Her seçim sonucunda uzmanlar, siyasi parti yetkilileri, Hukuk İnsanları , kentin ileri geri gelenleri falan çıkar bir değerlendirme yapar. Seçim sonucunu değerlendirir, tahminlerde bulunur, Sonuçlara göre yol haritası çizecektir.
Peki biz bu sonuçlara nasıl geldik der, nerde ise 2-3 ayımız da böyle harcarız…
Biz de nasıl devam etmeliyiz diyelim. Ve kendimize sorarak bir yol haritası çizelim.
Sonuçlara bakarsak ,ağırlıklı olarak ekonomik sorunların ağırlaşmasından bunalmaya başlamış olan AKP’li seçmenlerin iktidar bloğunda İslamcı çizginin yerini giderek kayma gözlemleniyor. Halk Sandığa giderek oyunu kullanırken,Seçilmişlerin söylemlerinden çok samimiyetin sorgulandığı ve kendi yaşam şartlarından yola çıkarak sonucu adım adım ördüler. Özellikle ağırlaşan geçim sorunları nedeniyle AKP’ye tepkili olan seçmenlerin oyları, bu kez her ikisi de “faşizan/milliyetçi” çizgide olan partilere kayıyor, derken aslında milletin sağduyusu bizi bir kere daha şaşırttı. Ve bu halk her şeyin farkında dedirtti.Yerel Seçimlerin bir öngörüsü; Halk İktidara ve klasik söylemlerine dur, inanmıyoruz diyerek bize iktidar ve muhalefet arasında denge kurabileceğinin mesajını mı verdi? Önümüzdeki dönemde ekonomik durumun çok daha kötüye gitme olasılığı göz önüne alındığında AKP’nin seçmen tabanında oluşacak erimenin milliyetçi/faşizan kanadı güçlendirmesi kaygısını hiç üzerimizden atmadan, Erdoğan/AKP karşıtı motivasyonlara sahip olan sol, seküler, Kemalist eğilimli muhalefetin Halka inerek, toplumsal yaşam içinde örgütlenmeye başlamadıkça, yenilik yada yeniden olması mümkün değil gibi gözüküyor.Tüm argümanını birine karşı olmak değil halkın içinde yaşadığı gerçekleri görerek planlamalar yapmak daha doğru değil midir.?.Şu an ön yargılarla birlikte bir deneme süreci verildi bunu iyi okumak gerekli ve her an köklerini yıllar öncesinden atılan dinci ırkçı -faşist bir yükselişle karşı karşıya kalma tehlikesinin güçlü olduğunu öngörebilmeliyiz.
Genel Seçimden sonra çıkan sonuçları Siyasi Partilerin örgütsel yapısının ciddi şekilde değişmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştu.Sorun seküler muhalafetin, milliyetçi-İslamcı ideoloji ve örgütlenmenin kuşatması altındaki geniş toplum kesimlerine ulaşamamasından, alternatif sosyal dayanışma ağları örgütleyememesinden, sağlık, eğitim, hukuk gibi temel alanlarda iktidar bloğuna oy veren seçmenlerin sorunlarını onlarla birlikte çözmeye yönelik STK örgütlenmeleri kuramamasından, mevcut olan örgütlenmelere mesafe koyarak katılımcılık anlayışını bizden katılıma dönüştüren bir anlayışla şekillendirmesi , gerçek anlamda sol bir işçi örgütlenmesinin olmayışından ve buna benzer nedenlerden kaynaklanıyor olabilir mi?
Bu türden kapsamlı çalışmaların ancak uzun vadede sonuç alabileceği gayet iyi biliniyoruz. Buna karşın, seküler muhalefeti oluşturan farklı kesimler olarak yalnızca seçimden seçime harekete geçme, önümüze konulan “kurtarıcı lidere” ölçüsüz bir umut bağlama, ardından toplumsal gerçeklikle sert bir karşılaşma yaşayınca da derin bir umutsuzluğa sürüklenme ve “bu memlekette yaşanmaz” veya “bu millet adam olmaz” gibi tepkisel ve irrasyonel noktalara savrulma adeta yaşam biçimimiz haline geldi. Oysa şimdi yerel seçimlere bakıyoruz, seçmen hem iktidara hem muhalefete mesaj veriyor. Biz yaşıyor, görüyor, biliyoruz söylemleriniz bizi çok da etkilemiyor yapılanlara bakıyoruz diyor. Bunu okuyabilen önümüzdeki 5 yıl sonunda çok kolay başarıya ulaşacaktır. Siyasi partiler muhalefeti yada iktidarı ayrım yapmadan Halkın üstün yararı gözetilerek hizmet etmek için var olduklarını hatırlayıp vefa, birliktelik ve örgütlülük kültürü ile hukuka uygun çalışmalarını yapabilir.Siyaset bir bilim dalıdır bunu unutmadan kendini geliştiren bir örgütlü yapıya dönüşebildiğinde varlığını sürdüren Siyasi oluşumlar yerelde varlığını gösterdi. Bunu yorumlamak ve kendine hesap çıkarmayı siyasetçilere bırakıyorum.
Meslek odaları , sendikalar ne kadar tarafsızdınız yada taraf olduğunuz için mi sesiniz çıkamadı , eleştiremediniz ?
Sivil toplumun meslek kuruluşlarında hayat bulması, özgür toplumun hayatî nitelikteki ihtiyacıdır. Sivil toplum, kamusal alanda hayat bulan bir oluşumdur .Bilgi ve Eylem üretebilecek bir güce sahip olan Meslek Odaların Türkiye’deki mevcut durumda bakarsak ,meslek kuruluşları, fikirlerin tartışıldığı bir platform olmaktan uzak yapısı ile günümüz toplumunun ihtiyaçlarını karşılayabiliyor mu?. Zirve Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi Halit Hakan Ediğ Türkiye’ yaptığı araştırmasında, meslek kuruluşlarının da dâhil olduğu baskı grubu ,liderlerinin siyasî bağlantılarından dolayı siyasetçilere karşı taraflı tutum geliştirdikleri ve kendi tabanlarıyla dahi çelişebildikleri sonucuna ulaşmıştır. Kişiler üye olmaya mecbur bırakıldıkları ve isteseler de başka bir meslek kuruluşuna üye olamadıkları için üyelerin kuruluşlar için çalıştığı yönünde bir algı meydana gelebilmektedir. Bu algı tam tersine çevrilmediği takdirde, kuruluşların üyeleri için çalıştıkları yönünde bir görüşün ortaya çıkması zor görünmektedir.. Çünkü sistem gereği, hizmet üretilse de üretilmese de üyeler aidatlarını ödemek ile yükümlüdürler. Bundan dolayı meslek kuruluşları, üyelerin toplu olarak hareket etmelerine imkân tanıyan platformlar olsa da yöneticileri için öncelikle sosyal rant üreten yönleri ile ön plana çıkmaktadırlar. Bu yönüyle değerlendirildiğinde, üyelerinin çıkarlarını sağlamayı birincil hedef olarak seçmeyen, üyelerini karar alma ve denetim süreçlerinin uzağında tutan kuruluşların, sivil toplum bilinci üretmesi ve özgür alanlar isteyen toplum içinde yer edinmeleri çok da mümkün görünmemektedir. Halit Hakan Ediğ ‘in yaptığı Araştırmaya katılan meslek kuruluşu üyelerinin %88’inin kanaati, meslek odalarında veya federasyonlarda sıradan üyelerin yönetim veya denetim kadrosuna giremeyeceği yönündedir. Bu demeç bir araştırma sonucunda çıkmakta ki Meslek Odaları üyeleri ve yönetimi bunu gündeme getirerek düşünmesi gerekmez mi?
Her meslek grubu ve iş alanına göre kurulan sendikalar ne taraftasınız?
Hak , emek, emekçi, diyerek alanlarda mücadele edenler ne yaptı yada yapamadı ?
Sendikalar, Emek, emekçi, Hak ayrımı yapmadan tek bir işçi için hak için yan yana gelerek mücadele edebilmeli mi?;
Sendikalaşma oranlarında yaşanan düşüşün nedenlerini istihdamın değişen niteliği, işgücü yapısı, sendika yöneticileri ve çalışanların sendika algısı açısından ele alarak son dönemde yeni bir sendikal model olarak görülen toplumsal hareket sendikacılığını kavramı ortaya atılmıştır. Bu noktada Türkiye’de sınırlı güce sahip olan sendikaların zaman içerisinde daha da etkisiz hale geldiği görülmektedir. Bu durumun daha iyi anlaşılması için sendikalaşma oranı ve toplu iş sözleşme kapsamına ilişkin verilere değinmek gerekmektedir. Özellikle Türkiye OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında durum çok daha net görülebilecektir. 1999-2012 tarihleri arasında sendikalaşma oranlarına bakıldığında OECD ülkeleri ortalamasında %20'lik bir düşüş görülürken; Türkiye'de %55'lik bir düşüş görülmektedir. 2017 yılı verilerine göre Türkiye, % 8,6 ile sendikalaşma oranı ile OECD ülkeleri arasında sendikalaşma oranının en düşük olduğu ülke konumundadır. Diğer yandan Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamının da oldukça dar bir etki alanına sahip olduğu görülmektedir. Buna göre 2016 yılı itibariyle toplu iş sözleşmesi aracılığı ile sendikal haklarını kullanabilen işçilerin OECD ortalaması %32,2 iken; Türkiye’de bu oran %7 düzeyinde kalmış olup, bu oran ile OECD ülkeleri içerisinde toplu iş sözleşmenin kapsamı açısından da en düşük ortalamaya sahiptir Gerek işgücü piyasasında yaşanan değişim gerekse kadınların, gençlerin ve göçmen çalışanların sayısının artmasına bağlı olarak emeğin heterojenleşmesi yeni bir sendikacılık anlayışını zorunlu kılmaktadır. Bu noktada sadece üye sayısını arttırmayı hedefleyen ve ücret sendikacılığını misyon haline getiren sendikal anlayış yerine, sendikaların içeridekileri (örgütlü olanlar) ve dışarıdakileri (örgütlenemeyenler, işsizler, standart dışı çalışanlar,yalnız bırakılan Taşeronlar, yoksullar, engelliler, emekliler, kadınlar) kapsayan bir temsile ve bunun getirdiği toplumsal bir güce ulaşması gerekmektedir. Diğer bir değişle emeğin ekonomik ve sosyal boyutuyla ilgilenmenin yanı sıra toplumsal tabanda karşılık bularak topluma uyum sağlayan sendikal modele ihtiyaç vardır. Bu noktada yeni bir sendikal anlayış olarak Toplumsal Hareket Sendikacılığı gündeme gelmektedir. Gündemlerin de var mı?
Biz Sivil Oluşumlar ne kadar sivildik?
1980’li yıllardan itibaren sivil toplum kavramı, demokratik anlamda siyasi dönüşümlerin bir aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Sivil toplum, totaliter/otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş sürecinin anahtar kavramı, demokratik toplum yönetiminin temel kurucu öğesi ve bireysel hak ve özgürlükler alanının genişlemesinin en önemli etkeni olarak kabul edilmektedir. Sivil toplum ayrıca meşruluğun, etkin ve verimli toplum yönetiminin, demokratik sorumluluk ilkesinin, şeffaf devlet örgütlenmesinin devlet-toplum ilişkilerinin düzenlenmesi sürecine yerleştirilmesini sağlayan bir alandır. Kamusal alanda faaliyette bulunan sivil toplumdaki hareketlenmeler ve örgütlenmeler ne kadar çeşitli, ne kadar çoğulcu bir yapı arz ediyorsa ve birbirleri üzerinde hakimiyet kurmaksızın yaşayabiliyorlarsa bu örgütlenmelerin o derece demokratik olduğu söylenebilir. Güçlü bir sivil toplum, devlet gücünü elinde bulunduran yöneticilerin iradelerini sınırlandırmakta ve bunların birer tirana dönüşmesinde önemli bir engel teşkil etmektedir. Kısaca canlı, dinamik, renkli, katılımcı, araştırıcı ve politik mekanizmayı etkileyici bir sivil toplum bugün artık demokrasinin olmazsa olmazını oluşturmuş durumdadır. Vizyonunu tanımlayarak kendini geliştiren ve amaçları ilkeleri doğrultusunda demokratik gelişimin öncülüğünü yapan, sürdürülebilir-katılımcılık anlayışı ile örgütlenmesini en alttan gelerek ve gönüllülük esası ile yapan, bilgi ve hizmet eylem üretebilen kaç Sivil oluşum var diye kendimize soralım. Siyasi veya Kamu kurumlarının Bütçesini desteklediği ,hatta kuruluşunu, kendi bünyesinden üyeleri yönlendirerek kurulan oluşumların etkin ve etkili olmadığını kabul görülemediğini , sorgulandığını biliyoruz. Sivil alanı ve iyi niyetleri kullanarak bir yerlere gelen kanaat önderi yada önderleri ne kadar güven telkin ediyor sorgulanıyor. Yıllarca iyi niyetlerin ve gönüllülüğün bitirildiği ve tartışmalara açıldığı , buralarda kimseye fırsat vermeyen zihniyetlerin beslendiğini , kendini var ettiğini yaşadık ve bir taraftan bu sonucu yaşarken, amaçları doğrultusunda hukuk ve ilkelere uyan bağımsız oluşumlar birlikteliği ilke edinip, hem kendi varlıklarına sahip çıkma ve yaşanılan toplumsal sorunları gündemlerine alarak, hak mücadeleleri ile bilgi ve eylem üreterek çözümün bir parçası, sokağın sesi oldular. Günümüz şartlarında mevcut sorun ve erk’e karşı birliktelik ile hareket etmek gerekliliğinin güzel örneklerini ve sonuçlarını da yaşadık.Amaçlara birliktelik ilkesini ekleyerek, katılımcılık anlayışına bizden olanı katarak yönlendirmek karar almak tanımına da bir duruş sergileyerek oluşan birliktelikler alanda toplumsal sorunlar üzerinde yoğunlaşarak ilerledi.Kadın ve Çevre haklarında bu birlikteliği daha fazla görmekteyiz.
Hepimiz kendi payımıza düşeni kadar düşünüp konuşalım tartışalım ….
Alanda her zaman hak mücadelesine devam eden susmayan , eylem ve bilgi üreten Kadınlara, Emeklilere ve Doğa Hakları savunanlara ,Gençlere teşekkürü borç bilelim.
Birlikten güç doğar , seçen ve seçilenin buluşma zamanı….
Filiz Yıldız ARÇUKOĞLU