Kurt kuzuyu yemeye karar verince binlerce bahane bulur derler, günümüz Ortadoğu’sunda İslam coğrafyasında bu durum sıkça yaşanır oldu. üç Yahudi gencin kaybolmasını bahane ederek havadan başlattığı saldırıları kara harekatıyla en acımasız uluslar arası savaş kurallarını ve savaş etiğini de yok sayarak, asker sivil ayırımı yapmadan, çocuk, yaşlı demeden sürdürmekte, sesini yüksek çıkararak, küresel eşkıyaların da desteğini alarak saldırganlığını her geçen gün artırırken, bir soykırım uygulamaya devam etmekte…
Yaşananlar bildik hikayeyi çağrıştırıyor.
Hepimizin bildiği hikâye susamış olan kuzu, nehrin aşağı tarafından su içmektedir.
Nehrin daha yukarılarında su içen kurt, kuzuyu çoktan gözüne kestirmiş, kuzuya seslenir:
— “Hey sen! Benim içtiğim suyu ne hakla bulandırıyorsun?"der.
Kuzu ise masum masum:
— "Ben sizin suyunuzu bulandıramam ki! Baksanıza, sizin içtiğiniz su bana doğru akıyor". Diyerek cevap verir.
Aklına kuzuyu yemeyi koymuş olan kurt biraz daha hiddetlenerek
— "Bir de bana itiraz ediyorsun öyle mi?" diye haykırır ve nihayetinde, kuzunun üstüne atlayıp onu parçalar...
Bu defa da gerçekten parçalamak için artan şiddetle saldırmaya devam ediyor ama nereye kadar…
Dün, Arakan’ın, Doğu Türkistan’ın, Bosna Hersek, Mısır’ın, Irak’ın, Suriye’nin Türkmenlerin yaşadığı zulüm, bugün de Filistin de, Gazze’ de en acımasızca yaşatılıyor.
Dün bugün yarın ekseninde yaşananlara özdeğerlendirme yaparak yarına hazır olmak zamanıdır.
Bizi midesine indirmeye karar vermiş olanlara hoşgörü ile yaklaşıyor ve hala kendi insanımız yerine onları tercih ediyorsak aslında her şeyi çoktan hak ediyoruz demektir.
Küresel eşkıyaların söz ve eylemde yaşadıkları birlikteliği eleştirmek yetmiyor. Masum canlara kıyan İsrail’in soykırım uygulamalarına hak veren batılı ülkelerin yaşadıkları söz ve eylemdeki ortak tavırları öğretici olmalı aslında bizlere…
Her Ramazan ayını Müslümanlar için kan gölüne dönüştürmeyi rutine bağlayan Mabetlere, Sağlık merkezlerine düzenledikleri saldırılarla, düşük yoğunlukta bir soykırım yapan İsrail’i, saldırılarında savunmasız çocuk ve kadın yüzlerce Müslüman’ın öldürülmesinden esef duyduklarını söyleyip geçerken, İsrail’e karşı, meşru müdafaa hakkını kullanan Müslüman Filistin halkını kınayan batılı (güya medeni olan küresel eşkıyaları) devletleri bu yönleriyle önce tanımalı, sonra da ortak tavrımızın ne olması gerektiği yönünde günlük politik tavrımız, söylemlerimiz ve beklentilerimizin ötesinde zihnimizin netleşmesi lazım aslında…
İnsan olmanın erdemini yaşarken, kendimiz olma yönünde de değerlerinden utanmayan, hakkı her yer ve zamanda savunma öz güven ve cesareti yaşayan biri olurken, söylem ve eylemimizde önce kendimize samimi olmamız gerektiğini unutmamamız gerek.
Korkak değil cesur olmayı, inandığını saklamayı değil her yerde doğru bildiğini söylemeyi ve yaşamayı öğrenmeliyiz.
“İnnemel mû’minûne ihvetun” (Hucurât/ 10) “Müminler ancak kardeştirler” ayet mealinin inanmışlığı merkezinde yaşamalıyız.
Bir milletin ortak değerlerinin birileri tarafından kendi çıkarları için nasıl kullanıldığını iyice bellemeli ve değerlerimizin bizi aldatmak için kullanılmasına müsaade etmemeliyiz.
İsrail'in Filistin halkına karşı uyguladığı bu acımasız katliamda sadece ölenler değil, insanlık ve insanlığın ortak aklı da katledilmektedir. Yaşanan bu şiddet çıkmazının son bulması yönünde herkesin, kurum ve kuruluşların mesuliyetleri olduğuna dikkat çekerken,
insanlığın bittiği noktada yaşanan ve anlatmaya kelimelerin kifayetsiz kaldığı bu zulmü lanetlerken, küfrün tek millet olduğundan hareketle, yaşanan zulmün uyanmamıza vesile olmasını, Nisa suresi 75. ayetinin “Size ne oldu da Allah yolunda ve «Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!» diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!” bizlere yol göstermesi dualarımızla yaşanan zulmün bitmesini niyaz ediyorum.
Metin AKGÜN Maarif Müfettişi