Çok eski zamanlarda, hayvanların bir arada, kendi lisanlarıyla konuştuğu, aralarında da çıkardan uzak, dostluk ve dayanışmanın yaşandığı bir belde varmış.
Bu beldede yaşanan kuraklık, kıtlık sonrasında insanlar yanında beldede yaşayan hayvanlarda göç etmeyi kendi aralarında tartışır olmuşlar.
Kendi aralarında çok iyi anlaşan bir eşek, bir köpek, bir de maymun olağan üstü zirve yapar ve artık hayat standardı düşen beldeden ayrılmayı tartışır, sabahı erken saatinde yola çıkarlar.
Az uz gittikten sonra dört yol kavşağında durup gidecekleri yönü tartışırlarken, geldikleri yön dışında kalan üç yol için en uygun olan çözüm olarak, her birinin bir yola gitmesi, bir ay sonra dönerek, ağaç altında buluşarak, gittikleri yön ve ulaştıkları yerleşim merkezinde yaşadıklarını paylaşma ve en rahat edeceklerine inandıkları yerleşim merkezine birlikte gitmeye karar verir ve ayrı yönlere doğru yola koyulurlar.
Bir ay sonra sözleştikleri kavşağa ilk gelen maymundur. Yorgun argın, yıpranmış, tüyleri yolunmuş halde yerde sürünerek geldiği ağaç dibine baygın halde uzanır. Baygın uzandığı ağaç dibinde dinlenmeye çalışırken, uzaktan imleyerek, sürünerek gelen köpeği görür. Yattığı yerden ayağa kalkamadan bağını kaldırarak köpeğe bakar ve “ne bu hal der?” köpek cevap olarak “sus, biraz soluklanayım, sonra anlatayım” der ve bitkin bir halde uzanır kalır baygın bir halde…
Az çok demeden, yarı baygın yattıkları ağaç gölgesinde dinlenmeye çalışırken uzaklardan bir toz bulutu, yere yaptığı basıncın sese dönüştüğü heybetli ayak sesleriyle irkilir ve birbirlerine “bu ses de ne? Bu gelen de kim? Kimler?” sorularını sorarlar birbirlerine. Kalabalık topluluk olduğuna hükmeder, endişeyle biraz da korku dolu gözlerle beklemeye başlarlar.
Az zaman sonra toz bulutu yatışır, ortalık netleşince, seslerin şiddetinin kalabalık gelenlerden kaynaklanmadığı, kendilerini endişeye sevk eden toz bulutunun ve seslerin arkadaşları eşeğin geldiğini görünce, endişeleri yatışır, yerini bir meraka bırakır...
Ağacın gölgesine doğru, bütün heybetiyle ve sanki olduğu yerde sıçrayarak yürüyerek gelen eşek, daha bir irileşmiş, tüyleri parlaklaşmış, gözlerinden şimşek çakan bir eda içerisinde, yerinde duramaz olmuştur.
Köpek ile maymuna bakan eşek, gittikleri yerde neler gördüklerini anlatmalarını ister.
Söz alan maymun, gittiği istikamette bir köye ulaştığını, köye yaklaştığında çocukları gördüğünü, bu çocuklara hoş vakit geçirebileceğini, çocukları mutlu olan ailelerin de kendisine iyi davranıp, bakacaklarını beklediğini düşünürken, çocukların kendisini yakaladığını, bir kafese kapattıklarını, yaşadığı işkenceyi, canını zor kurtardığını, bu köyde rahat etmeyeceklerini anlatır.
Söz alan köpek, kendisinin de ulaştığı köyde köylülerin sürüsü olduğunu, çocukların çok olduğunu görünce, hem çocukları, hem de sürüyü korursa köyde karnının doyacağını düşünürken, köylülere bu sevincini iletmek, kendisinden haberdar etmek için havlayarak coşkuyla koşarken, köylülerin kendisini taşladığını, canını zor kurtardığını, atılan taşlardan inciyen bacağının henüz iyileşmediğini, bu köyde kendileri için yaşamanın zor olduğunu söyler ve eşeğe dönerek, “senin görüntüne göre gittiğin yer fena değil gibi” der.
Eşek ise, çok doğru söylüyorsunuz. Gittiğim köy sizin gittiklerinizden farklı ve çok iyi. Uzun bir yol sonrasında bir tepeye vardığını, tepeden bakarken gördüğü köylülerin tarlada çalıştıklarını görünce kendisini haberdar etmek için bağırdığını söyler.
Köylülere ben buradayım diye bağırınca, köylülerin de önüne ot attığını, teşekkür etmek için bağırdığında yine önüne ot attıklarını, karnı doyduğunu söylemek için bağırdığında yine önüne ot attıklarını söylerken, bu köyde yaşamanın rahatın tek mantığının bağırmak olduğunu öğrendiğini söylerken, arkadaşlarını alıp bu köye doğru yürürlerken, arkadaşlarına sürekli nasihat eder.
- Arkadaşlar, karnınız doysun istiyorsanız, bağıracaksınız. Sürekli bağıracaksınız. Her defasında daha yüksek sesle bağıracaksınız. Bağırmazsanız aç kalırsınız haaaa!
Bu nasihatleri duyan insanlar da var mı? Bilmeyiz!
Edebiyle ve kendi yaradılış hususiyetleri, yetenek ve yeterlikleri dahlinde çevresine yararlı olmaya özen gösterenlerin de güvende olmayı, karnının doymasını bağırmakta olduğunun öğrenildiği bir süreçte, bağırmaya başlarlarsa, kimsenin biri birini dinlemediği, herkesin bağırdığı kaos ortamı nasıl bir çevre yaratır, böyle bir çevrede nasıl yaşanır bilinmez…
Ancak bağıranın önüne ot atma kabilinden uygulamalar, insanlarında bu alışkanlıkları edinmelerine zemin mi hazırlıyor ne?
Bu yanlışlıkta yanlış olan bağıranda mı, yoksa bağıranın önüne ot atmaya devam eden insanlarda mı?
Kaliteyi yaşamak, kendimize dürüst ve samimi bir öz değerlendirme yapmakla başlar. Seçim sürecinin yaşandığı bir atmosferde, sanırım kendi yarınımız açısından da büyük bir yol ayrımında olduğumuzu düşünüyoruz.
Asıl düşünülmesi gereken problem de bu sanırız…
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Genel Başkanı