Kaç haftadır “yazayım” diyorum ama bir türlü elim gitmedi. Hızlandırılmış bir İspanya; daha doğrusu Müslüman İspanya (Endülüs) gezmecesinin detaylarını vereceğim..
Bileti bir yıl öncesinden kıstırmışız..
2 kişi gidiş dönüş baya kelepir..
Oteller her ne kadar biraz pahalı olsa da alışıyorsun.
Otel fiyatlarını görünce pahalı gibi duran lokasyonlar bir de bakmışsın “çok da değilmiş be abi” ye geliyor..
Beni her zaman en çok kasan uçmak..
Korktuğumdan değil, canım sıkılıyor..
İspanya’da çok iyi anılarımın yanı sıra kötü anılarım da oldu. Ondan hiç bahsetmeyeceğim ama bir daha İspanya’ya gider miyim, sanmıyorum..
Böyle diyorum ama daha önce “bir daha gidersem iki olsun” dediğim pek çok yere kimbilir kaçıncı kez gitmişliğim oldu..
Ne demişler “büyük lokma ye büyük söz söyleme..”
Önce Madrid..
Madrid’e indiğimizde hava nefisti. Temmuzun ortası olmasına karşın sıcaklık fıstık gibi; 30 derece bile yok..
Otelimiz nefis..
Her yeri yürüyerek geziyoruz. 3 günlük Madrid gezisinde yorulduk, çok yorulduk ama şehrin her sokağını, her deliğini yaya olarak gezdik..
Madrid ile ilgili ilk izlenimim..
“Benim burada ne işim var..”
Hizmet desen yok, kalite hak getire, yemeklerin lezzet eğrisi Bulgaristan’ı bile aratıyor..
3 günlük Madrid macerası iyisiyle kötüsüyle geçti..
Ertesi gün daha önceden kiraladığımız arabalarımızı almak için Renta Car firmasına gittik. Suratsız kızdan arabalarımızı aldıktan sonra önümüzde duran 500 km’lik yolu tepmeye başladık..
Akşam saatlerinde Malaga’da olmayı planlıyoruz ama yolumuzun üzerindeki Toledo’yu pas geçemezdik..
Toledo..
Bayıldım, inanılmaz bir yer..
Pırıl pırıl. Sokak aralarındaki cafeler tam da benim istediğim gibi. Bir kaç masa ve sandalye. Küçük, sevimli ve kaliteli..
Toledo’da aklım kaldı..
Bir daha gider miyim..
Belki; hatta gitmek isterim ama baharda olursa..
Malaga’ya vardığımızda hava henüz kararmıştı.
Çok ilginç, bizden 3 bin km uzakta olmasına karşın saat farkı Avrupa ile aynı, yani bir saat..
Yalnız güneş çok geç batıyor. Saat 22.00’a gelirken güneş batıyor ve saat 23.00’da bildiğin akşam karanlığı başlıyor..
Malaga’yı sevdim..
Eski şehir merkezindeki dar, sevimli sokaklarda yürüdük, hele hele kahve keyfi olağanüstüydü..
Yemek işini de sevdim Malaga’da..
Bu şehri de yaya olarak gezdik..
Asıldık tabanlara ve şehrin altını üstüne getirdik..
Picasso müzesi çıkışında bir arkadaşımız sanatçının delirme eğrisini gösteren resimleriyle karşılaştığında “hayatımı gözden geçireceğim” demesi ilginçtir..
Malaga’da 2.gün botanik parkın içinden yürüyüp giderken başımıza hiç beklemediğimiz bir şey geldi. Anlatmak, hatırlamak istemiyorum..belki başka bir yazıda bu konuyu anlatırım ama bugün değil..
Malaga limanına demirlemiş bir askeri gemimizin personeliyle selamlaştık ve kordonda mevzi aldık..
Delicesine bir akşam yemeği yedik..
(Ara ara söylüyorum, burada da yeri gelmişken bir kez daha söyleyeyim..
Dünyada sokak cafeleriyle, restorantlarıyla sahilde veya lüks bir yerde yemek yeme arasında hesap ücreti olarak ciddi bir fark yok..
Korkma yani, sokakta 10-15 yawro ödeyip yediğin yemeği klas bir restorantta en en en fazla 15-20 yawro ödersin..)
Malaga gerçekten güzel şehir..
Sevdim..
Oteller iyi, gece hayatı oldukça başarılı. Kalite Madrid’e göre daha eline yüzüne bakılır. Taksiler elektrikli. Fiyatlar makul..
Oteller’de otoparlar ücretli. Adamlar geceliğine 20 yawro istiyor. Oysa Malaga’da sokaklarda park etmek ücretsiz..
Biz de öyle yaptık..
4 günlük Malaga gezmecesi çok verimliydi. Madrid’de olduğu gibi bir milim bile boşluk bırakmadan şehri yaya gezdik..
“Aklım orada kaldı” diyebileceğim İspanya ile ilgili hiç bir şey yok ama Malaga’nın eski şehirdeki Malaga de Catedral’in hemen doğusunda kalan, küçük, sevimli bir Jazz Clup var..
Tam olarak adı “The Clarence Jazz Clup”, orada bir gece olmak isterdim; aklımda kalan, “şu da olsaydı” dediğim tek şey budur..
Malaqueta Plajı her anlamda çok iyi. Deniz suyu buz gibi olsa da üstsüzleriyle ve “iğne atsan yere düşmez” vaziyetiyle çok önemli bir ayrıntı..
(Yazının en sonunda Endüsül gezmecesinde nereler görülmeli onu anlatacağım..)
Tarih kısmına girmek istemiyorum ama Alhamra Sarayı’na gitmek düştü aklımıza. Bir dönem arapların hüküm sürdüğü Endülüs bölgesinde dönemin izleri hala çok diri ve yerinde duruyor..
Alhamra Sarayı’nı 40 derece sıcakta gezdik..
Gezdik mi, perişan mı olduk ben pek anlamasam da sonuçta görülmesi gereken bir yerdi ve gördük..
Rotamızı Sevilla’ya çevirdik..
Burayı da tabanvay ile gezdik. Hayatımın en kötü pizzasını burada yedim; daha doğrusu yiyemedim..
Yalnız; Sevilla’da herhalde uzun seneler unutamayacağım, dünyanın en iyi Flamenko Dans Grubu’nu izlemek oldu..
Müthişti..
Sevilla’da otopark çok ciddi bir sorun. Hele eski şehirdeysen vay haline..
Yarın buradan kalkıp biraz yol yapacağız ve kendimizi Cordoba’ya atacağız..
Cordoba’da Kurtuba Camisi’ni göreceğiz.
Olmazsa olmazlarımızdan biri..
41 derece sıcağın altında ter şeyimizden akarken Kurtuba Camisi’nin avlusuna atıyoruz kendimizi..
Herkes aynı durumda..
Muhteşem bir yapı; mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında geliyor; (ben tarih sevmiyorum dersen ne gerek var görmesen de olur)..
Cordoba daha inanılmaz bir sıcak; tek kelime ile yanıyoruz, cayır cayır bir hava..
Yarın rotamız yeniden Madrid..
Yolumuz uzun değil ama kısa da sayılmaz..
Tam da “kaçta yola çıkarız” kritiği yaparken şeytan dürttü, aklımız bulandı.. Biz güzel güzel “yarın kaçta yola çıkalım”ı konuşurken“yahu Lizbon yakın, Fas öyle. Acaba şuradan uçak biletlerini erteletip yeni bir yelken mi şişirsek” durumunu konuşmaya başladık..
Ben havlu attım..
Hele hele Fas’ın dayanılmaz sıcağını gözüm hiç yemiyor..
Bunlar akşam yemeğinde olup bitiyor..
Tevfik garsonun gazıyla “Boğa Kuyruğu” yiyor. Efendim fırında 4 saat kalıyormuş da falanmış da filanmış da..
Garson bizim Tevfik’e verdi coşkuyu “mükemmel seçim” falan deyince o gazla masaya boğa kuyruğu geldi..
Benim hala o şeyin boğa kuyruğu olup olmadığı konusunda şüphelerim var..
Tevfik’e göre olağanüstü lezzetliymiş..
İspanya’dan döndüğümde kendime bir soru sordum.
“Gittin ne gördün, aklında ne kaldı”
Kesin olarak takır takır saydırabileceğim çok fazla şey yok. Söylemek gerekirse İspanya gezmecesinden aklımda Kurtuba Camisi, Flamenko Gecesi ve Picasso müzesi kalmış..
Bir de Cordoba’da masaya gelen “Boğa Kuyruğu..”
Endülüs’ün tarihine baktığında ilginç ayrıntılar var. Mesela İspanya kraliçesi İsabel ile Cristof Colomb’un keşif için görüşmeleri ve bu sırada aralarında bir takım gevşemelerin olduğu (tarih kitapları yazmıyor)..
İsabel arapların elinden Alhamra Sarayı’nı aldıktan sonra buradan elde ettiği ganimetlerle Colomb’u finanse etmiş ve Amerika’yı keşfetmiş..
(keşif aslında başka bir kaşif tarafından yapılmıştır, yani Colomb Amerika’yı keşfetmemiştir)
Arap izleri derinlemesine görünüyor..
Araplar örneğin bol bol manolya ağacı dikmiş..
Bize dönecek olursak, İspanya’da unutamayacağım
çok az anı bıraktı içimde..
Dağ taş zeytin olmasına rağmen kahvaltıda zeytin vermek yerine yemeği beklerken zeytin tabağını aparatif olarak veriyorlar..
Gelelim onca yolu gitmişken şehirlerde mutlaka görülmesi gereken bir kaç yere..
Madrid:
Yazın ortasında gittiysen kızgın sıcağı göze alacaksın.
Mümkünse şehir merkezinde bir otelde konakla. Eski şehri yaya olarak en ince detayına kadar gezebilirsin..
Bütün yolların çıktığı Puerto De Sol meydanını kendine yer belle..
Nereye gidersen git yolunu buradan tuttur..
Ve tabi burada “sıfır” noktasına ayak bas..
Prado Müzesi önemli. Plaza Mayor, Retriro Park, Royal Palace, Plaza De Espana (buradan şehrin en büyük caddesi ve eğlencenin su gibi aktığı Gran Via caddesine çıkılabilir).
Şehir merkezinde üç önemli caddesi Calle Arenal, Calle Preciados ve Calle Carmen’de hem alışveriş yapabilir hem de araç trafiğine kapalı olduğu için rahat rahat gezebilirsin..
Calle Arenal caddesini Royal Placa’ya doğru takip ettiğinde Opera binasının önüne geleceksin. Orada bir kaç tane cafe var; bayıldım..hasta oldum cafelere..
Gezecek yer çok ama sen bunları gör yeter; hatta fazla bile gelir. Benim gibi müze, kilise koşturmayı sevmiyorsan listeyi kısaltabilirsin..
Malaga:
Malaga çok güzel bir şehir. Eski şehre özellikle bayıldım. Malaqueta Plajı her an dolu. İğne atsan yere düşmez. Deniz bildiğin buz..
Bak, Picasso müzesine git, ihmal etme. Oradaki resimleri görüp de “hayatımı gözden geçireceğim” dememek olanaksız..
Alcazaba ve Gibralfaro Kalesini görmek lazım. Keza Plaza de Toros. Eski şehir mutlaka Marques de Larios Caddesi üzerinden gezilmeye başlanmalı..
Sevilla:
Küçük sayılabilecek bir şehir. Bana biraz sıkıcı geldi. Alcazar Sarayı, Sevilla Katedrali (eski şehiri gezerken zaten göreceksin) Altın Kule ve Plaza De Espana görülecek yer..
Ve ve Sevilla’da mutlaka yapılması gereken eylem Flamenko Gecesine gitmek..
Grup olarak da dünyanın en iyisi olduğu söylenen Tablao El Arenal’ı dibine kadar izlemek..
Turlarla gidersen bu gece için senden 50, bazen 70 yawro topluyorlarmış. Oysa gece 30-35 yawro..
Gırnata Kralallığı (Granada)
Elhamra Sarayı zaten neredeyse bir gününü alıyor. Randevu ile çalışıyor ve mutlaka rezervasyon istiyor. En kolayı internet üzerinden biletini ve rezervasyonunun ayarlamak..
Granada turistik bir yer olmasına karşın ingilizce bilmiyorlar, üstelik neyi nasıl servis edeceklerini hiç bilmiyorlar. Granada'da İspanya'nın en kötü yemeğini yedik..
Cordoba:
Kurtuba Camisi’ni görmen yeter. Çok arzu edersen burada Boğa Kuyruğu yiyebilir, lezzet dünyana farklılık katabilirsin..
Toledo:
Buraya apayrı bir gün ayır. Bizim gibi asla geçerken uğrama. Biraz zaman ayır. Bir gece kal, dar otantik sokaklarında dolaş..
Ne yenir, ne içirilir densen, İspanya’nın Tapas Barları meşhur ama beş para etmez. Yeme içme konusunda tavsiyem yahudi, türk, italyan veya yunan restorantlarını koştur. İlla “döner yiyeceğim” arkadaş dersen Calle Arenal caddesinde bir dönerci var ama tavsiye etmiyorum...