ÜLKEMİZDE siyasetçiler, devleti ele geçirmek için iktidar olmak istedikleri, Batı'da ise siyasetçilerin devleti yönlendirmek için iktidara gelmek istedikleri vurgulanır ülkemiz siyasetçilerine istikamet tayin etme amaçlı yazılan yazılarda…
Yaşadığımız seçim süreci, bu süreçte yapılan propaganda faaliyetleri hatırlandığında yukarıda yer alan tavsiyelerin pek etkili olduğu söylenemez sanırım…
Siyasetin artan dozunda bazen maksadı aşan söylemler, rencide edilen insanlar, yaratılanların en şereflisi olan insan olmanın erdemi unutulmakta, bu hal de istikbalimiz olan neslimizin görmesi gereken modelin kaybolması sonucunu doğurmaktadır. Bu olumsuz örnekler yarın yakınacağımız neslin benimsediği kazanımlar olarak bumerang olursa şaşırmamak lazım aslında…
Daha vahim olan şey ise, maksadı aşan söz ve söylemlerin sonucunda Şahısların yıpratıldığı düşünülürken, aslında kurumların yıpratıldığı, neticede de belki de farkında olunmadan asıl yıpratılanın koruduğumuzu ifade ettiğimiz, hatta uğruna ölürüm dediğimiz “DEVLET”
Bu olumsuz tavır ve üslup dünde yaşandı sonucun nereye varacağı düşünülmeden fütursuzca…
Dün denebilecek kadar kısa bir süre önce; Taksim Gezi Parkında doğacı hassasiyet ile başlayan, hızla ülke geneline yansıyan, ancak ağaçları koruma anlayışından uzaklaşıp, farklı bir seyir takip ederken, öfke patlaması sınırlarını da aşmıştı. Gelişmeler, küresel güçlerin amaçlarına hizmete yönelen bir istikamet kazanmıştı…
Ortaya çıkan tablonun basite indirgenemeyecek derecede ciddi olduğunu düşünüyoruz. Yaşananların; toplum yönetiminde etkin olan herkes tarafından, Toplum Psikolojisi merkezinde yakın siyasi tarihimiz odaklı akl-ı selim anlayış içerisinde irdelenerek, “Kalite Yönetimi” mantığında özdeğerlendirme analizi gerektiğini düşünüyoruz.
Yaşananlar sürecinde zarar gören bütün kurum ve kuruluşlarıyla “Devlet” oluyor. Buna seyirci kalınması, kısa sürede ne kazanırım mantığında izlenmesi yarın açısından büyük riskleri beraberinde getireceği endişesi taşıyoruz.
Devletsizlik kadar kötü bir başka şeyin olmadığı hakikati bilinirken, tarihi derinliklerimizde, kültürel kodlarımızda yer alan; “Devlet-i Ebed Müddet”, “İlay-ı Kelimetullah” anlayışından uzak söylem ve eylemlerin izahının kabil olmadığını düşünüyoruz.
Bizi biz kılan değerleri kaybedişimizin risklerini dahi düşünemez olduk yaşadığımız sosyal çözülme sürecinde…
Toplumsal eğitimimizin dününde ailede, sokakta, okullarda, “Edeb” vardı. Bu gün bu anlayışı kaybediş neden? Dün büyüklerimiz hata yapan çocuklara, gençlere yaptıkları uyarılarında “Edeb ya hu” derlerdi… Bugün bu uyarılar bitti…
“KALEM SURESİ”nde yer alan; İnsan olmanın erdeminin yer aldığı, insanın inşaa olmasındaki temel kriterlerin uzağında söz, söylem, eylem ve tavırların yarınlarımızı risk ettiğini düşünüyoruz.
Bizi bir kılan değerlerden uzaklaştıkça, küresel güçlerin kullanabilecekleri, açık alanlar yaratıyoruz kendimize…
Günümüzde uluslar, “küreselleşme” adı altında çok uluslu şirketler tarafından ekonomik, siyasal ve kültürel bir kıskaç altında yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Çok uluslu şirketler bu eylem ile ulusların ekonomik kaynaklarını yönetilebilmek ve yönlendirebilmek için her türlü kültürel ve siyasi etkenleri kullanmaktadır. Çok uluslu şirketler, varlıklarını devam ettirebilmek için ulusların kendi kültürlerinden getirdikleri yönetsel ve siyasal modellerin bırakılması için çaba harcamaktadır. Bu yeni model çok kültürlülüğü, çok sesliliği ön planda tutuyormuş gibi görünse de, tek tip insan yaratmaktadır. (Şencan, Y.C.,2007).
Bu güne baktığımızda devlet/millet-halk arasında yaşananlar, eğitim programlarımızdaki açık iyileştirilmeye alanlarımızın, örgün ve yaygın eğitim sürecinde düzenlenen eğitim durumlarındaki kalitenin sorgulanması gerektiğini düşündürtüyor.
Geçen süreçte neslimize, tarihi derinlikteki “Devleti” kuruluş mantığı ve yönetim sürecindeki temel kriterler aktaramadığımızı, bir başka ifadeyle; eğitimden beklenen “kültürleme” işlevinin eksikliklerini ortaya koymaktadır.
Tarihi derinlikte “Türk” kavramı da bu yöndeki algılar da tarihin belgeleri ışığında netleştirilmeli…
Kök-Türk yazıtlarında; Türk hakanı, İnsanoğlu üzerine hakan olarak gelir. Tanrının buyruğuna göre, hizmet ve adaletini, tüm insanoğlu arasında paylaştırmak zorundadır. Zaten Kök-Türk Yazıtlarındaki Türk budun sözü de tüm genişlik ve derinliği ile iyice anlaşılamamaktadır. Türk budunu, Türk devleti içinde yaşayan herkestir, yani siyasi bir birliktir. Mo-tun'un (Mete Han) M.Ö. 176'da Çin İmparatoruna yazdığı mektupta da aynı anlayış görülmektedir. Mo-tun, “eli yay tutabilen kavimlerin hepsi Hun oldu” demektedir. Yani, Mo-tun'un devleti içinde toplanan kavimlerin hepsinin Hun adı altında birleştiği görülmektedir. Mo-tun’da (Mete Han)bir tek devlet, bir tek halk ve bir tek hakan anlayışı ve inanışı görülmektedir. (Ögel, 1982, 110).
Türkler, devletin sahip olduğu ve halkın üzerinde yaşadığı topraklara ülke, ulus veya yurt gibi adlar vermiştir. Bunlardan ulus, toprakla birlikte halkı anlatır. Ülke yani yurt, devletin bir diğer öğesidir. Ülke, her müstakil devletin hak ve yetkilerini mutlak şekilde kullanabildiği belirli coğrafi sahaya denir. (ŞENCAN, Y.C.,2007).
Ülkesi olmayan bir topluluk hiç bir şekilde devlet niteliğini kazanamaz. Bir devletin var olabilmesi için belli ve sınırları belirlenmiş bir toprak parçasının bulunması zorunludur. Aksi takdirde topluluk bir göçebe niteliği taşır. Ülke, devlet egemenliğinin veya devlet gücünün kullanıldığı sınırları belli bir bölgedir. Bu bölge içinde kalan tüm varlıklar devlet egemenliğine ve gücüne bağlıdır. (Taneri, 1993, 36).
Ülke ve toprak, hükümdarın kendi istediği gibi yönlendireceği bir toprak parçası olmamıştır. Toprağın pay edilmesi belli bir düzene göre, Hükümdarın eliyle olmuştur. Devlet topraklarının yöneticilerle halkın ortak sorumluluğu altında bulunması ile eski Türklerin şahıslardan çok siyasi kuruluşa bağlı olduğu düşünülürse ülkenin hızla vatanlaşması sağlanmıştır (Kafesoğlu, 2004, 235–236).
Günümüzde ülke, devlet egemenliğinin ve gücünün kullanıldığı bir yer olarak düşünülmektedir. Türkler için yurt, sadece üzerinde yaşanılan ve geçim temin edilen bir toprak parçası değildir. Aynı zamanda kendilerini koruyan ata ruhlarının üzerinde dolaştığı kutsal bir mekândır. Türkler, ancak üzerinde özgür olarak yaşadıkları ve egemenlik haklarını hiçbir sınırlama olmaksızın kullandıkları toprakları yurt olarak kabul etmişlerdir. Yurt, diğer yurtlardan yaka adı verilen sınırlarla ayrılmaktadır (Koca, 2002, 824–825).
Türklerin yönetim yapısının en üstünde, devlet veya bir hükümdar tarafından yönetilen, temsil edilen siyasi birlik anlamında İl kavramı kullanılmıştır. İl, iyi dostluk, sevgi, barışseverlik anlamlarına gelen bir kavramın devlet anlamında kullanılması gerçekten dikkate değer bir özelliktir. Devletin varlığı yetmemekte, oluşturulan siyasi birliğin barış içinde olması temel unsur haline gelmektedir (Kaşıkçı, 2002, 888–889).
Eski Türklerde devlet kavramı "İl" (el) sözcüğü ile anlatılmıştır. İl'in gerçek anlamı örgütlenmiş siyasi toplum ve devlettir. İslam öncesi Türk düşüncesinde İl kavramı; kurumsallaşma, bağımsızlık ve egemenlik kavramlarını içine alır. Egemenliğin hedefi her yerde güvenliği sağlamaktır. Orhun yazıtlarında, Kutluk ve onun veliahtları tarafından bir halkın egemenlik altına alındığı yazılıdır. "O, halk içinde barış ve güvenliği sağladı" cümlesiyle de, Türk devlet geleneği içerisinde fethedilen topraklarda adalet anlayışının hemen kurulduğu anlatılır. Buradaki barış ve güvenliğin sağlanmasından amaç, “Türk İli”nin devamlılığıdır (Atalay, 2002, 869).
Devlette egemenlik iki şekilde kendini göstermektedir. Bunlardan birincisi iç egemenliktir. İç egemenlik, devletin sahip olduğu topraklar ve bu topraklarda yaşayan halk üzerinde hukuki bakımdan emretme hak ve yetkisini tam olarak kullanması demektir. İç egemenliğin sağlanabilmesi için bu da yeterli olmamakta, halkın yönetenleri meşru güç olarak kabul etmeleri ve itaat etmeleri de gerekmektedir. Devlette egemenliğin ikinci şekli ise tam bağımsızlıktır. Türkler, bağımsızlıklarına düşkün bir ulustur (Koca, 2002, 828).
Türklerde her ne kadar hükümdar son sözü söyleyen makam da olsa, meclise danışmadan büyük kararlar vermemiştir. Kurultay sözcüğü, Türkçe “kurul” ve Moğolca “tay” ekiyle oluşmuş bir sözcüktür. Bugünkü Türkçemize bu deyim Cengiz Han devletinden girmiştir. Kurultay, bir danışma meclisi kimliğindedir. Oğuz Türkçesindeki asıl karşılığı “kengeş” demektir. Kurultayın bir toplantı olması nedeniyle, Oğuz Türkleri onu yığınak, dernek, derim gibi birçok sözlerle de adlandırmışlardır. Kurultay, devlet yönetiminin temelini oluşturur. (Şencan Y., C., (2007).
Türklerde demokrasi ve parlamento anlayışını kavrayabilmek için tarihte kurulmuş olan Türk devletlerinin egemenlik düşüncelerinin anlaşılması gerekmektedir. Tuman'dan (Teoman Han) sonra yerine geçen oğlu, 35 yıl hükümdarlık yaparak devletinin sınırlarını kuzeyde Sibirya'dan güneyde Himalayalar'a, doğuda Büyük Okyanus'tan batıda Hazar Denizi'ne kadar genişletmiştir. Türk tarihinde Oğuz Han olarak bilinen Mo-tun, (Mete Han) Türk ulusunu “Töre” hükümlerine ve devlet meclisinin kararlarına göre yöneten en büyük hükümdardır (Kafesoğlu, 1984, 67).
Kurultay, başlangıçta Türklerde din töreni, bayram, yeme içme toyu, eğlenme ile yarışmayı da içinde toplayan bir devlet toplantısıdır. Bu toplantılarda halk ile devlet birleşir ve kaynaşır. Moğol devletinde ise kurultay, aristokratların, yani Cengiz Han'ın soyundan gelenlerin toplantısıdır. Dernek veya toy şeklinde olan bu kurultaylara, Hunlar ile Oğuzlarda halk da katılır. Söz hakkı bulunmasa bile kararların alındığı anda orada halkın bulunması, kararları sahiplenme için güzel bir uygulama olarak görülür. Büyük Hun devletinde başlıca üç büyük toy ve yığınak vardır. Bunlar; yeni yıl bayramı, ilkbahar bayramı ve güz bayramıdır. Özellikle sonuncusu, yani güz bayramı büyük bir kurultay şeklinde, Çin'in kuzeyindeki Lung-ch'eng adlı yerlerde yapılırdı. Bu bayram veya toy kurultayına, devletin tüm ileri gelenleriyle bağlı kurulların da katılma zorunluluğu vardır. Bu büyük Bayram Kurultayına gelmeyenler, Hun hükümdarına isyan etmiş sayılmışlardır. (Şencan Y., C., (2007).
Türklerde hayat görüşü olarak kabul edilen töreye göre egemenlik düşüncesi, ulusu yöneten devlet adamlarına veya hükümdarlara Tanrı tarafından şartlı olarak verilen bir “kut” dur ki, bu da siyasi iktidar anlamına gelmiştir. Töre, Türk sosyal hayatını düzenleyen zorunlu kurallar bütünüdür. Bireylerin ve ulusun hak ve hukukunu, özgürlüğünü, hükümdarın görevlerini belirleyen ve ceza hükümleri ile dikkati çeken, yazılı olmayan bir prensipler topluluğudur (Kafesoğlu, 2004, 251) .
Törenin uygulanmasından sorumlu kimse devletin başında bulunan hükümdardır. Hükümdar, zamanın gereklerine göre ve devlet meclisinin onayını alarak yeni yasaları töreye ekleyebilmiştir. Asya Hunlarında Mo-Tun, Kök-Türklerde Bumin ve İlteriş, Tuna Türk Bulgar devletinde Kurum Hanlar, devlet kuruluşunda deneyimlerine dayanarak yeni yasalar eklemişledir. Bununla beraber törenin, anayasa gücünde, değişmez ilkeleri de vardır ki, bunlar ünlü siyaset kitabı Kutadgu Bilig'de şöyle belirtilmektedir. Könilik (adalet), uzluk (iyilik, faydalılık), tüzlük (eşitlik), kişilik (insanlık) ve töreye göre hakan veya hükümdar; halkın refahı, mutluluğu ve varlığı için çalışan bir görevlidir. Fakat bu şekilde ulusu yönetmek ve ulusa hizmet etmek, aynı zamanda hükümdar için Tanrının kendisine verdiği bir siyasi iktidardır (Saray, 1999, 8).
Devletin yönetimi sürecinde çeşitli amaçlarla kurultaylar yapılırdı. Bazı kurultaylar süreli toplantılar biçiminde olurken, bazıları da zamanın ve dönemin gereksinimlerine göre farklı amaç ve biçimlerde yapılmıştır.
1) Töreyi Kurma ve Toplama Kurultayı: Türklerde yeni bir devlet kurulunca, töreyi belirlemek ve korumak için toy ve kurultayların yapıldığı görülür. Aslında o devletin töresi, devletin kurucusunun adını taşır. Oğuz Destanı içinde, Oğuz Han savaştan döndükten sonra büyük bir zafer toyu yapar. Bundan sonra da ikinci bir “töre toyu” yapar. (Ögel, 2002, 876).
2) Savaş Kurultayı: Savaş Kurultayı Atilla Hunlarında, ya savaş başında veya savaş ortasında yeni bir taktik uygulamak için yapılır. Savaş kurultayı at üzerinde olur. Hunlarda savaş kurultayı, sonbahar mevsiminde yapılırdı. Savaş öncesi olduğu gibi savaş sırasında da savaşı durduran komutanlar bir araya gelerek hemen yeni bir taktik seçerler. Kuzey Türk mitolojisinde, savaş öncesi toy ve kurultaylarından da söz edilmektedir (Uraz, 1992, 89).
3) Göç Öncesi Kurultayı: Göçten önceki kurultaylar eski Türklerde çok önemli bir olay ve eylemdir. Göç, tüm halkı ilgilendirir. (Ögel, 2002,).
4) Barış Kurultayı: Türk devletlerinde halk ve beyler, düşman bir devletle hemen bir barış kurmak için hazır değillerdir. Bunun için hakan, gerekli ortamı yaratmak için bazı önlemler alır. (Ögel, 2002, 84).
5) İsyan ve Bağlı Olma Kurultayı: Hun hakanının sarayında yapılan kurban töreni ile kurultaya, Asya Hun Devleti'ne bağlı olan tüm bağlıların gelme zorunluluğu bulunmaktadır. Gelmeyen, isyan etmiş sayılırdı. (Ögel, 2002, 877).
6) Elçiler İle İlgili Divanlar: Bu tür toplantılara, kurultay gibi olmasa da divan toplantısı denilebilir. Bu da büyük bir divan toplantısı olarak kabul edilebilir (Avcıoğlu, 1999b, 770–775).
7) Mahkeme ve Yargı Kurultayları: Eski Türk devletlerinde adaleti temsil eden hükümdardır. Doğal olarak bu hak, beylikten hükümdarlığa kadar değişir. Normal olarak kurultayın hükümdar tarafından toplantıya çağrılması gerekir. Ancak bu bir “Toy” şeklinde olabilir. Bununla beraber Kök-Türkler ile Hunlarda kurultay belirli zamanlarda, aynı zamanda bir din ve kurban töreni gerekçesiyle, örnek olarak Mayıs ayında toplanır. Bu devlet “Toy kurultayları” yılın belirli günlerinde olur. Toplanmak için ayrıca çağrı yapılmamıştır (Aydoğan, 2004a, 553).
Her kültür, kendisini yaşatacak ve devam ettirecek insan tipini yetiştirmeye çalışır. Son günlerde yaşadıklarımızdan hareketle özdeğerlendirme yaparsak; bu süreçte iyileştirilmeye açık alanlarımız olduğu söylenebilir.
Tarihte yaşanan yönetim mantığına dayalı, bugünkü devlet yönetim uygulamalarının paralellik göstermesine karşın, “TÖRE”ye uygun olmayan numayişler yaşanıyor. Bu süreçte, başlangıçta masumane başlayan olayları yatıştırma yerine günlük siyasi beklentilere dayalı töreyi yok sayan anlayış içerisinde teşvik eden söz ve söylemlerin yanı sıra tavır ve davranışların izahının kabil olmadığını düşünüyoruz.
Gençlerin bu süreçte toplum psikolojisine kapılıp da gösterdikleri reflekslerinde bilgi eksikliğinin de etkili olduğu göz önünde bulundurularak; Hz. Muhammed’e (sav) taşla saldırıldığı anda; eğer, isterse saldıranların topyekûn cezalandırılacakları uyarısına karşı Hz. Peygamberin (sav) “…bilmiyorlar, bilseler…” örneğindeki anlayışla; toplumu, yarınlarını nefisinden ziyade neslini kazanma merkezinde tavır alınmasının, yarınlarımız açısından faydalı olacağı göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünürken, sürecin planlayıcı aktörleri için ise “TÖRE”nin gereği yönünde, tarihi derinlikleriyle açıklanarak, bu yönde icranın, yarınlara kötü örnek olmaması açısından da anlam taşıyacağı düşünülmektedir.
Çünkü, hırsının ve öfkesinin güdümünde olan bir hiçbir toplumsal hareketin, hayırlı bir sonuç vermesi beklenemez. İki yanlış bir doğru etmez. Bu tür eylemlerin Ortadoğu’da nelere mal olduğu unutulmamalı, yeni zulümlere zemin hazırlamamalı, kardeşin kardeşe hasım olmasına sebep olmanın vebaline kimsenin girmemesi gerektiği unutulmaması gerektiğini düşünüyoruz. Benzer eylemlerle başlayan süreçlerin yakın zamanda, Mısır’da, Libya’da, Suriye ‘de nelere yol açtığını yaşadık. Bu açıdan; öfkemiz geçtiğinde, hırsımız yatıştığında yüzümüzün kızaracağı farkındalığında herkesin daha mutedil, uzlaştırıcı olması gerektiği, küçük hesapları bir kenara bırakarak, “Töre”ye de uygun şekli ile ülkenin huzurunun ve güvenliğinin ortak sorunumuz olduğunun bilinci içerisinde bu kritik sürecin yönetiminde daha sorumlu davranmamız gerektiğini düşünüyoruz.
------------------
1. ŞENCAN, Yusuf Cem, (2007), İslamiyet Öncesi Türk Devlet Geleneği, Yüksek Lisans Tezi.
2. (ÖGEL, Bahaeddin, (1982), Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Ankara: Başbakanlık Basımevi. )
3. TANERİ, Aydın, (1993), Türk Devlet Geleneği Dün-Bugün, İstanbul: Milli Eğitim Bakanları Yayınları.
4. KAFESOĞLU, İbrahim, (2004), Türk Milli Kültürü, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
5. KOCA, Salim, (2002), “ Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı”, GÜZEL, Hasan Celal, Kemal ÇİÇEK, Salim KOCA (Edi.), (2002), Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, ss. 823–844.
6. KAŞIKÇI, Osman, (2002), “Eski Türklerde Devlet Başkanlığı- Hakanlık”, GÜZEL, Hasan Celal, Kemal ÇİÇEK, Salim KOCA (Edi.), (2002), Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, ss. 888–893.
7. ATALAY, Bülent, (2002), “Türk Devlet Geleneğine Göre Devlet Adamlarında Bulunması Gereken Asgari Hususiyetler”, GÜZEL, Hasan Celal, Kemal ÇİÇEK, Salim KOCA (Edi.), (2002), Türkler, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, ss. 861–868.
8. SARAY, Mehmet, (1999), Türk Devletlerinde Meclis(Parlamento), Demokratik Düşünce ve Atatürk, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi.
9. URAZ, Murat, (1992), Türk Mitolojisi, İstanbul: Düşünen Adam Yayınları.
10. AVCIOĞLU, Doğan, (1999b), Türklerin Tarihi İkinci Kitap, İstanbul: Tekin Yayınevi.
11. AYDOĞAN, Metin, (2004a), Yönetim Gelenekleri ve Türkler Birinci Kitap, İzmir: Umay Yayıncılık.
Metin AKGÜN
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Genel Başkanı |