Küçüktük Ufacıktık Top Oynadık Acıktık…
Küçüktük, ufacıktık top oynadık acıktık, yerde bulduk bir erik, kaptı bir alageyik…
Evet… Küçüktük hakikaten… Saftık... Aklımızın sadece ebeye ve sobeye erdiği günlerdi. “Ya yanarsak” da en büyük derdimizdi… Kolaydı hayat. Masumduk. Gerçekti tüm duygular… Arkadaşımız düşse biz de beraber ağlardık…
İyinin ve kötünün bu kadar muğlâk olduğunu bilmiyorduk daha… Bizim için iyi ve kötü netti. Kişiye, yaşama göre değişmezdi…
Ah! Bir de masallar vardı hayatımızda! Masal olmadan çocukluk olur mu hiç? Babamızın bir eli saçlarımızda yumuşacık bir sesle anlattığı, yarısına gelince ağırlaşan göz kapaklarımızın farkına vararak sıcacık dudaklarıyla sonlandırdığı bir masalın verdiği güvenin ya da annemizin koynunda kıvrılıp dinlediğimiz bir masalın yerini ne tutabilir?
Masalları severdik… Çünkü bir parça kendimizi bulurduk masallarda… Hangi kız rüyalarında külkedisi olup baloya gitmez ki! Ya da hangi oğlan çocuğu rüyasında kılıca davranıp, ejderhalar devirmez?
Masallar da bizim kadar saftı, iyi ve kötü kesin çizgilerle ayrılmıştı… Prensesler iyiydi… Cadılar da kötü... Başı dara düşen her prense bir büyücü, her prensese bir peri yardım ederdi…
Hayat hiçbir şeyi affetmedi. Büyüdük… Bu büyülü çağdan bir daha açılmamak üzere kapıyı kapatarak çıktık…
Ve anladık! Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş! Masallar da yalan söylermiş!
Hani şu kırmızı başlıklı kız var ya, o da en az kurt kadar varmış…
Ağustos böceği kaset, karınca tefecilik yapmış.
Ormanlar kralı aslan aslında ormanda yaşamazmış!
Rapunzel zamanında küt saçlar modaymış…
Meğer küçük şehzadeler topla ne camlar kırarmış!
Güzel ve çirkinin güzeli aslında makyajlıymış!
Küçük denizkızının işi meğer balık satmakmış!
Masallar da kurtulamamış hayatın pençesinden…
Eğer masallarla büyümüşsen doğaldır bu olanlar…
Bu yaşama hoş geldin! Şimdi gerçek yalanlar!
…………….
Çocuklarımızı hayata hazırlama açısından masallar gerçekten, çok ama çok önemli.
Ancak, zamanın gerçekleri ve yaşanan sorunlarımız açısından değerlendirerek, masalların da yeniden kurgulanması gerekmez mi? Diyen, kızımın uyarıları ve farklı gelebilecek düşünceleri bir başka geldi bana….
Aklına takılan sorular anlamsız değil aslında…
Sahi neden prensesler hiç yaşlanmaz/kilo almazlar…
Oysa hayatın gerçeği değil mi yaşlanmak ve kilo almak…
Masallarda sevgiye yapılan vurgular neden hep gençlikle ilişkilendirilir ki…
Prensler de ihtiyarlarken, güçten düşerler, görme keskinliklerini kaybederler de ejderhalarla savaşlarda hep galip gelemeyebilirler…
Sahi doğal değil mi bu sorular?
Masallar olduğu gibi kabul edilmiş olsa da en kısa zamanda hayatla paralel bir şekilde düzenlenmeli. Bizi biz kılan değerler, duyuşsal alana tekabül eden kazanımlarımız, masalların kurgusu içerisinde özenle verilmeli…
Hatta alanda Eğitim Bilimleri & Türk Dili alanlarında geniş çaplı akademik bir araştırma konusu olarak çalışılması gereken bir husus olarak değerlendirilmeli aslında…
Masalların sonları da yazılmalı. Mesela 30-40 yıl sondası... Prenses biraz kilo alıp belinin kalınlaşmasına izin vermiş olabilir. Prensin saçları dökülebilir ya da göbeği çıkabilir. Fakat bunların yanında, bunlarla birlikte, prens ve prensesin birbirini hala sevdiğinden bahsedilmeli çocuklara.
Böylece, sevgi denen duygunun sadece beden güzelliğinden çok daha öte, çok daha derin bir şey olduğu yerleşebilir bilinçaltlarına. Birbirlerini gençlikleri ya da güzelliklerinin ötesinde, asla yaşlanmayacak ruhları için sevmeyi öğrenebilirler.
Belki o zaman; günümüzde yaşanan toplumsal problemlerinizin odağında yer alan, sevgideki yozlaşmanın da önüne geçilebilir… Masalların sayesinde… Ve o zaman tüketim toplumunun dayattığı o "kullan, tüket değiştir" döngüsünü kırabilirler. Eğer birini gerçekten seviyorsanız yüzündeki kırışıklar onu değiştiremez.
Sizin için en güzel olan sizi anlayan, sizin anladığınız, en kalbi duygularla kabul ettiğiniz, onunla yaşadığınız huzurdur asıl olan, olması gereken.
Çocuklarımızın; hayatın acı gerçekleri karşısında daha az sarsılması için, onların eğitiminde daha bilinçli olmamız gerektiğine dikkat çekmenin ciddi bir mesuliyet olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü biz yetişkinler, farkında olmadan veya bilinçli olarak, (Ben görmedim, o görsün. - Ben giymedim, o giysin. - Ben yapmadım, o yapsın. vb. gerekçelerimizle) çocuklarımızla refahımızı paylaşıyoruz. Oysa asıl önemli olan; hayatı paylaşmak olmalı…
Hayatı paylaşarak, onları hayata hazırlamak en önemli hassasiyet olması gerekmiyor mu?
Her şeyiyle; Çocuklara bu basit ve zarif gerçeği masallar aracılığıyla öğretebilmek, hayata daha bir hazır kılabilmek dileğiyle….
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Başkanı