Her geçen gün zamlanan ağız tadımızda,
sofraya koyduğumuz lezzetlerin kalitesine, besin değerine, tazeliğine, yapılış şekline olduğu kadar sunumuna da bütçemiz ölçüsünde önem veriyoruz.
Hararetli tartışmalarla, Türkiye'nin gündemine yerleştirilen ve 1 saniyede, Dünya genelinde, 160.000 adet kullanıldığı, %99’unun geri dönüştürülemediği ve doğada en iyimser tahminle bin yılda çözülebilen, plastik poşetlerle yaptığımız alışverişlerimizle, Eve taşıdığımız gıdaların;
• % kaçı sağlıklı gıda malzemesidir?
•% kaçı sağlığımıza uygundur?
•% kaçı ödediğimiz fiyatların karşılığıdır?
•% kaçından kimler ne kadar kâr elde etmektedir?
Halkı nasıl tanımlarsanız tanımlayın,
istedikten sonra zengin Türkçemiz sayesinde, binbir kalıba girer.
İster cahil, ister okumuş, ister seçici, ister duyarlı ne derseniz deyin,
Kim olursanız olun, yada herhangi biri için nasıl bir yakıştırma yaparsanız yapın,
yukarıda yazdığım nice soruları bugün herkes herkese soruyor..
Çünkü gerek Türk erkeği, gerekse Türk kadını pazarı, manavı, marketi çocukluğundan itibaren çok iyi bilir.
Gerek kaliteyi gerekse fiyatları kıyaslama konusunda BEDELİNİ ÖDEYİP ALAMASADA uzmandır.
Ne var ki, Gıda sektörü uygun denetim ve kontrolden geçmedigi sürece bu alanda UZMANLIK fazla önem taşımıyor.
Denetime uygun üretilmeyen ve piyasaya sürülen her ürün raflarda boy gösterdiği sürece, zararlarını hepimiz çekeriz, nitekim ÇEKiYORUZ..
Yaptığım araştırmalara göre;
•Buğday ve Mısırın Rusya’dan,
•Pirincin Rusya ve ABD’den,
•Kuru fasulye ve nohut gibi bakliyatların Hindistan, Meksika ve Kanada’dan,
•Kırmızı etin, Polonya, Fransa ve Bosna Hersek’ten ithal edildiği söyleniyor..
Yani;
Uluslararası yollardan geçmiş kuru baklagillerin ne menem toprak ve tohumdan çıktığı, ithal edilen hayvan ürünlerinin mezbaha öncesi yaşantılarını bilmeden "ALLAH NE VERDİYSE" deyip tencerede kaynatır olduk.
*
Bunun yanında;
Türkiye de uzmanların denetiminde başlatılan ve teşvik edilen, aralarında sevgili Ebru Oğuzhan Yeter'in de bulunduğu,
"Yerli tohumuna, sahip çık" kampanyası ile tüketicileri bilinçlendirmek için, toprakla kaynaşan, kendi imkanları ile üretime katkı sağlayan emekçilerin karşısında..
Olası, Dünya açlığının giderilmesi amacıyla, üretimi yeni yeni başlayan, Türkiye de (sanırım) şu anda yasak olan, GENETiĞİ DEĞiŞTiRiLMiŞ ORGANiZMALAR yiyecek haline getirilirken;
Sağlığımız, BÜYÜK BİR TEHLIKEYE MARUZ kaldı kalacak.
Yetmezmiş gibi;
Hayvancılıkda kısa sürede bol paraya kavuşmayı arzulayan besicilerin, hayvanlara aşırı kilo aldıran yasa dışı ilaclara yönelmesine göz yumulan bir sektör var..
*
Soruyorum,
Yediğimiz ekmeğin ana maddesinden, içtiğimiz suyun dezenfekte edilişine kadar.
Tarımda, sebzecilik ve meyvacılığa karışmış, hayvancılıkda büyükbaş hayvandan kanatlılara kadar basılan hormonların, iNSAN SAĞLIĞI'na verdigi zararlari kim, nasıl, ne şekilde ödeyecek??
İçTen