İnsan tarafindan ses üretmek için yaratılan bütün alet ve aygıtlara çalgı, çalgı bilimine de Organoloji denir.
Orkestra bir grup çalgıdan oluşan koroyu ifade etmek için kullanılan genel bir terimdir.
Orkestralar içinde barındırdıkları çalgı sayısına göre ikiye ayrılır.
Oda Orkestrasi küçük, Senfoni Orkestrasi ise büyüktür.
Bu konudaki bilgim sınırlı olduğu için Senfoni ile Flarmoni arasında ne gibi bir fark var bilmiyorum ama benim ilgi alanımı hepsinden önce Maestro çeker.
Geçtiğimiz yıl, keyifli bir yaz akşamında, oturduğum kentin şehir sokaklarında yürürken;
Ana yolu kucaklayan bir Kilise'nin giriş kapısındaki merdivenlerin hemen kenarına konulan, tahta bir reklam panosu dikkatimi çekmişti..
Her yaş ve her kesimi davet eden O panoda, bir Maestro'nun, az sonra konuşmacı olarak sahne alacağı yazısını okur okumaz, kendimi kilisenin içinde buldum.
Boş bir yere iliştim ve konuşma başladı.
Sahneye çıkan Şef, kısaca kendisini tanıtıktan sonra, sahneden indi ve seyirciler arasında parmağı ile gelişi güzel yaklaşık onbeş kişiyi seçip, ayağa kalkmalarını rica ederek, her birine farklı sesler çıkarmalarını, ellerini oynatmayı bıraktığı anda ise susmalarını tembih etti.
Kilise'nin özel mimarisine uygun, akustik ses düzeni içinde birbirinden bağımsız, uyumsuz, aykırı çıkan sesler, şef'in iki dakikalik el hareketlerinin iki yanda hazır ol şeklinde sonlanmasi ile,
biz seyircilerde, bu rahatsız verici ses cümbüşünün sonlanmasından mutlu, ellerimizle kapadığımız kulaklarımızı açarak derin bir "oh!" çektik .
Daha Sonra şef aynı kişileri ikili, üçlü, dörtlü gruplara ayırıp her bir gruba daha anlamlı sesler vererek egzersizi tekrarladı.
Az önceki bozuk ses düzenine nazaran, ortaya çıkan sesler kulağa çok daha hoş ve nazik geliyordu.
Yaklaşık iki saate yakın süren bu kısa eğitici sunum sonunda;
O ana kadar belki hiç üzerine düşünmemiştim ama artık biliyordum kolay gibi görünsede Maestro olmak zor bir görevdi.
Yüzlerce çalgının ardındaki kişileri kontrol etmek için kurulan göz teasi ve el hareketi ile gerçekleşen muazzam ses kaynaşması ile ortaya çıkan eserlerin,
nasıl büyülediğini o günden sonra daha da takdir eder oldum.
Sanırım hayatın içinde lider olabilmek de aynı titiz çalışmasından, aynı dikkat, aynı temas ve her bireyi tek tek özelliklerine göre koruyup, kollayarak, onlara sahip çıkarak o seçilmiş kişilerin becerilerini ortaya koyacak zamanı kendilerine vermek ve verebilmekten geçiyor..
Usulüne göre eğitilen, anlayan, dinleyen, özümseyen ve ders çıkaran bireyler de toplum içinde liderleri ile daha başarılı çalışabiliyor ve daha üretken oluyor.
Bir tek liderler değil elbette hayatın içinde çeşitli alanlara yönelmiş bir doktor, bir yazar, bir eğitmen, bir sporcu içinde sanırım başarı için ortak kural bu.
Gel gelelim içinde bulunduğumuz yaşamda bizim durumumuz tamamen farklı.
Herkes kendi çok sesli orkestrasını kuruyor ve herbiri o çalgıların uzmanı olup çıkıyor. hem şef, hem vurmalı çalgı, hem yaylı çalgı..
Yani herkes siyasetçi, herkes avukat, herkes doktor, herkes eğitmen herkes yazar..
Dostoyevski Suç ve Ceza kitabinda;
"İnsanlar basit ve üstün olarak ikiye ayrılırlar.
Basit olanlar yalnızca insan cinsini üretmeye yarayanlardır. Diğerleri yeni bir şey söyleyebilmek isteği ile doğmuş üstün insanlardır.
Toplum muhafazakarlık görevini yitirmek için çok kez bu insanları asıp kesiyor, acımasızca eleştiriyor yada hakaret ediyor.
Ama yine aynı toplum bir nesil sonra bu astığı insanların anıtını dikip onlara tapıyor" der..
Bu cümle bizim gerçeğimiz olarak karşımıza bir tokat gibi çıkıyor..
Halkın gururla ayakta alkışladığı, daha ağzını açmadan "şimdi esprisini patlatacak",
"şimdi vuracak" nidalarıyla konuşmalarını takip eden, yazıları tıklanma rekoru kıran ve saatlerce ayakta alkışlanan, YILMAZ ÖZDİL kaleme aldığı MUSTAFA KEMAL kitabı ile acımasızca, eleştirilecek ters köşeye yatırıldı.
İstatistiki olarak olumsuz eleştiriler kimlerden geldi bilmiyorum ama tahmin etmek zor degil.
YILMAZ ÖZDİL'i
O çok okuyan!!,
O çok araştıran!!
O çok derin bilgisi olan!!
Atatürkçülerin tez elden kurdukları çok sesli senfoni orkestrası eşliğinde, bir anda uzman tarihçi, usta edebiyatçı ve araştırmacı, Türkçe dil bilimci, edası ile vurmalı, yaylı, üflemeli çalgılar eşliğinde telleri gere gere, yüzüne yüzüne haykıra haykıra, son derece abartılı ve yersizce eleştirildi..
Çaldığın alet'in akordu bozuksa, Dünya'nın en güzel, en değerli eseri felakete dönüşür.
Yılmaz Özdil'i sanırım işte bu akordu olmayan eleştirmenler karalasada;
Bir yazar ve gazeteci olarak bugüne kadar, kaleme aldığı yazi tarzı ile üslubuna bakarsak, kendisi fazlası ile halkın nabzını tutmayı başarmış,
her kesimden okuyucu kitlesine sahip Ozdil, bu kitabı ile bence;
Onu takip eden halk tabakasına bu kitabı okuttu. Bu öyle bir kitle ki belki de ilk defa Atatürk ile ilgili bir kitap okudu.
içTen