Küresel Ölçekte medeniyetin temel kavramları irdelendiğinde; Batılı toplumların medeniyet algılarında “Özgürlük”, doğu toplumlarının ise “Adalet’i” temel aldıkları söylenebilir.
Bu kabul, toplumların anlaşılması açısından önemli bir kriter kabul edilir. Böylece, toplumların karşı kaşıya kaldıkları/kalabilecekleri hadiseler karşısındaki olası davranımları da tahmin edilir.
Ancak, doğu batı kavramları da izafidir. Doğu neresidir? Doğuda kimler yer alır? Batı neresidir? Batıda kimler yaşar? Soruları da bakış açımıza göre sorgulanabilir… Merkez olarak kabul ettiğiniz noktaya dayalı “doğu-batı” kabulleri değişebilir…
Doğu-batı kavramları; coğrafi temele dayanmayıp, önyargılı emperyalist güç odaklarının, el ele vererek ürettikleri değerlerden biri olup, oryantalist anlayışa dayalı isimlendirmelerdir aslında… Bu isimlendirmede de amaç, kendilerini üst sınıf haline getirme yaklaşımıdır.
Oryantalist anlayışın kabulü olan “BATInın” meydana getirdiği medeniyetin inşasında önem kazanan özgürlük; batı medeniyetinin temelini teşkil ederken, “GÜÇ” karşısında ezilen insanların hayalinde yer alan değer olduğu yönüyle dikkat çeker.
Gücü elinde bulunduranın (Kral/Derebeyi vb) bunu kaybetmemek yönünde yarattığı yönetim anlayışı, yönetilenlerde (avam-köle) özgürlüğü tetikler. Ancak, özgürlük mücadelesinde başarılı olanın, tepe yönetimi ele geçirmesi sonrasında, yönetilenler açısından, sistemde büyük bir değişiklik olmamakta, yeni liderin özlemini duyduğu, ele geçirdiği güce bakış açısı nedeniyle, (Gücü Kutsallaştıran, Gücü İlahlaştırarak, Güce Tapan Bakış Açısı) gücün kazandırdıklarının farkında olarak, gücü ve kendisine kazandırdıklarını kaybetmemek için her şeyi mubah gören anlayışları galip gelmekte ve yönetilenler açısından fasid bir daire yaşanmaktadır…
Bu nedenle batı medeniyetinde yönetenlerin güce olan ilgisi, tarihi perspektifte; gücü (kişisel/derebeyliği/zümresi/holdingi/devletleri vb.) elinde bulunduranın çıkarlarının maksimize edilmesi açısından kullanmalarındaki tartışmasız duruşları nedeniyle bizim anladığımız anlamda “Adalet”in hiçbir zaman öncelikli olmadığı da söylenebilir.
Batı anlayışındaki adalet; bizim anladığımız, kitaplarda yer alan tanıma göre adalet formunda uygulanması, batı medeniyetince, kendi çıkarlarına dokunmama, kendilerine sağladığı menfaat kriterine bağlı bir değer kabul ettikleri de söylenebilir.
Adalet o olmalıdır ki, haklı olan güçsüz ve zayıf da olsa, (birey/şirket/zümre ya da devlet olsun) egemen güç karşısında da (bu kişi kral/derebeyi/devlet yöneticisi, dini veya askeri otoritenin tepe yöneticisi veya bizzat devlet vb.) güçlü olabildiği, mağdur olmadan, zarara uğramadan gücünü haklılığından alarak dik durabilsin… Haklı çıkabilsin…
Ancak, batı medeniyeti uygulamalarında, tarihte olduğu üzere dün-bugün ekseninde günümüz örneklerinde de bu türden adaletin uygulandığı tartışmalarının yapıla geldiğini düşünüyoruz.
Özgürlük getirilme vadi ile müdahale edilen ülkelerde (Irak v.b. Ortadoğu ülkeleri gibi) yaşanan, adalet dışı her uygulamanın; özgürlük getirme vadiyle orada bulunan küresel güçlerin özgürlük ve adalet kavramlarını dönüştürerek, kavramları kendi çıkarlarına dayalı olarak gerçekleştirdikleri uygulamalarının yarattığı çelişkinin gözden kaçtığını düşünüyoruz.
Bu sonucun yaşanmasını da yadırgamamak gerek…
Çünkü,
Batı medeniyetinin tarihi derinliğinde;
* Madde ruhun önüne geçmiştir.
* Güçlüden yanadır.
* Zayıfları sadece güçlünün güçlü olduğunu göstermek ve onları, diğerlerini sindirmek için korur.
* Teşkilatlıdır.
* Hayatın tüm zenginlikleri gözünü doyurmadığı için aşırı sistematik çalışarak ve disiplinli bir şekilde hayatı sömürmeyi amaçlar.
* Güçlü, kendinden daha üstün bir gücü çekemez ve altını kazımak için uğraşır.
* Gücün kendilerine kazandırdıklarının farkında olduğundan bunu kaybetmemek için, hep daha fazla güç için yaşar, bunun önündeki her engeli aşmaya odaklanıp, her yolu mubah görür.
Sorun batının uyguladıklarında değil… Batıyı doğru anlamak, tanımak, kurulan her türlü münasebette bu bilgi dâhilinde tedbirli olmak gerekirken, tedbirden uzak kalmaktadır. Çünkü bu süreçte zarara uğramak batı medeniyetinin çıkarlarıyla örtüştüğü kadar kazanılacaklarla sınırlı kalınacağı gerçeğidir.
Daha büyük sorunun ise; temel değerlerimizde var olan, “haklı olanın Hakan/padişah/sultan dahi olsa bu kişi karşısında güçlü olduğunun inancıyla hakkını arayabilme, hakkına ulaşabileceğinde tereddüt etmeme”, bunun sağladığı toplumsal güven duygusunun kaynağı olan temel değerlerimizin uğradığı erozyonda olduğunu düşünüyoruz.
Yarın daha geç olmadan eğitim programlarından, uygulama sürecinde temel değişken olan eğitim işgörenlerinin (yönetici-öğretmen-müfettiş vb) yetenek ve yeterliklerinde doğru model olmaları yönünde hizmet öncesi yetiştirme ve iş başındakilerin de hizmet içi eğitimlerle değerlerimize sahip doğru model olmalarını sağlayıcı eğitsel ve yönetsel tedbirler alınması gerektiğine dikkat çekeriz.
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitim 2023 Derneği Elazığ İl Temsilcisi