamayacak bir yere taşınacakları haber verilmektedir.
2-Ulusal savaşım bölgeleri gerisindeki silah ve cephanelerimiz birer sözde nedenle alınacak ve önemli ulaşım noktalarına yeniden el konulacak olur ise. bu gibi hayınca girişimlerin şimdi cephelerimizde savaşan ulusal kuvvetlerimizi ne denli zayıf düşüreceğini söylemeye gerek yoktur. Karşı koyma sorunu söz konusu olunca, en başla bulunan komutanlarımızın önder olacağı dikkate alınarak, aşağıda bazı düşüncelerin bildirilmesi gerekli görülmüştür.
Bazı arkadaşlarımızın, işgal bölgelerinin genişletilmesi, resmi bir savaşın çıkmasa gibi olasılıkları dikkate alarak. (İtilaf Devletlerine) karşı koymak konusunda duraksayıp zaman yitirdikleri anlaşılmaktadır. Bu gibi durumlarda kendi bölgelerinde bulunan bütün ulusal kuvvetlerden yaralanacakları, doğal bulunan komutanlarımızın birkaç kat üstün kuvvet sağlayacakları, ulustan kaynaklandığı görünümü altında girişecekleri eylemlerin de resmi bir savaş dürümü yaratmayacağı kuşkusuzdur. Düşman yabancı bir bölgede, çoğunlukla sömürgelerden gelmiş askerler ile dağınık bir durumda bulunması da, eyleme geçmekteki ataklığın azaltacak nedenlerdendir. Bunun için, cephedeki ulusal kuvvetlerimizin karşı koymasını zayıflatabilecek ve gerektiğinde bağımsızlığımızı savunma yönünde bizi zan düşürmek amacı ile yabancıların yeniden başvurabilecekleri yayılma ve saldırılarına karşı bütün komutanlarımızın en yüksek kararlılık ve kesinlikle davranmalarını özellikle rica ederim.
Temsilciler Kurulu Adına Mustafa Kemal
Belge 239/3
29/1/1920 GENELGE
Bir örneğinin merkez kurullarına verilmesi rica olunur.
Gelibolu yöresinde, Akbaş denilen yerde Fransızların elinde depolarımızda bulunan silah ve cephanenin İtilaf Devletleri'nce Denikin ordusuna verilmesinin kararlaştırılması ve bunların taşınması için dört gün önce bir Rus gemisinin Gelibolu'ya gelmesi üzerine, Balıkesir, Merkez kurul üyelerinden ve özverili arkadaşlarımızdan Köprülülü Hamdi Bey'in Kuva-yı Milliye'den bir birlik ile Lapseki'ye giderek orada 26/27 Ocak 1920 gecesi sallarla Rumeli yakasına geçip Akbaş depolarına el koyduğu ve depoyu korumakta olan Fransız askerlerini tutuklayıp telgraf ve telefon hatlarını kestikten sonra silahların hepsinin vecephanenin bir bölümünü ve koruyucu Fransız askerlerini de alarak gözetim altında Lapseki'ye taşıttığı, silah ve cephaneyi ülke içine yolladıktan sonra gözaltındaki Fransızları geri gönderdiği ve bir ay önce Akbaş deposunda sekiz bin Rus tüfeği, kırk Rus mitralyözü, yirmi bin sandık cephane olduğu kayıtlı ise de, şimdi oradan geri alınan silah ve cephane sayısının henüz saptanmadığı bildirilmiştir.
Temsilciler Kurulu Adına Mustafa Kemal
İtilaf Devletleri temsilcileri, bu olay üzerine İstanbul Hükümeti'ne protesto çekerler. İngilizler Kazım Bey'i Harbiye Nezareti'nden talep ederler. İstanbul'daki Kuva-yı Milliye taraftarları sıkı takibe alınır. Ayrıca Maçka ve İtfaiye kışlalarına baskın yaptıkları gibi Gelibolu'dan bir kısım memurlar da tutuklanır. İngilizler Akbaş baskınından hemen sonra İngiliz Karadeniz Ordusu Komutanı General Milne imzasıyla Harbiye Nezareti'ne gönderdikleri ültimaton da bu baskından söz eder ve böyle bir olayın İstanbul'da olmaması için Maçka silah deposunun İngiliz kuvvetlerince korunmasını önerirler. Harbiye Nezareti de tedbir alınacağını bildirir.
İngiliz ve Fransızların şaşkınlığından, çıkarları doğrultusunda faydalanmayı düşünen Çanakkale bölgesi Rumları da metropolitleriyle Çanakkale İngiliz kumandanlığına başvururlar. Sıkı korunmaya rağmen baskın gerçekleştiren Kuva-yı Milliyecilerin kendilerine de zarar vereceklerini ileri sürerek can ve mallarının korunması ve kendilerine silah verilmesini talep ederler. Oysa silaha davranmadıkları sürece gayrimüslimlere kimsenin bir şey yaptığı yoktur. Ancak bu olay o zor günlerde bunların gerçek niyetleri bakımından ibret vericidir.İngilizlerin Çanakkale'de yaptıkları soruşturmayı yeterli görmeyip İstanbul'dan bir soruşturma heyetini Çanakkale'ye yollamaları bu baskına ne kadar çok önem verdiklerini gösterir.
İngilizler bu silah ve cephaneleri geri almak, Kuva-yı Milliye'ye gözdağı vermek ve çaresiz bırakmak için Bandırma'ya 200 kişilik bir kuvvet çıkarırlar (1 Şubat 1920). Böylece Yunan işgalini de takviye etmeyi düşünürler. Bandırma limanına İtilaf donanmasına mensup harp gemileri demirlemiştir. Kolordu Komutanı'na bir nota verilerek, Akbaş'tan kaçırılan silah ve cephanenin iadesi ve bu işi yapanların kendilerine teslim edilmeleri istenir. Bunu öğrenen Mustafa Kemal 3 Şubat 1920 tarihli Hey'et-i Temsiliye adına gönderdiği telgraf ile bütün kumandanlıkları, mevcut silah ve cephane depolarını daha dikkatli korumaları ve tedbirler almaları konusunda uyarmıştır.
ANZAVUR AHMET’İN 1. BİGA BASKINI,
HAMDİ BEY’İN ŞEHİT EDİLİŞİ
Artık, bu silah ve cephanelerin cepheye gönderilmesi gerekmektedir. Bunun için de asker hazırlama işine Biga ve çevresinde üç sınıfın silah altına çağırılmasına karar vermekle başlarlar. Toplanacak askerler Biga dışında askerlik şubesi emrinde bulunan Debboy denilen yerdeki depoda (Endüstri Meslek Lisesi bahçesinde) barındırılacak, burada kısa bir eğitim gördükten sonra silah ve cephaneleri verilerek cepheye gönderileceklerdir. Yalnızca asker toplamakla da bitmiyordu. Silah altına alınanların giydirilmesi, beslenmesi gibi sorunlar da vardır. Bu sorunların çözümlenmesi için de paraya ihtiyaç vardır. Bu nedenle halktan ve köylülerden para toplanmasına karar verilir. Para köylerin nüfusuna ve zenginliğine göre, yardım adı altında para toplanmasına karar verilir. Ancak acele karar verildiğinden miktar ve zaman ölçüsü iyi ayarlanamaz. Birçok köyden istenen yardım miktarı köylülerin ödeme gücünü aşacak derecededir. Üstelik bir hafta gibi kısa bir süre içinde toplanıp gönderilmesi istenmektedir. Hamdi Bey önderliğinde yapılan bu işler, onu sevmeyenler, Kara Hasan'ın tutuklanması sırasında ele geçmeyip de köylerde gizlenen çeteler, Padişah ve Hükümet yanlısı olanlar tarafından sömürü konusu yapılır. Susurluk harekatından sonra bir köşeye sinmiş olan Anzavur, Hamdi Bey'in aleyhine gelişen bu durumdan yararlanmayı çok iyi bilir. Köyleri dolaşarak Hamdi Bey aleyhinde propaganda faaliyetlerinde bulunur. Hamdi Bey'de aleyhinde yapılan propoganda faaliyetlerinin etkisini azaltmak, Anzavur hakkında karşı propagandalarda bulunmak üzere Dimetoka'lı İsmail Hakkı, Hacıköy'lü Kaymakam Tahir, Biga'lı Sefer Beyleri Gönen'e gönderir. Bunlar bazı faaliyetlerde bulunmuşlarsa da başarılı olamamışlardır. Daha sonra üçü de Anzavur Ahmet tarafından öldürülmüştür. Yardım olarak istenen paraların verilmesi için konulan süre dolmaktadır. Bu parayı toplayamayan veya istenen miktarı fazla bulan ya da bu parayı vermek istemeyen köylüler Anzavur etrafında toplanırlar. Hamdi Bey bu olaylar sırasında Manyas’a giderek Anzavur Ahmet ile görüşerek onu ikna etmeye çalışır. Anzavur Ahmet ikna olmuş görünür fakat Hamdi Bey geri döndükten sonra halkı ayaklandırmaya devam eder. İşbirliği yaptığı Asmalılı İmam Feyzi (Gavur İmam) ve Şah İsmail gibi çete başlarına fırsat verir. Köyler dolaşılarak, halkı Hamdi Bey ve arkadaşları aleyhine kışkırtarak ayaklandırırlar.
Bu ayaklanmanın arkasında İngilizlerin de payı büyüktür. Anzavur Ahmet Kuva-yı Milliye’yi engellemek için her fırsatta İngilizlerle ve İngiliz egemenliğini kabul etmiş olan padişahla işbirliği yaparak kendi öz yurdunun bağımsızlığı aleyhinde çalışmıştır. Anzavur Ahmet ve onun gibiler o dönemde başarı olsaydı bugün ne bağımsız bir Türkiye vardı ne de özgürce konuşulan bir Türkçe.
Nihayet ekilen tohumlar 16 Şubat 1920 Pazartesi günü meyvesini verir. Tarihte 2. Anzavur ayaklanması (1.si Adapazarı'nda) ve 1.Biga Baskını olarak geçen olay gerçekleşir. Olay kelimenin tam anlamıyla bir baskın şeklinde geçmiş Hamdi Bey ve arkadaşları gafil avlanmışlardır. Baskının meydana geldiği gün Hamdi Bey ve arkadaşları büyük tehlikeden habersiz, Belediye'de çalışmaktadırlar. Bu çalışma güveni, kasaba yakınındaki Askerlik Şubesinin deposunda silah altına çağırılmış, cepheye gönderilmek üzere eğitim gören askerlerdir. Oysa 1500 kişilik silahlı bir grup, Bakacak yönünden, dalga dalga kasaba yönüne gelmektedir. Depodaki askerlerin, havaya ateş etmesiyle başlayan karşılıklı silah seslerini duyan Hamdi Bey, Kani Bey ve arkadaşlarını alarak Çavuşköy yanındaki depoya hareket eder. Askerlere, karşıdan gelenlerin durdurulmasını emreder. Ama karşıdan gelenler, askerlerin köylüsü, arkadaşı, yakınları hatta babası ve kardeşidir. Kimse vurmak için ateş etmez. Hazırlıksız yakalanan ve bu kötü durumu anlayan Hamdi Bey, Kani Bey'e hemen atına atlayıp, cezaevindeki Kara Hasan Çetesi'ni, büyük bir katliama meydan vermemek için, yok etmesini emreder, kendi de yanındaki birkaç arkadaşı ile Yenice'ye, cephaneliğe hareket eder.
Kani Bey, Celal Çavuş ve polis memuru Nail Efendi ile birlikte cezaevine gelip, Hamdi Bey'in emrini bildirir. Birkaç ay önce kasabaya gelen ve çevreyi tanımayan genç Jandarma Komutanı İsmail Hakkı. Bey, emre uymayarak çekimser kalır. Bunun Üzerine Kani Bey, Kara Hasan ve Çetesi'ni bir odaya doldurup, alttan ve üstten makineli tüfekle tarar. Çeteden bir kişi kurtulur: Yeniçiftlikli Mehmet Efe. (Mehmet Efe daha sonra gerçekleri anlayarak Anzavur Ahmet'i öldüren grupta yer alır.) Kani Bey ve arkadaşları isyancıların Biga'ya girdiklerini anlayınca, buradan ayrılıp gizlenir. Başlarında Anzavur Ahmet olmak üzere asker kaçağı, vatan haini isyancılar şehre girip, doğru cezaevine arkadaşlarını kurtarmaya giderler. Durumu gördüklerinde bunu jandarma komutanının yaptığını sanarak Kıdemli Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'i hükümet binası önünde şehit ederler. Çekimserliği hayatını kurtaramamıştır. Koğuşta sıtma hastalığından yatmakta olan ve hiçbir şeyden habersiz vatan görevini yapan üç jandarma erini de şehit ederler. Kasabadan uzaklaşma imkanı bulamayan Kani Bey, bir Rum evine sığınır. Yanındaki belgeleri yakar, paraları evdeki kıza verir. İsyancı asker kaçağı çeteler, Kani Bey'in gizlendiği evi bularak yakalamak isterler. Son cephanesine kadar kendini savunan Kani Bey, isyancılara atmaya çalıştığı el bombasının patlaması sonucu, ağır şekilde yaralanır. İsyancılar, Kani Bey'in bedenini daha ölmeden evin balkonundan atarlar. Elbiselerini soyarak, hatta edep yerini açarak, sürükleye sürükleye hükümet meydanına bırakırlar. Kani Bey'i evden atanların arasında, Karantılı (Gündoğdu) Katil Ahmet de vardır. Bu olaydan sonra köylüleri ona, katil lakabını verirler. Katil Ahmet daha sonra yargılanmaktan korkarak, Adana yöresine kaçar. Uzun bir süre burada saklandıktan sonra köyüne geri döner. Köylüleri tarafından ihbar edilmez ve hükümetçe cezalandırılmaz. Ancak basit bir boyunduruk tartışması sonucu, kardeşi Aguş tarafından öldürülür. Biga'nın çeteler ve asiler tarafından tamamen işgal edildiğini öğrenen Anzavur Ahmet de kasabaya gelir. Hükümet konağına gelerek ayaklanmanın yönetimini ele alır. (17 Şubat 1920) Çeteler, 18 Şubat 1920 günüde aramalara devam ederler. Geldiğinden beri Hamdi Bey'in yanında çalışan Üsteğmen İnebolulu Rıza ile Teğmen Besim'i de bulmuşlardır. Hükümet binasına girip evvela Üsteğmen Rıza Bey'in, elbiselerini çıkarırlar. Vücudunu hedef gibi kullanarak birçok bıçak vuruşu ile şehit ederler. Teğmen Besim'i de soyarak öldürecekleri bir sırada, halkın ileri gelenlerinin ricası üzerine vazgeçerler. Çetelerin Biga'ya girdikleri gün, eskiden Karabiga'da bulunmakta olan, dağ topçu taburunun topları da Biga'ya yeni getirilmiştir. Topçu Tabur Komutanı Binbaşı Kazım, baskını öğrenince ortadan kaybolmuş, bu toplar da asileri eline geçmiştir.
Çavuşköy yanında, Kani Bey'den ayrılan Hamdi Bey ve arkadaşları, Kaldırımbaşı Köyü mezarlığı yanında, büyük bir isyancı gurubu ile karşılaşır. İsyancıların eline düşmemek içi Akpınar Köyü yanı, Erikli Bayırı, Balıkkaya üzeri, Bakacak Çiftliği Köprüsü'nden geçerek, Abdiağa, Elmalı ve Sarnıç Köyleri yanından Yenice’deki cephaneliğe ulaşmak için yola devam ederler. Yukarı İnova Köyü'ne geldiklerinde vakit akşam olmuştur. Yukarı İnova Köy odasına dinlenmek üzere girdiklerinde, Gavur İmam'ın çete reislerinden Hacıoğlu Salih tarafından yakalanırlar. Hamdi Bey'in elleri bağlanır. Asker kaçağı hain bir eşkiyanın atının arkasına bağlanarak sabah hava aydınlanırken yola çıkılır.
Bu konudaki eserlerde Hamdi Bey'in çetelere yakalandığı sırada içinde bulunduğu bina başka başka tanıtılmıştır. İsmail Aydın HOŞGÖR'e göre yakalanma köy odasında, Orhan İLKKURŞUN'a göre camide, Genel Kurmay Bakanlığı Harp Tarihi dairesinin yayınladığı Türk İstiklal Harbi'ne göre okul binasında gerçekleşmiştir. Oysa üçü de doğrudur. Çünkü o dönemdeki köy odası, cami ve çocukların köy imamından eğitim aldıkları odalar yan yana aynı avlu içindedirler. Fakat bütün eserler Hamdi Bey'in Biga ile Yenice arasında Yukarı İnova Köyü’nde yakalandığı, konusunda birleşmektedirler.
Hamdi Bey, yorgun olmasına rağmen, bütün yürüyüş sırasında çetelere, bu hareketleri ile düşmana yardım ettiklerini, Türklüğe, Müslümanlığa çok büyük kötülükler yaptıklarını anlatmaya çalışır ve milli hareketin mutlaka muvaffak olacağını, sesinin gücü yettiği kadar, tekrar tekrar anlatır. Fakat çeteler gözü dönmüş yobazlardır, dinlemezler.
Bin bir İşkence ile sürüklenip, kırbaçlanıp, küfürler içinde Biga'ya getirilirken Akkayrak Köyü'ne varmadan, Kırkgeçit Deresi'nin bitip düzlendiği Kocakum Mevkii'nde, Ağlayan Kaya (Şimdi Taşocağı) yanında, son direnişini yaparak, öldürmeleri için asker kaçağı asilere hakaret edici sözler söyler. Amacı artık yaşamak değil, işkenceden kurtulmaktadır. Hamdi Bey'in ölümünden önce, asilere söylediği son sözü çok anlamlıdır:
"KUVA-YI MİLLİYE YALNIZ BEN DEĞİLİM.
KUVA-YI MİLLİYE BÜTÜN MİLLETTİR. O ÖLMEYECEKTİR."
Hamdi Bey idarecilikte iyi bir isim yapmıştır. Bulunduğu yerlerde otoritesini tanıtmakla birlikte sevilmiş, sayılmış, dürüst, cesur ve atılgan olarak tanınmıştır. Başardığı işlere bakıldığı zaman görevine bağlı, resmi işlerde disiplinli hareket etmeyi seven, üstün cesaret sahibi bir kişidir. Tehlikelerin üzerine gitmekte hiç tereddüt etmediği, cesaretinin çoğu kez onu ihtiyatsızlık olarak nitelendirilebilecek hareketlerde bulunabilen, yapılan tahrikler karşısında çekinmeden karşılık veren, ancak çok fazla cesareti onu iyi düşünmeden hareket etmeye sevk ettiğinden, zamansız genç yaşta (34 yaş) ölümüne neden olmuştur.
Hamdi Bey'in ölü vücudu bir araba ile Biga'ya getirilip, sırt üstü hükümet meydanına atılır. Hamdi Bey'i getirenler arasında Çal Köyü'nden Mehmet, Asmalı'dan Sait Çavuş, Göktepe'den Şaban gibi çeteler de vardır. Hamdi Bey'in cansız vücudu üzerine çıkıp söylev veren Kürt Mehmet Çavuş ile Fili (Harmanlı) Köyü'nden Süleyman Çavuş "Asmalı birinci, Fili ikinci" diye bağırarak bu köylerin isimlerini karalamış, insanlarını da zan altında bırakmıştır. Kurtuluş Savaşı zafer ile sona erdikten sonra, Milli güçler bu köye giderler. Bu kişiyi sorduklarında, zorbalıkla, parayla ve kurnazlıkla, aynı köyden ve aynı ismi taşıyan, hiçbir olaydan habersiz, saf, dürüst bir vatandaş Süleyman gösterilir. Bu günahsız vatandaş, Eskişehir İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilir ve bir daha haber alınamaz.
Asıl suçlu kurtulur. Ama yaşamının son günlerinde akli dengesini kaybederek, pişmanlığını kapatıldığı odanın duvarlarına kendi pisliğinden yazdığı yazılar ile dile getirerek, yaşamındaki vicdan azabını ortaya koyar.
Tüm şehitler kafalarından tutulup, kaldırımlarda sürüklenerek Belediye çöplüğüne atılırlar. Hamdi Bey'in parmağındaki altın yüzük, Bokçu Hacı Zekeriya tarafından parmağı kesilerek alınır. Ayrıca bu cenazeler o gün (18 Şubat 1920) Biga'ya gelmiş olan, iki, İngiliz subayına gösterilir. Anzavur Ahmet’in en güvenilir adamı Şah İsmail, bu İngiliz subayları ile önce Karabiga'ya, oradan da İngiliz torpidobotuna binerek Çanakkale'ye gider. Biga'ya dönüşünde, torba içinde, İngiliz gizli servisinin adamı olan Papaz Fru tarafından verilen 500 (bazı kaynaklar 5000 olarak belitmiştir.) İngiliz altınını Anzavur Ahmet'e getirir. (Aslında bu altınlar Osmanlınındır. Yıllar sonra kayıp Osmanlı Hazinesi bile İngiltere’nin Leeds şehri Kraliyet Askeri Müzesinde Şubat 2011’de düzenlenen bir sergide ortaya çıkmıştır. Sonra da segiden apar-topar toplanmıştır.)
Anzavur Ahmet ve Biga’da verilen Mir-i Miranlık rütbesi (mülki paşalık)
Hamdi Bey, Kani Bey ve diğer vatanseverlerin naaşlarına, korkudan kimse sahip çıkamaz. Bir haftaya yakın, sokak ortasında kalır. Daha sonra Yusuf İzzetin Paşa'nın ricası ile, hiçbir dini tören yapılmadan, o dönemde genellikle kimsesizlerin ve idamlıkların gömüldüğü, Küllük Mezarlığı'na (Eski garajın ve şimdi Belediye İş Merkezi'nin olduğu yer) adeta atılırcasına gömülürler. Cumhuriyetin ilanından sonra, Biga eski Belediye Başkanlarından Hafız Nuri'nin oğlu, Öğretmen Mustafa'nın (Mustafa ANIL) Belediye yetkililerini uyarması ile Hamdi Bey ve Kani Bey'in naaşları törenle alınır. Şimdi yıkılan Hamdibey İlkokulu binasının (Eski Çanakkale Savaşı Hastanesinin) batı yönüne gömülerek, kimlikleri yazılı birer taş dikilir. 1941 yılında yine bir törenle kutsal naaşları buradan da alınarak, Biga Şehitliği'ndeki Çanakkale Savaşı Şehitlerinin yanına, koyun koyuna gömülürler.
BİGA ŞEHİTLİĞİ VE HAMDİ BEY
Biga Şehitliği çeşitli dönemlerde onarılıp, burada yatan şehitlerimize yaraşır görünüme getirilme çalışmaları yapılmaktadır. Yapılan onarım ve bakım çalışmaları zaman zaman bilinçsizce ve hatalı da olmuş, daha sonra düzeltilmiştir. Yetkililerin onarımlardan önce şehitlik ve geçmiş fotoğraflar üzerinde araştırmalar yapmalı, bilirkişilere danışmalıdırlar. Hatalı onarımlar maddi boyutundan başka Şehitliğin orijinalliğini de kaybettirmektedir.
Biga Şehitliği’ndeki son onarım ve bakımdan sonra
Hamdi Bey, Kani Bey, Kd.Yzb.İsmail Hakkı Bey ve Yzb. Hasan Bey’in mezarları
Kuva-yı Milliye Kahramanları Hamdi Bey ve Kani Bey'in adlarını yaşatmak için Biga'da İlçe merkezinde bir mahalleye, Ticaret Meslek Lisesi'ne, İlköğretim Okuluna, Edremit'te de Futbol Stadına (Edremit İdman Yurdunu kurduğundan, daha sonra Edremit Spor Kulübü kurucusu sayılır), İlköğretim Okuluna, Hamdi Bey adı verilmiştir ve Hamdi Bey'in bir büstü dikilmiştir. Çanakkale'nin Yenice İlçesi'nde İlköğretim Okuluna ve ilçenin 31 km mesafedeki eskiden Koyuneli diye anılan beldesine bu vefalı insanlarımız tarafından Cumhuriyet devrinde "Hamdi Bey" ismi verilir ve heykeli dikilir. Eceabat İlçesi'nde bir sokak ve İlköğretim Okuluna, Kırklareli Demirköy’e bağlı bir köye ve ilçe merkezinde bir mahalleye Hamdi Bey adı verilmiştir. Vatan topraklarında bu adlar yaşatılıyor ve yaşatılacaktır. Yine İlçemiz Biga'da bir sokak ile Gümüşçay Bucak Merkezine bağlı bir köye de, Kani Bey adı verilmiştir. Her şeyden önemlisi bu milli şehitlerimizin adı Türk Milleti'nin kalbinde yaşamaktadır.
1949-1957 yılları arasında Biga Şehitliğindeki Hamdi Bey
ile Kani Bey’in mezarları başında yapılan bir tören
Köprülülü Hamdi Bey’in şehit olduğu
haberini veren 27 Şubat 1336 tarihli
‘‘İzmir’e Doğru’’gazetesi
Balıkesir'deki İzmir'e Doğru Gazetesi'nde "Hamdi Bey" başlığı ile M.Esad Bey çok dokunaklı bir yazı kaleme alır. Bu yazı: "On gün evvel Biga'nın, hain ve katil Biga'nın kara toprakları üstünde memleketin büyük ve fedkar bir evladı, vatandaş kurşunuyla can verdi. Zavallı Hamdi Bey! Hayatının ne elim ve feci bir akibeti varmış" sözleriyle başlar ve "...Hamdi'nin bütün hayatı başlı başına bir destan idi." şeklinde övgüler sıralanır. Ayvalık'ta başlayan Yunan'a karşı mücadelesi anlatılır. Aynı gazetede "Biga Hadisesi" başlığı altında yine Hamdi Bey'in nasıl şehit edildiği haberi yer alır. "Muazzez ve büyük şehid" olarak nitelendirilen Hamdi Bey için: "... İlim ve irfanı, zekavet ve fetaneti, iktidar ve şecaatiyle vatanına daha pek çok hizmetler ifa edebilecek idi..." denilir. Yine aynı yazıda olayın 17 Şubat (1920) Pazartesi günü meydana geldiği yer almaktadır.
Hamdi Bey için, 11 Mart 1920 Perşembe günü, Balıkesir'deki Turan Kız Okulu'nda aziz şehidin ruhuna hitap edilmek üzere mevlit okutulur. Okul müdürü Hamdi Bey'in kahramanlığını fazilet ve kahramanlığını anlatan bir konuşma yapar. Ertesi gün kuruluşunda emeği geçen, Balıkesir İdman Yurdu tarafından Cuma namazından sonra Paşa Camii'nde, 19 Mart 1920 günü de Edremit'in Ağa Camii'nde büyük şehidin ruhu için mevlit okutulur.
Müdafa-i Hukuk Demeği Başkanı Müftü Hamdi Efendi de İstanbul'a, oradan da Rumeli köylerinden birine giderek, saklanır. Savaş sonrası Biga'ya döner. Polis Nail de yakalanır. Öldürülmez ama bir buçuk ay Atina'da (Yunanistan) hapsedilir. Ailesi, Biga'da sefil bir durumda yaşar. Raşit Bey (Raşit USUMİ) de Çanakkale'de yakalanarak, Damat Ferit Paşa Divanına gönderilmiş ise de, Milli Teşkilat'ın İstanbul'daki gizli cemiyeti tarafından kurtarılır.
Nazmiye-Engin GÜRSU
BİGA-Sidene (Sidena) Tarih Kültür ve Sanat Evi