Anasayfa
Yazarlar
Levent GÜLTEKİN
Yazı Detayı
Bu yazı 1052+ kez okundu.
Beka sorunu: Erdoğan’ın mı Türkiye’nin mi?
acikcenk@gmail.com / @acikcenk
İktidar varlığını sürdürmek hatta kendini vazgeçilmez kılmak için toplumda yaymaya çalıştığı bir korku var: Beka sorunu.
Reklam
Erdoğan ve taraftarları her fırsatta “Yedi düvele karşı mücadele halindeyiz” diyerek bu korkunun toplumda yer etmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bir taraftan bu korkuyu yayarken diğer taraftan da korkulan şeyin gerçekleşmemesi için Erdoğan’ın liderliğinin ne kadar önemli olduğu vurgusunu yapıyorlar.
Erdoğan, geçtiğimiz yıl yaptığı bir konuşmada “Ben gidersem devlet yıkılır” bile demişti.
Bir taraftan “Beka sorunu var” deyip diğer taraftan “Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyoruz” diyorlar.
Bir taraftan “Bütün dünya bir olmuş ülkemizi yok etmeye çalışıyor” deyip diğer taraftan Kerkük, Musul gibi başka bir ülkenin şehirlerine plaka numarası veriyorlar.
Bir taraftan Irak’ın, Suriye’nin bölünme süreçlerinde aktif rol aldılar diğer taraftan “Irak’ı, Suriye’yi dış güçler böldü sıra Türkiye’de aman fırsat vermeyelim” diyerek toplumu korkutmaya çalışıyorlar.
Belli ki bu, korkuyla toplumu teslim almak ve kendisini de vazgeçilmez kılmak için uygulanan bir strateji.
Fakat toplumu, ülkeyi çürüten bir strateji.
Çünkü korkuya teslim olan toplumlar aklı, sağduyuyu kaybederler.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu fark edemez hale gelirler ve neticesinde de çürürler.
Bu, iktidarda kalmak isteyen birçok ülke siyasetçisi tarafından uygulanan bir strateji.
Hatta bu stratejiyi anlatan, ABD’de yayınlanan çok ilginç bir dizi var: ‘House Of Cards’
Dizi bir ABD başkanının korkuyla seçmeni nasıl teslim aldığını, kendini nasıl vazgeçilmez kıldığını anlatıyor.
Meselenin en tuhaf tarafı ise Erdoğan’ın içerideki politikalarına karşı olan kimi ulusalcıların, milliyetçilerin bu korkuyu toplumda pekiştirici misyon üstlenmeleri.
Erdoğan’ın kendini vazgeçilmez kılmak için yarattığı bölünme korkusunu topluma yayan, bunun sahici bir korkuymuş gibi görülmesini sağlayan ulusalcı kesim, ne yazık ki Erdoğan’ın değirmenine su taşıdığının farkında değil.
Sadece ulusalcılar, milliyetçiler değil neredeyse bütün siyasi aktörler benzer yaklaşım içindeler.
Tuhaflık bu dar görüşlülükte birleşmelerinde değil. Hem Erdoğan’ın politikalarına karşılar, onu istemiyorlar hem de onu iktidarda tutacak en önemli argümana destek oluyorlar.
Sonra da biz siyasette niçin varlık gösteremiyoruz diye yakınıyorlar.
Gösteremezsiniz çünkü korkan bir toplum hem milli duygularla hem de o korkuyla her zaman en güçlü gördüğü liderin etrafında kümelenir.
“Dış güçler, bölünmeye direnen Erdoğan’ı yemeye çalışıyor” anlayışına teslim olan bir toplum Erdoğan’ı terk eder mi?
Yani “Batı Türkiye’yi bölmek istiyor bu nedenle buna direnen Erdoğan’ı yok etmek istiyorlar” görüşü doğruysa böyle bir durumda kim Erdoğan’ı terk edebilir ki?
Hangimiz edebiliriz?
Batılılar Türkiye’yi bölmeye çalışıyor korkusunun temeli Sevr Anlaşması’na dayanıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrası kazanan devletler, Osmanlı’yı paylaşmak için Sevr Anlaşması’nı dayattılar.
Birçok şehri işgal edilmiş, ekonomisi batmış, yetişmiş bütün insanlarını savaşta kaybetmiş, adete paramparça olmuş bir ülke iken bile Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletlerin taleplerine, ayak oyunlarına boyun eğmemiş, direnmiş, kurtuluş savaşı vermiş bir toplumun bugün hala o korkuyu yaşıyor olması çok dramatik.
Bir ülkenin, Sevr’i çöpe atan Lozan Anlaşması’nın başarısını, oradaki cesareti, kararlılığı değil de çöpe atılmış Sevr Anlaşması’nı hatırlaması o korkuyla yaşaması hakikaten çok acayip.
En acı olan ise o yokluktan, işgallerden bir ülke çıkaracak cesareti, aklı, dirayeti ortaya çıkaran bir liderin yani Atatürk’ün takipçisi olduğunu söyleyen kimi ulusalcıların bu korkuya yenilmiş olmaları.
Atatürk yaşamış olsaydı sanırım en ağır lafları bugün “Aman ülkemizi bölmek istiyorlar” dar görüşlülüğünü benimseyen ulusalcılara söylerdi.
Peki Türkiye’nin bir Beka sorunu yok mu?
Elbette var.
Ama kaynağı dış güçler değil Erdoğan’ın politikaları.
Aynen Irak’ta, Suriye’de, Libya’da olana benzer bir sorunla karşı karşıyayız.
Daha önce defalarca söylemiştim. Tekrar edeyim: Irak’ı dış güçler değil Saddam böldü.
Suriye’yi beka sorunu yaşayacak duruma dış güçler değil, 40 yıllık Esad diktatörlüğü getirdi.
Libya’yı yok eden dış güçler değil, bütün kurumlarını, değerlerini yok ederek o ülkeyi kabile devletine çeviren tek adam anlayışıydı.
Özgürlükleri kısıtlayan, toplumsal barışı tesis edemeyen, hata iktidarda kalmak için toplumu bölen, ayrıştıran, halk yoksullukla boğuşurken saraylarda lüks, şatafat içinde yaşayan liderlerdi.
Ülkelerini kendi babalarının malı gibi gören tek adam rejimleriydi.
Eğitimi, ekonomiyi, toplumsal bütünlüğü, ülkenin değerlerini korumayı dert etmeyip kendilerinden başka kimsenin aklına, yaklaşımına itibar etmeyen o liderlerdi.
Türkiye’nin en büyük sorunu, varsa bile kimi odakların Türkiye’yi bölme çabası değil.
Tüm bunlara zemin hazırlayan iktidarın yanlış politikalarıdır.
Erdoğan’ın bitmek, tükenmek bilmeyen kavgacı siyaset anlayışıdır.
İçeride toplumu kendi etrafında kenetlemek için yaptığı hamasettir.
O hamasetle sürekli düşman üretmeye dayalı dış politika anlayışıdır.
İktidarda yaptığı yanlışlar neticesinde dünya nezdinde kaybettiği itibarının, oradan gelecek bir cezanın faturasını ülkeye ödetmeye çalışan yaklaşımıdır.
Toplumsal barışını sağlamış, adaleti tesis etmiş, değerlerini korumuş, refah düzeyini artırmış yani yaşanabilir ülke olmuş toplumları, devletleri dışarıdan kimsenin bölmeye gücü yetmez.
Türkiye’yi beka sorunu yaşayan bir devlet haline getiren şey eğitimin bütünüyle çökmüş olmasıdır.
Hukukun devre dışı bırakılmasıdır. Pespaye bir din anlayışını ülkeye yönetim felsefesi olarak dayatılmasıdır.
40 milyon insan açlık sınırında yaşarken “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek saraylarda lüks şatafat içinde yaşayan iktidar anlayışıdır.
Tüm bunları topluma anlatamadığı gibi iktidarın ürettiği korkuya teslim olmuş muhalefet anlayışıdır.
Ne yazık ki Erdoğan kendi kişisel beka sorununu bütün Türkiye’nin beka sorunu olarak yansıtmaya çalışıyor.
Neticesinde de Erdoğan’ın beka sorunu Türkiye’nin beka sorununa dönüşüyor.
Türkiye’yi bölmeye çalışan odaklar yok mu?
Elbette olabilir.
Fakat esas mesele onların ne yaptığı değil, ülke olarak bizim ne yapıp, yapmadığımızdır.
Ekleme
Tarihi: 15 Ekim 2017 - Pazar
Beka sorunu: Erdoğan’ın mı Türkiye’nin mi?
acikcenk@gmail.com / @acikcenk
İktidar varlığını sürdürmek hatta kendini vazgeçilmez kılmak için toplumda yaymaya çalıştığı bir korku var: Beka sorunu.
Reklam
Erdoğan ve taraftarları her fırsatta “Yedi düvele karşı mücadele halindeyiz” diyerek bu korkunun toplumda yer etmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bir taraftan bu korkuyu yayarken diğer taraftan da korkulan şeyin gerçekleşmemesi için Erdoğan’ın liderliğinin ne kadar önemli olduğu vurgusunu yapıyorlar.
Erdoğan, geçtiğimiz yıl yaptığı bir konuşmada “Ben gidersem devlet yıkılır” bile demişti.
Bir taraftan “Beka sorunu var” deyip diğer taraftan “Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemini yaşıyoruz” diyorlar.
Bir taraftan “Bütün dünya bir olmuş ülkemizi yok etmeye çalışıyor” deyip diğer taraftan Kerkük, Musul gibi başka bir ülkenin şehirlerine plaka numarası veriyorlar.
Bir taraftan Irak’ın, Suriye’nin bölünme süreçlerinde aktif rol aldılar diğer taraftan “Irak’ı, Suriye’yi dış güçler böldü sıra Türkiye’de aman fırsat vermeyelim” diyerek toplumu korkutmaya çalışıyorlar.
Belli ki bu, korkuyla toplumu teslim almak ve kendisini de vazgeçilmez kılmak için uygulanan bir strateji.
Fakat toplumu, ülkeyi çürüten bir strateji.
Çünkü korkuya teslim olan toplumlar aklı, sağduyuyu kaybederler.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu fark edemez hale gelirler ve neticesinde de çürürler.
Bu, iktidarda kalmak isteyen birçok ülke siyasetçisi tarafından uygulanan bir strateji.
Hatta bu stratejiyi anlatan, ABD’de yayınlanan çok ilginç bir dizi var: ‘House Of Cards’
Dizi bir ABD başkanının korkuyla seçmeni nasıl teslim aldığını, kendini nasıl vazgeçilmez kıldığını anlatıyor.
Meselenin en tuhaf tarafı ise Erdoğan’ın içerideki politikalarına karşı olan kimi ulusalcıların, milliyetçilerin bu korkuyu toplumda pekiştirici misyon üstlenmeleri.
Erdoğan’ın kendini vazgeçilmez kılmak için yarattığı bölünme korkusunu topluma yayan, bunun sahici bir korkuymuş gibi görülmesini sağlayan ulusalcı kesim, ne yazık ki Erdoğan’ın değirmenine su taşıdığının farkında değil.
Sadece ulusalcılar, milliyetçiler değil neredeyse bütün siyasi aktörler benzer yaklaşım içindeler.
Tuhaflık bu dar görüşlülükte birleşmelerinde değil. Hem Erdoğan’ın politikalarına karşılar, onu istemiyorlar hem de onu iktidarda tutacak en önemli argümana destek oluyorlar.
Sonra da biz siyasette niçin varlık gösteremiyoruz diye yakınıyorlar.
Gösteremezsiniz çünkü korkan bir toplum hem milli duygularla hem de o korkuyla her zaman en güçlü gördüğü liderin etrafında kümelenir.
“Dış güçler, bölünmeye direnen Erdoğan’ı yemeye çalışıyor” anlayışına teslim olan bir toplum Erdoğan’ı terk eder mi?
Yani “Batı Türkiye’yi bölmek istiyor bu nedenle buna direnen Erdoğan’ı yok etmek istiyorlar” görüşü doğruysa böyle bir durumda kim Erdoğan’ı terk edebilir ki?
Hangimiz edebiliriz?
Batılılar Türkiye’yi bölmeye çalışıyor korkusunun temeli Sevr Anlaşması’na dayanıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrası kazanan devletler, Osmanlı’yı paylaşmak için Sevr Anlaşması’nı dayattılar.
Birçok şehri işgal edilmiş, ekonomisi batmış, yetişmiş bütün insanlarını savaşta kaybetmiş, adete paramparça olmuş bir ülke iken bile Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletlerin taleplerine, ayak oyunlarına boyun eğmemiş, direnmiş, kurtuluş savaşı vermiş bir toplumun bugün hala o korkuyu yaşıyor olması çok dramatik.
Bir ülkenin, Sevr’i çöpe atan Lozan Anlaşması’nın başarısını, oradaki cesareti, kararlılığı değil de çöpe atılmış Sevr Anlaşması’nı hatırlaması o korkuyla yaşaması hakikaten çok acayip.
En acı olan ise o yokluktan, işgallerden bir ülke çıkaracak cesareti, aklı, dirayeti ortaya çıkaran bir liderin yani Atatürk’ün takipçisi olduğunu söyleyen kimi ulusalcıların bu korkuya yenilmiş olmaları.
Atatürk yaşamış olsaydı sanırım en ağır lafları bugün “Aman ülkemizi bölmek istiyorlar” dar görüşlülüğünü benimseyen ulusalcılara söylerdi.
Peki Türkiye’nin bir Beka sorunu yok mu?
Elbette var.
Ama kaynağı dış güçler değil Erdoğan’ın politikaları.
Aynen Irak’ta, Suriye’de, Libya’da olana benzer bir sorunla karşı karşıyayız.
Daha önce defalarca söylemiştim. Tekrar edeyim: Irak’ı dış güçler değil Saddam böldü.
Suriye’yi beka sorunu yaşayacak duruma dış güçler değil, 40 yıllık Esad diktatörlüğü getirdi.
Libya’yı yok eden dış güçler değil, bütün kurumlarını, değerlerini yok ederek o ülkeyi kabile devletine çeviren tek adam anlayışıydı.
Özgürlükleri kısıtlayan, toplumsal barışı tesis edemeyen, hata iktidarda kalmak için toplumu bölen, ayrıştıran, halk yoksullukla boğuşurken saraylarda lüks, şatafat içinde yaşayan liderlerdi.
Ülkelerini kendi babalarının malı gibi gören tek adam rejimleriydi.
Eğitimi, ekonomiyi, toplumsal bütünlüğü, ülkenin değerlerini korumayı dert etmeyip kendilerinden başka kimsenin aklına, yaklaşımına itibar etmeyen o liderlerdi.
Türkiye’nin en büyük sorunu, varsa bile kimi odakların Türkiye’yi bölme çabası değil.
Tüm bunlara zemin hazırlayan iktidarın yanlış politikalarıdır.
Erdoğan’ın bitmek, tükenmek bilmeyen kavgacı siyaset anlayışıdır.
İçeride toplumu kendi etrafında kenetlemek için yaptığı hamasettir.
O hamasetle sürekli düşman üretmeye dayalı dış politika anlayışıdır.
İktidarda yaptığı yanlışlar neticesinde dünya nezdinde kaybettiği itibarının, oradan gelecek bir cezanın faturasını ülkeye ödetmeye çalışan yaklaşımıdır.
Toplumsal barışını sağlamış, adaleti tesis etmiş, değerlerini korumuş, refah düzeyini artırmış yani yaşanabilir ülke olmuş toplumları, devletleri dışarıdan kimsenin bölmeye gücü yetmez.
Türkiye’yi beka sorunu yaşayan bir devlet haline getiren şey eğitimin bütünüyle çökmüş olmasıdır.
Hukukun devre dışı bırakılmasıdır. Pespaye bir din anlayışını ülkeye yönetim felsefesi olarak dayatılmasıdır.
40 milyon insan açlık sınırında yaşarken “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek saraylarda lüks şatafat içinde yaşayan iktidar anlayışıdır.
Tüm bunları topluma anlatamadığı gibi iktidarın ürettiği korkuya teslim olmuş muhalefet anlayışıdır.
Ne yazık ki Erdoğan kendi kişisel beka sorununu bütün Türkiye’nin beka sorunu olarak yansıtmaya çalışıyor.
Neticesinde de Erdoğan’ın beka sorunu Türkiye’nin beka sorununa dönüşüyor.
Türkiye’yi bölmeye çalışan odaklar yok mu?
Elbette olabilir.
Fakat esas mesele onların ne yaptığı değil, ülke olarak bizim ne yapıp, yapmadığımızdır.
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.