Gündem'in bu kadar hızlı ve çabuk değiştiği başka bir ülke yok gibime geliyor.
Hızlı değişimler yaşayan bu gündem'in konuları, tek bir kalemden çıkmış gibi!!
en az altı gazetemizin manşetlerine aynı renk, aynı punta, aynı dizi ile basılıp okurken, dedim ama;
ASLINDA DAHA ÇOK BAKARKEN bari resimler değişik olsaydı..!
O da yok.
Bu bir nevi kopyalanmış, Amerikan gazeteciliğidir.
Ört bas etmek, gerçeği karalamak, kötüyü iyi, iyiyi kötü gösterirken iktidarı pohpohlamak yeni bir durum değil.
Bir yıl içinde yaşanan, hergün'ün önemli olaylarını not düştüğü, daha sonra bunları "VE GÜNLER YÜRÜMEYE BAŞLADI" kitabında topladığı EDUARDO GALEANO bakın "olayın yaşandığı aynı tarihi hadiseyi" nasıl aktarıyor,
Hiroşima ve Nagazaki’yi yerle bir eden atom bombalarından iki ay kadar sonra,
12 eylül 1945 günü, THE NEWYORK TIMES gazetesi, ilk sayfasında, bilimsel konular uzmanı, William L. Laurence imzalı bir makale yayınladı.
Makale ürkütücü söylentilere yanıt olarak ortaya çıkıyor ve yerle bir edilen o şehirlerde kesinlikle herhangi bir radyoaktivite bulunmadığı konusunda güvence veriyordu.
Bu radyoaktivite konusu Japon propagandasının bir yalanından başka bir şey değildi.
Sonra ne oldu dersiniz?
Günümüzün ödüllerinin, başlangıcına adım atıldı.
Laurence bu ifşâası sayesinde Pulitzer Ödülü’nü kazandı.
Bir süre sonra, beyefendi, birini The New York Times gazetesinden, diğerini ABD askeri bütçesinden olmak üzere iki maaşla yaşamını, vefat edinceye kadar sürdürdü.
*
Medya dünyası geçmişimizde;
Aktif, dinamik, değişken, kuralları olan, etkin, katılımcı, kaliteli, arayış içinde olup, arayışa cözüm bulmaya calışan, yol gösteren, fikir sunan, eleştiren,
her devrin "YANDAŞ"ına kapılmadan, MUHALİFliğini, KALEMİYLE, GÖRÜŞÜYLE, DÜŞÜNCESİYLE dile getiren bir söktürdü.
Bilirim bir GAZETECİ'nin, araştırmacının, haber peçinde OKURLARI için, HALK için,
özveriyle koşarken;
Doğru haber aktarmanın gayretiyle; Günün sonunda tutulan notlardan,
oradan gazete içindeki kişilerle girilen tartışmaya, saatli bomba gibi patlamaya hazır, sinir ve sabırlarla,
saatlerce süren başlık arama, resim seçme, gündem manşeti, belirlemenin ardından, günün son saatlerinde,
kendi kaleminden çıkmış bir yazının, gazetede carpıtılmadan yayınlanma kararının, yüzlerde yaratan keyifli
gülümsemesini, çok iyi bilirim..
Bunlarla kavruldum..
-Bir sevgili, bir eş, bir çocuk, bir aile HEP ikinci planda kalır,
-Doğum günleri, evlilik yıldönümleri, özel günler, kutlamalar ve davetlerde, bir göz saat de, bir göz kapıda, "ha geldi, ha gelecek" ler olur,
-Restorantlarda, ev gezmelerinde yada evde dostlarla bir araya gelinirken ve
herşey bitmek üzereyken, kapıda belirmeler ve yüzlerde,
"Biraz mahçup, biraz sohbeti kaçırmış olmanın verdiği hüzün, biraz sevdiklerinin yüzünde hayal kırıklıkları yarattığını görmenin ezikligi.."
Ne hovardalık..
Ne çapkınlık..
Ne de ihmal..
YAPILAN SADECE YÜREKTEN YERİNE GETİRİLEN BIR MESLEK VE GOREVDİ..
Biliyorum..
Onlar benim en yakınımdı..
Onlar benim arkadaşlarımın eşleri, kocaları, çocuklarının babalarıydı.
Onlar benim yaşamımda önemli her işgal etmiş, gençliğimdi..
Ve hep şöyle derlerdi,
"Özur dileriz gene yetisemedik. Söz! bir dahaki sefere telafi ederiz. "
Yarın yazılarımız çıkıyor, okuyunca takdir edeceksiniz. Vallahi içimize sindi."
Bekleyişlerden sonra gelen yazılar..
Afganistandan, Bosnadan, Yugoslavyadan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden, Sınır kapılarından..
Yurdun feryadı bastığı değisik noktalarından...
Yaşamlar, yazılar, yazılarla geride bırakılanlar. Bazen bir resim karesiyle, göz kırparcasına..
Bugünkü medyanın, sahte ellerine, sahte kalemlerine, sahte ve değişken yüzlerine, yenilmeyecek kadar cesur, mütevazi, saygın eli kalem tutan nice değerli gazetecilerimiz acaba geçmişlerine, yaşantılarına bakıp
DEĞER MİYDİ? diye soruyorlarmıdır bilmiyorum ama Değerdi, bize sönmez ışık oldunuz.
Kalemine vicdan mürekkebini doldurup, açtıkları sayfa üzerinde, gerçekleri yılmadan, bembeyaz duygularla aktarmayı ilke edinmiş tüm yazarlarımızı saygıyla selamlıyorum.
İçTen