Bazen aldanmaktı alışmak... bazen dalıp gözlerine uzak denizlere taşınmak.
İnanmaya çalıştıkça kaçıp giden gerçeğin trenleri geçiyordu önümüzden... ne kadar kovalasak da hep bir durak arayla kaçırıyorduk ... bazen de biletimiz sahte çıkıyordu... ne kadar denesekte kendimizi gerçeğin içinde dışarıyı izleyenlerin yerine koyamaz olmuştuk artık. Tüm çabalarımız ölü doğuyordu... garip... ölmek ve doğmak ne kadar uzaksa birbirine, farkında olmadan hep aynı cümlede kullanıyorduk. Gerçeğin suç dünyasında hep bir ağızdan yalancı şahitlik yapıyorduk... aslında adaleti değil birbirimizi kandırıyorduk... yazık... gün geçtikçe nasıl da çoğaldık. Alıştıkça birbirimizin yalanlarından türüyorduk. Oynadığımız hayat oyunlarında mızıkçılık yapan da bizdik, sobelenen de, sobeleyen de... ne kadar kolay gibi gözükse de alışmak, kaçtığımız birşeyler vardı her vakit... neden zor gelmişti, ne zor gelmişti, bunları düşünmekten başımıza neler gelmişti... hangi labirentleri çizip kafamızda hangilerinde kayboluyorduk sonra... bu kadar mıydı bu oyun... bu kadar zor muydu “evet inandım” demek. Alışmak, yitirmekti belki... belki de var olanı silmekti bu oyunun tarihinden... hiç şüphesiz ‘insan’ dan daha kolay olduğu kesindi. ——
Zaman
——
Alışmak,bize eziyet, kendi dünyamızda bir işkence odası yaratmak gibiydi... doğumumuzdaki düşüklük sözlerimize de karışmıştı... ölü doğuyordu sözcüklerimiz... alışmaya çalıştıkça ölü tohumlar serpiyorduk içimizdeki topraklara... bizler cellat olmaktan başka bir tek suçlu olabiliyorduk... kahretsin...
Alışıp da düşeceksek uçurumlardan, kendi içlerimize; olmaz olsundu böyle rüya alemi ... sürecekse bu meyvesiz düşler, bizler ölü doğmaya devam edecektik... kabusuma hoşgeldin!
MİNEL AKTAY [20/11/2017]