İslamiyet’te üstünlük ve fazilet zenginlikle, soyda, makamda değil, Allah’a ibadet, taat ve insanlara/insanlığa hizmetle olur. Nitekim Allah Teâlâ (c.c.) “Şüphesiz Allah katında en değerliniz O’nun emirlerine karşı gelmekten en çok sakınanızdır”(1) buyururken, Peygamber Efendimiz de (s.a.v)“Bir toplumun efendisi, onlara hizmet edendir”(2) buyruğu üzere, (Emr-i_bi'l_ma'rûf_ve_nehy-i_anil_münker) "İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek" istikametinde bir hayat sürmektir…
İyiliği emrederken de, kötülükten men ederken de yaşantıdaki samimiyet, Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları istikametinde doğruyu yaşama hassasiyetinde model olma, nefsinden önce çevresini düşünme, onlara faydalı olmaya odaklanmadır. Öncelikli davranış, zararı dokunmamaktan ziyade çevresine fayda sağlamaktır. Bu faydanın derecesi; mal, can ötesinde samimiyettir…
İşte bu nedenle Allah (c.c.) zekât, infak ve sadaka gibi yollarla fakirlerin gözetilip onlara yardım edilmesini, zenginlerin servetlerinde fakirlerin de haklarının olduğunu belirtir: “Zenginlerin mallarında muhtaç ve yoksulların da hakkı vardır.” (Zâriyât Sûresi, 51/19. ) ve Nûr Sûresi’nde de “Onlara, Allah’ın size verdiği maldan veriniz.” (Nûr Sûresi, 24/33) onlara haklarının verilmesini emrederken, ayette fakire yardımda bulunan zenginin dikkati çekiliyor, sanki: “Fakire yardımda bulunurken mağrur olma, ona tepeden bakma. Zira sen, Allah’ın sana verdiği malın bir kısmını ona veriyorsun, bu, onun hakkıdır. Sen ona bir lütufta bulunmuyorsun, bilakis Allah’ın emrini tutup ona hakkını veriyorsun.” Derken, diğer taraftan da fakirin de dikkati çekilir ve adeta ona da; “Sana yardımda bulunan kimseyi zengin eden benim. Ona verdiğim malın bir kısmını sana vermesini ben emrettim. Bu malda senin hakkın vardır. Bu duygu içerisinde onu kabul et, eziklik içerisinde bulunma.” Diyor.
Allah’ın zenginlere, fakir ve güçsüzleri gözetmelerini emretmesinin sayısız hikmet ve yararları vardır. Bunların birkaçı şunlardır: İslamiyet cemiyetin birlik ve beraberliğine çok önem verir. Müslümanların birbirlerine kenetlenmiş sağlam bir bina gibi olmalarını ister.( Saff Sûresi, 61/4) Müslümanlardan meydana gelen toplumu bir vücut ve o toplumun fertlerini de o vücudun muhtelif organları gibi görür ( Müslim, Birr,17).
Vücudun herhangi bir yerinde meydana gelen üzüntü ve ızdıraba diğer organlar nasıl ilgisiz kalamazsa, toplumda kendisini meydana getiren fertlerin dert, üzüntü ve sıkıntılarına ilgisiz kalamaz. Nitekim Peygamber efendimiz “Her kim müslümanların derdini kendine dert edinmezse onlardan değildir” (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ’, II, 227. ) buyurmuştur.
Zekât, infak ve sadakanın ötesinde takva yönüyle bir zirvedir “Îsâr”… Terim olarak Haşr Sûresi’nin 9’ncu ayetinde kullanılmakta olup anlamı; “Onlardan önce Medine’yi yurt edinmiş olup da imanı gönülle-rine yerleştiren kimseler, hicret edip kendilerine gelen müminleri sever-ler. Onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar, çekememezlik hissetmezler. Aksine kendileri zaruret içerisinde bulun-salar bile onları kendilerine tercih ederler/ kendilerinden önde tutarlar. Kim böyle nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte kurtuluşa erenler onlardır.”(Haşr, 59/9) diye açıklanabilir.
A’lâ Sûresi’nin 87/16: “Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Ahiret/ ebedî yurt daha hayırlı ve bâkîdir.” (A’lâ Sûresi 87/16) ayetine uyan ensar, “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.”, (İnsan Sûresi, 76/8-9) “……akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malını seve seve verir.” (Bakara Sûresi, 2/177). Ayetlerine uygun hareket ederler.
“Îsâr” Ensar’ın Muhacir’e sağladığı yardımdaki zirve olmanın ötesinde mal ile can ile hayatı anlama, hayatı yaşama anlayışıdır aslında…
Ayet-i Kerimede Ensar’ın özellikleri;
· Onlar hicret edip kendilerine gelenleri severler.
· Muhacirlere verilenlerden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar.
· Onlar, kendileri zaruret içerisinde bulunsalar bile muhacirleri kendilerine tercih ederler/ kendilerinden önde tutarlar.
· Kim böyle nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte kurtuluşa erenler onlardır. Diye tanımlanır.
Mal ile yapılan “Îsâr” can ile yapılan yönü bir başka zirvedir, ecdadın yaşantısında!
Îsâr, sıddıkların mertebesi ve Allah için birbirini sevenlerin en üstün derecesidir. Onlar Allah için canını da feda etmişlerdir.
Anlatıldığına göre, halife Muvaffak zamanında, Gulam Halil b. Ahmed bazı sufileri halifeye şikâyet edip haksız yere suçladılar. Halife bunların yakalanıp cezalandırılmasını emretti.
Cüneyd-i Bağdadî kendisini fakih göstererek kurtuldu.
Şehham, Rakkam ve Ebu’l-Hüseyin Nurî isimli zatlar yakalanıp nezarete alındılar. Boyunları vurulmak üzere hazırlık yapılınca Ebu’i Hüseyin öne atıldı.
Cellat kendisine;
– Niçin acele ediyorsun, diye sordu.
Ebu’l-Hüseyin Nurî k.s.:
– Kardeşlerimin bir saat fazla yaşamaları için. Önce beni öldürün, dedi.
Cellat hayret içinde kaldı, elini geri çekti. Hadise halifeye haber verildi. Halife sufilerin halini incelemek üzere, baş kadı İsmail b. İshak’a haber gönderdi. Kadı, Ebu’l-Hüseyin Nurî’ye fıkıhla ilgili birtakım sorular sordu. Hepsine çok güzel cevaplar verdi. Sonra sözlerine şöyle devam etti:
– Allah Tealâ’nın öyle kulları vardır ki, kalktıklarında Allah ile kalkarlar, konuştuklarında Allah ile konuşurlar. Derken kamil mümin olmanın derecelerine işaret eder…
Huzeyfetül Adevi’nin anlatımında;
“ Yermuk savaşı günü kimi canlı, kimi cansız serilen Müslüman cesetleri arasında amcamın oğlunu arıyordum. Bulduğumda su ister misin dedim. Gözleriyle evet cevabını verdi. Lakin o sırada öte taraftan bir inilti işitildi. Amcazadem suyu ona götürmemi istedi. Tam o yaralının yanına gidip suyu vereceğimde bir inilti daha duyuldu o da bunu duyunca suyu ona götürmemi istedi. Tam o yaralının yanına gitmiştim ki son nefesini verdi. Ben de hızla ikinci yaralının yanına koştum ancak onunda şehit olduğunu gördüm. Sonra hızla amcam oğlunun yanına koşmuştum ki onun da şehit olduğunu anladım.
Kendisi ölümün eşiğinde iken, kendi ihtiyacını, bir başka kardeşini tercih etmesi ecdadın yaşadığı örneklerden olup, Çanakkale Savaşları da bu yaşantının zirvelerindendir.
Kendinden sonra gelenlerin/geleceklerin bir saat, bir gün, bir hafta veya dahası yaşayabilmesi için Çanakkale’de canını feda eden Mehmetlerin “işar”da ulaştıkları zirvelerdendir aslında…
Savaştığı insana dahi merhametin, tedavi etme hassasiyetinin namütenahi örnekleri yaşanmıştır.
Çanakkale Zaferini anlatmaya çalışan herkes, bu harbin manevi cephesine vurgu yapar, anekdotlarla zenginleştirmeye çalışır yazısını, konuşmalarını… Asrı Saadet’teki, özellikle Bedir’deki ruhla mukayese yapar Mehmetçiğin o asil mücadelesini…
Çanakkale de Mehmetçikte, bizi biz kılan değerlerin en samimi yaşanmasındaki zirve olan; o teslimiyetin, nefsinden arınmışlığın o safiyetin, o masumiyetin, kaynağı Kur’an terbiyesi almış edebin zirvesinde olan Mehmetçiğin başarısıdır.
Çanakkale’de savaşan Mehmetçiği eğiten, Kilitbahir tabyalarında eğitim subaylığı görevini ifa eden Yüzbaşı Mehmet Hilmi Bey’in o günlerle ilgili hatıraları “Cepheden Cepheye Bir Ömür” adı ile Gazanfer ŞANLITOP tarafından kitaplaştırılan o hatıralarda: “…“Askerler! Buradaki yenilgi hiçbir savaştaki yenilgiye benzemez. Bu savaşta hiçbir ödül de beklemeyin! Hiçbirimiz rütbe, nişan ve dünya menfaatlerinin ve heveslerinin uğruna harp etmeyeceğiz. Allah rızası için harp etmeye niyet edelim ki, gazamız mübarek olsun. Ya gazi ya şehit olalım!..” cümleri devamındaki; “…Bedir savaşında Efendimiz ve az sayıdaki sahabenin güçlü müşrik ordusuna karşı savaşarak Allah’ın yardımını nasıl elde ettiklerini ve Enfal Suresi’nin 17. Ayeti’nin anlamını izah etmesindeki sırdadır” aslında…
Çanakkale ruhunu en güzel “işar” örneklerinin arasında sayabiliriz. Dedelerimiz sırf kendilerinden sonra gelen nesiller vatansız kalmasın, esir yaşamasın, dinlerini rahatça yaşasın diye canlarından vazgeçmişlerdir.
İsar; İnsanlar arasında ülfet, muhabbet, şefkat ve merhamet meydana getirir. Böylece birbirlerini seven ve sayan insanlardan meydana gelen bir sevgi toplumu oluşmuş olur. İnsanı cimrilikten, hasislikten kurtarır, fedakârlık ve diğerkâmlığa alıştırır.
Îsâr; toplumun menfaat ve çıkarlarını kendi menfaat ve çıkarlarından üstün tutması, yaşama zevki yerine yaşatmaktan haz duymasıdır.
Îsâr, ulvî bir duygu, yüksek bir haslet ve insanlar arasındaki sevgi, saygı, merhamet, şefkat ve kardeşliğin güzel bir tezahürüdür.
Îsâr, bir nazariye değil, yaşanmadan ortaya atılmış bir görüş, bir ideal değil, yaşanmış, ilk İslam toplumunda en güzel örnekleri verilmiş ahlaki bir erdemliliktir. (PUSMAZ, D., 2011).
Günümüz dünyasında evlatlarımız, gençlerimiz aldıkları eğitim sürecinde manevi açıdan mana derinliği ile bilim arasındaki dengeyi kurmadan ne hürriyet ne istiklal, ne de bunları bizlere temin eden Çanakkale nasıl anlaşılabilir bugün…
Bugün, vatan ve hürriyetimize, din ve devletimize, can ve mal güvenliğine, gönderde dalgalanan bayrağımıza ve ezanımıza sahip isek, bunu vatan uğrunda canlarını feda eden, “işar”ı canın feda edilmesi ölçüsünde en samimi yaşayan aziz şehitlerimize ve gazilerimize borçlu olduğumuzu unutmamalıyız.
Çanakkale ruhunu yaşattığımız müddetçe ulaşamayacağımız hiçbir hedef, başaramayacağımız hiçbir iş, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorun kalmayacağı inancımız ile, 12 Mart itibari idrak ettiğimiz İstiklal Marşının kabulü ve 100. yıldönümünü idrak ettiğimiz Çanakkale Zaferi münasebetiyle, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u ve bütün şehit ve gazilerimizi rahmetle anıyoruz.
-------------
1 Hucurât Sûresi, 49/13.
2 Nebhânî, el-Fethu’l-kebîr, I, 644; Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, I, 462.
3. Durak PUSMAZ, 2011, Kur’an’da İsar Kavramı, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, 25, 77-104
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Genel Başkanı |