İlim, sadece kendi başına yeten ve kişiyi mutlak manada dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıramaz. Çünkü ilim doğru amaçlar için kullanılabileceği gibi yanlış amaçlar içinde kullanılabilmektedir. Bu halde de bireysel ve toplumsal açıdan zulmün kendisi olur.
Kişiyi kendine, ailesine ve yaşadığı topluma faydalı kılan aldığı eğitim neticesinde edindiği kazanımlar güzel amelle yani doğru yaşantıyla bütünleşiyorsa anlamlıdır.
Bireysel ve toplumsal gelişmenin sürdürülebilirliği ilmi alanda sağlanan gelişmeyle mümkündür. İlme giden yol ise eğitim ve öğretimle sağlanmaktadır. Sosyal yapıda iyiye doğru gelişim, eğitim ve öğretimde sağlanan başarıyla doğru orantılıdır.
Eğitim ve öğretim sadece belli yaşla belli yerlerle sınırlı değildir. Özellikle günümüzde tıbbın ilerlemesi neticesinde, anne karnında bulunan bebeklerin dahi annenin davranışlarından etkilendiğini, söylenen sözleri duyduğunu, annenin kendisiyle kurmuş olduğu güzel iletişimden dolayı mutlu olduğu tespit edilmektedir. Hatta bazı annelerin çocuklarının iyi bir müzisyen olmaları için onlara müzik dinlettiklerini yazılı ve görsel medyada yer almaktadır. Bu yönüyle; eğitim, anne karnında başlayıp, doğumuyla devam eden ve ölüme kadar sürecek olan bir süreçtir. Peygamberi ifadeyle “Beşikten mezara kadar ilim tahsil edin” sözü bu hakikati özetlemektedir.
Eğitim ve öğretimin ilk başladığı yer aile yuvasıdır. Nitekim insanoğlu kendisine lazım olan ve hayat boyu unutmayacağı en önemli bilgileri hep bu yuvadan alır. Karakterin şekillenmesi, duyguların oluşması, bilginin öneminin anlaşılması ve dini hayatın insan üzerinde bıraktığı etki hep bu döneme rastlamaktadır.
Tertemiz bir yaratılışa sahip olan çocuklar; İyi veya kötü etkilere açıktır. Son derece meraklı, hevesli, saf, temiz ve iyi niyetli olan çocuklarımızın davranışları, düşünceleri ön yargısızdır. İçlerinden geldiği gibi, düşündükleri gibi davranırlar. Çocuklar, kendilerine söylenenlerden daha çok gördüklerine, yaşadıklarına ve tanık olduklarına itibar ederler. Onların şekillenmesinde; sözlerden daha çok yaşadıkları etkilidir. Bu nedenle doğru model olmak en önemli hassasiyetimiz olmalıdır.
Evde kazandığı değer ve yeterlikler veya kazanmadıkları ile okula gelen çocuklarımız doğru modeli/modelleri okulda bulmaları en büyük şansları olacaktır. Sistemin kurgusundaki temel amaç da bu olsa gerek… Hatta bu şans sadece çocuklarımız için değil, ebeveynlerimiz için, biz yetişkinler için de en büyük şans olabilecektir. Kullanılabildiği sürece…
Eğitim bir neslin inşasıdır. Rastlantıya bırakılamayacak kadar da önemsenmelidir. Bu hassasiyet savaş devam ederken de ihmal edilemeyecek kadar önemseniyorsa başarı gelir. Tıpkı Kurtuluş Savaşımızda yaşadığımız gibi...
Yunan ordusu, Anadolu içerilerine doğru ilerlerken, Ordumuz 1921 yazında Sakarya Nehri gerisine çekilirken, Yeni Türkiye’nin kaderinin tayin edileceği Sakarya Savaşı hazırlıkları devam ederken, Ankara’da sinirlerin gergin olduğu bir süreçte hassas ve kritik bir dönemde, ülke gayet normal şartlar içindeymişçesine, 15-21 Temmuz 1921 tarihlerinde Ankara’da “I. Maarif Kongresi”ni toplar. Aziz milletimizin öğretmen temsilcilerini bir araya getirir. Cumhuriyet döneminin eğitimine esas olacak temel ilkeleri çizer. O gün alınan kararlar, bugünün ilmi tespit ve önerileri ile paralellik göstermesi bu kongrenin anlamlı olan yönüdür.
Bugün dünde kalan eğitime verilen önem hassasiyetimiz, erezyona uğramadan sürdürülmesi gerekir. Eğitim ve öğretimin Peygamber mesleği olduğu dilimize pelesenk bir ifade olmaktan uzak, yaşanması gereken değer olmalıdır.
Sevgili Peygamberimiz(s.av) bir gün evinden çıkıp, mescide girdiğinde orada halka oluşturmuş iki topluluk gördü. Bir halkadakiler Kur’an okuyor ve Allah’a dua ediyorlardı. Diğerleri ise ilim konuları müzakere ediyorlardı. Peygamber Efendimiz(s.a.v) onlara bakıp: “Bunların her biri hayırlı bir iş üzerindeler. Bunlar Kur’an okuyup Allah’a dua ediyorlar; Allah dileklerini isterse verir, istemezse vermez. Ötekilerde ilim öğreniyorlar ve bilmeyenlere de öğretiyorlar. Bunların yaptığı iş daha hayırlıdır. Şüphesiz ben, muallim olarak gönderildim”, dedi ve ilim meclisinde olanların yanına oturdu. (Tirmizi).
Öğretmenlik sadece öğretmenlerin göreviyle sınırlı görülmeyip, onların da taşıdığı bu ağır mesuliyeti hafifletmek, toplumsal kazanımlarımızı artırmak, birlik ve beraberliğin temin ve tesisine katkı sağlamak için toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı, ecdadımızın dün yaşadığı gibi, Hz. Peygamberin (s.a.) eğitime dönük yaşadığı misyonuna uygun hassasiyet gösterilmelidir.
Eğitime ve öğretmene verilmesi gereken önem; sadece 24 Kasımlarda hatırlamak şeklinde olmamalıdır.
Öğretmenin toplumda hak ettiği itibarı önemsemek, buna uygun yaşamak ve yaşatmak suretiyle öğretmenlerimizi çocuklarımızın karşısına itibarı yüksek insanlar olarak çıkarmakla başlanabilir.
Ekonomik sorunlar altında ezilen meslek mensuplarının itibarının artırılması da kolay değildir.
Cumhuriyetin öğretmene verdiği itibarın vekil ile eşitlenmesi hassasiyeti gibi…
“Meclis'de vekil maaşları münakaşa ediliyor. Devrin Maliye vekili Gümüşhane meb'usu Hasan Fehmi Bey (Ataç) o tarihlerdeki adı ve ünvânı ile Mustafa Kemâl Paşa'ya soruyor, diyor ki, "Paşam vekil maaşlarını tanzim edeceğiz; ne kadar verelim?"
Paşa düşünüyor ve şöyle cevap veriyor:
-Muallim maaşlarını geçmesin!” demesi bir ölçü olarak bugünde anlamlı kılınabilir aslında…
Eğitimin toplum inşası açısından taşıdığı önemle uygun şekliyle aslında teknik bir yeterlik mesleği olduğu kabul edilerek, ekonomik karşılığı da verilmek kaydıyla bu yönde yasal düzenlemeler de yapılmalıdır.
Yeni bir neslin inşasında hassas bir noktada olan eğitimin, bu yönde hizmet öncesi eğitim almayanlarca yapılabileceği algısının ve bu algıya dayalı yapılan uygulamaların neslin inşasında bozuk zeminde, eksik malzemeyle yapılan binaların çökmesi gibi toplumsal çöküşlerinde sebebi olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Değerli öğretmenin; her 24 Kasımlarda söylendiği gibi yine sizleri yücelten, sizlerinde artık kanıksadığımız güzel sözler söylenecek, övüleceksiniz. Törenlerde konuşmalar yapılacak, sizler için yazılan en güzel şiirler okunacak bütün ihtişamıyla…
Değerli öğretmenim!
Yine şartlar çok namüsait bir mahiyette tezahür edecek… Beklentileriniz boşa çıkacak!
Ancak; şartlar namüsait tezahür etse de, ekonomik açıdan memnuniyetsizliğin tavan da yapsa, sana emanet edilen bu yavrular; yarının gençleri, öbür günün büyükleri ve devleti yöneten devlet adamları olacaklar.
Bu istikbal vaat eden; beyni, ruhu, kalbi ve hafızası bomboş olan bu insanları geleceğe siz hazırlayacaksınız. Onlara evde anası babası hep her konuştuğunda” sus sen bilmezsin, sen konuşma büyüklerin bilir onlar konuşsun” diyerek hep susturdular. Zaten konuşmayı dahi unutacakken sana geldiler. Sen de aynı zulmü yaparsan bu çocuk ebediyen kendini anlatamayacak, memleketin meselesi benim meselem, milletin derdi benim efkarım” diyecek mecali de kalmayacak. Sana bakan o pırıl pırıl parlayan, nur akan, çakmak çakmak, ateş fışkıran gözlerdeki feri söndürecek tavırlarda bulunma. Onun gelecekte ihtiyaç duyacağı bilgi ve becerileri bandıra bandıra ver ki bütün bu meselelere Fransız kalmasınlar. O heyecanla kalkan elleri, pişmanlıkla indirtme. Çünkü o pişmanlık başkalarının hesabına kar olarak yazılacak, millet yeni bir aksiyonerini heba etmenin acısını gelecekte anlayacaktır. Sen ona “senin bu konudaki fikrin nedir?” diyerek onu adam yerine korsan o da vatanının doyduğu yer değil, doğduğu yer olduğu yer, öldüğü yer olacağını bilerek, hesap ederek, adam olmanın verdiği tatmin hisleri ile çalışacak, meselelere bu zaviyeden bakarak büyük bir milletin büyük evladı olarak mukabelede bulunacaktır.
Aziz dostum, değerli meslektaşım, öğretmenim! Sana emanet edilen bu çocuklara, devlet malının kutsallığını, başkalarının malını-kazancını hile ile çalmanın, gasp etmenin, irtikabın, zimmetin birer ahlak fukaralığı olduğunu öğretmelisin ki ileride karşısına çıkacak olan çeldiricilerden etkilenmeden elinin tersiyle itmesini, atmasını bilsin.
Her yerde var olan, kontrol eden, her zaman ve zeminde gören – gözetleyen bir varlığın olduğunu kalbine yerleştirmelisin ki bu yanlışların şeytani bir vesvese ile aklını ve fikrini çelmeye çalıştığı ortamlarda dahi titreyip, ürperip yanlışa tevessül etmesin. Böylece senin de şikayet ettiğin ” memlekette doğru dürüst adam kalmamış, rüşvetsiz iş yapılmıyor” serzenişlerini de yok olmuş olacaktır.
Öğretmenim! Her öğrencine bilimden önce ahlakı, maneviyatı öğretmelisin. Hesap sorularını, kar- zarar hesaplarından önce dürüstlüğü, çok okumayı, kültürlü olmayı “ehl-i kitap olan bir millete mensup olmanın, kitaba ehil nesillerin yetişmesini de beraberinde getirmesi gerektiğini fark edebilen adamlar olmalarına çalışmalısın.
Öğretmenim! Milletin geleceği olan bu insanlara sahip çıkmalısın ki vatana da o sahip çıksın. Sen ona sahip çıkmazsan, başkaları sahip çıkacak, senin hem ilk hem de son pişmanlığın fayda etmeyecektir. Onun kalbini hep başkalarının hayranlığı ile değil, kendi neslinin hayranlığı ile doldur ki başkalarının gönüllü kölesi olasın. Geçmişteki “biz adam olmayız, biz geri kalmış, geriliğe mahkum bir milletiz, bizi ancak batılılar adam ederler” diyerek önce kendisini sonra da bu milletin geleceği olan gençleri kullaştıran aydın kılığındaki başkalarının adamlarının yalanlarına kesinlikle tevessül etmemelisin. Gençlere kuru, duygusal, hamasi hisler doldurmak yerine, gerçekçi olduğu kadar idrakçi bir nesil yetiştirmeye gayret etmelisin. İyi ile kötüyü, zararlı ile faydalıyı, dost ile düşmanı, yarar ile yaramazı ayırt edebilen idrak ve strateji sahibi, basiret sahibi adamlar olarak yetiştirmelisin.
Çok ağır bir mesuliyetin olduğunu zaten biliyorsun. Sadece bildiklerini değil, zaten yaşadığın hassasiyetlerin bir kısmını yazdım. Yazdım ki toplumda bile, hak ettiğin maddi ve manevi değer umuluk ki verile!
Bu umut ve dualarımla “Öğretmenler gününüzü” tebrik ediyor, “Nefse Değil, Nesle Hizmete Adanmış Bir Ömrü Yaşayan” tüm meslektaşlarıma en kalbi selam ve muhabbetlerimi arz ediyorum…
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitim 2023 Derneği Elazığ İl Temsilcisi |