Tarih Türklerde başlar
Güneş dil teorisi‘ne göre Türk-turani olan ve tarihin başlangıcı kabul edilen Mezopotamya kavmi.
Sümerler, M.Ö. 3500 – M.Ö. 2000 yılları arasında mezopotamya‘da yaşamışlardır. Bir çok medeniyetin karanlık kurucuları oldukları gibi bir çok ırkın soyunun dayandığını iddia etmeye çabaladığı topluluktur Sümerler…
Bugün Sümer medeniyetini Almanlardan İngilizlere, Farslardan Araplara kadar bir çok millet sahiplenmekte ve atalarının Sümerliler olduğunu ileri sürmektedirler.
Bunun nedeni şüphesiz medeniyetin, tarihin, hukukun, bilimin, edebiyatın, tarım ve ekonominin Sümerlerle başlaması, daha doğrusu yazının mucidinin sümerliler olmasından kaynaklanan “ilk medeniyetin kurucularının sümerliler olduğu” sanrısıdır.
Yabancı sümerologlar, Türk Dili ile Sümer Dili‘nin akraba olduğunu başka bir bağıntıları olmalarını ileri sürmekte ve sümerlerin Türklüğünü kasten saklamaktadırlar.
Lakin Ulu Önder Atatürk tarafından bizzat yaptırılan Türk Tarih Tezi çalışmalarının bir ürünü olan güneş dil teorisi kasten yapılan tüm bu görmezlikleri birer birer çürütmüş, sümerler ile türklerin dil akrabalığından çok öte, kan akrabalığına dayanan bir yakınlıkta olan iki toplum olduğunu ortaya çıkartmıştır…
İnsanlık Tarihinin insanlığın inanç edinmesiyle geçmişi M.Ö 13000 yıllarda sona eren buz çağı ve Altay inançları ile başlar.
Daha sonra M.Ö 9000 yıllarında Altay dağlarından inen Sümerler güneye daha sıcak coğrafyaya yerleşmişlerdir. Türkmenistan’ın Aşkabat kenti yakınlarında Gök tanrı ANU adına ANAV kentini kurmuşlardır.
İlk olarak insanlığın tarım yaptığı yer burasıdır. M.Ö 4500 yıllarda ANAV kentini bırakıp Mezopotomyanın verimli topraklarına göçmüştür.
Bu noktada bir parantez açalım ve orta asya anav-andornovo ve karasuk kültürleri kazı alanlarında rastlanan bulguların sovyetler birliği ve ardılı rusya tarafından insanlık ve tarih bilimi ile paylaşılmadığını, burada elde edilen bulguların bilerek ve istenerek gizlendiğini de belirtmek gerek…
Sümerlerin Altaylarda buz çağının eski karanlığın gecelerin bezginliği ile güneşin ışığını Tanrının tezahürü kabul ve Tanrının gökte var olduğuna inanarak bir inanç geliştirdiler. Buna Giganu(Göktanrı) adını verdiler. Daha sonra geceleri güneşin ışıklarını yansıtan ayı 2. Tanrı olarak gördüler ve dişi inanç kavramı olarak Toprak Ana ile özdeşleştirdiler. işte tüm dil ve dillerin çıkmasının kaynağı güneş olmuştur. Daha sonra Hz. ibrahim(er-baim) Tanrının ne güneş, ne ay ne de başka bir cisim olmadığa inanarak Semavi Dinlerin doğmasına sebep olmuştur.
Bunu iyi bilen Atatürk devrin en büyük projesi olan “Güneş Dil Teorisini” hazırlatmış, desteklemiş ve inanmıştır. Güneş Dil Teorisi Tüm dillerin Türkçeden geldiğini ispatlayan bilimsel çalışmadır.
Sümerlerde 8 yıldız inancı olması Türklüğünün diğer bir kanıtıdır.
8 yıldız ( Göktanrı, Oğuz kağan, ve 6 oğlunu simgeler) 8 yıldız inancı sadece Sümerlerde değil Hititlerde, Asurlarda, Akadlarda ve Maya ve Aztek uygarlıklarında da görülmektedir.
Ayrıca hükümdarın Tanrı tarafından tahta çıkarılması inancı (kut anlayışı) Sümerlerde de olması bir tesadüf değildir.
Sümerlerle türklerin bir benzerliğimizde Edebiyat alanındadır.
Sümerlerin Gılgamış Destanı ile Dede Korkut destanları birbirine benzemektedirler.
İki destanda 12 parçadan meydana gelmekte, kahramanların başına ne gelirde uykudan gelmesi, Sümerlerde Guti kralı inkuşi ile Dede Korkut’taki Enkuş’un isim benzerliği bir tesadüf değildir.
Zaten Orhun abidelerindeki Edebi Dil Türk Dilinin çok eskiye dayandığını göstermektedir.
Sümer Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki benzerlikler:
Gadun ———— Hatun
Assinu ———– Asena
Gig-Anu ———- Göktanrı (Gök ana)
Tammuzi ——— Temmuz
Domuzi ———- Domız
Ginç ——— Genç
Auşk ——– — Aşk
Tar- kus-u ——– Talih kuşu
Ungar ———- Uygar
Altun ———– Altın
Anu ———- Ana
Tengiz———- Deniz
Gozam-Ozam —— Ozan
En-gur-ra ——— Ankara
Tamga ——— Damga
Me-en ———- Men-Ben
Agıl ———– Akıl
Bar ———– Var
Er-Eş ———— Erkek-Kadın
Rakibu ——- Rakip
Aga ————— Ağa
Balag-ba ——– Balaban
Kes-da ———— Kesmek
Bira ————- Bira
Tagga ———— Takke
Ge —————– Gel
ilig ———- ilik
Et —————– Et
Mum ————- Mum
Huma-kus-a ———– huma Kuşu
Sin ————- Sin(e)
Karra ———— Kara
Batu ———– Batı
Sar ———— Sar(ı)
Heak———- Hak
Mesu ———- Meşe
Engin ———– Engin
L-elvan-ı ————- Elvan
Nun ———— Un
Apa ———— Apa(ağabey)
Ambar———– Ambar
Gaazi ————- Gazi
Gid-de ———— Git-gide
Amelu ———— Amele
Zindan ————- Zindan
isum ———— Işık
iş-ti ———— işitmek
Uri ———— Arı
Kaskadu ———– Kaskatı
Arpu ———– Arpa
U-ru ——— Uyruk
U-ku ——— Uyku
Murad ——– Murat
Nusa ——– Neşe
Yukarıda görüldüğü gibi 6000 sene geçmesine rağmen bir çok Sümer Türkçesi günümüze kadar çok az değişiklikle ulaşmıştır. Bazı kelimeler kesinlikle Arapça olmayıp Sümer Türkçesinden Arapça’ya geçmiştir.
Sümerler ve bazı devletlerin Türk olduğu saklanarak Türklerin 1071 Malazgirt savaşıyla Anadolu’ya geldiği ve istilacı olduğunu, hiçbir kültürü olmayan barbarlar olduğunu insanların kafalarına empoze etmeye çalışmışlar. Tarihin başlangıcı olan Türk kültürünü bilerek yok saymaya çalışmışlardır.
Atatürk bu tip dezenformasyonları engellemek için Tarih kitaplarına Sümer Türklerini koydurmuş fakat ölümümden sonra İnönü ve Menderes gibi devlet adamları Sümerleri sadece mezopotomyada kurulan başka bir medeniyetmiş gibi tarih kitaplarında yerini aldırmışlardır.
Ziya Gökalp Türk Felsefesi( Tanrının Türkleri) adlı eseri oluşturmaya çalışırken buna dikkat çekmiş fakat ömrü yetmemiştir. Yine Türkçülüğün Fikir adamı, Ruh Adamı, Dava Adamı Hüseyin Nihal Atsız da Sümerlerin Tarih kitaplarından çıkarılmasına karşı gelmiş ve İnönü ile ters düşmüştür.
Daha eskiye gidersek Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lugat-ı Türk’te Türkçe’nin Arapça’dan üstün olduğunu belirtirken Sümer Türkçesinden faydalanmıştır ve Arapçanın Türkçeden ibaret olduğunu savunmuştur.
Sümer efsaneleri ve Türkler;
ORTA ASYA TÜRK EFSANELERiNDE SÜMER EFSANELERiNDEN iZLER:
İlk olarak Promete’nin insanlara yazıyı, matematiği, astronomiyi, tıbbı, hayvanları evcilleştirmeyi, gemi yapmayı, kâhinliği öğrettiği efsanesi nedeniyle, batı dünyasında, bütün kültürlerin Yunanlılardan kaynaklandığı inancı yüzyıllar boyu süregelmiştir.
Diğer taraftan, Tevrat da bir kısmı Tanrı tarafından yazdırılmış, bir kısmı israilliler tarafından yaratılmış ilk dinsel ve edebî kitap olarak kabul edilmişti. Geçen yüzyıl içinde, Mezopotamya’da yapılan kazılardaki buluntular, çıkan binlerce yazılı belgenin çözülüp okunması ile her iki inanç da kökünden sarsıldı.
Çünkü Promete’den an az 2000 yıl önce Sümerliler bunların hepsini bulmuşlar, yapmışlar ve kullanmışlardı. Diğer taraftan Tevrat’taki birçok konuların Sümerlilerden kaynaklandığı, metinler okundukça meydana çıkmış ve çıkmaktadır.
Bilindiği gibi Sümerlilerin en önemli bulgularından biri, dillerine göre bir yazı icat etmeleri, onu geliştirmeleri ve kil üzerine yazarak zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamaları olmuştur.
Bulunan belgeler arasında büyük değeri olanlar edebî yazıtlardır. Bunlar daha çok Sümerlilerin tanrıları ve dinleri ile ilgili konuları kapsamaktadır.
Sümerlilerin dinleri ve edebî yapıtları gerek kendileri zamanında yaşayan, gerek daha sonra gelen Ortadoğu milletlerini etkisi altına alarak izleri, bir taraftan Yunanlılar yoluyla Batı dünyasına, diğer taraftan Tevrat ve Kuran’a kadar ulaşmıştır.
Sümerlilerden Tevrat’a geçen konular üzerinde Batıda bazı yayınlar yapılmışsa da bu hususta ülkemizde bir yayın yoktur. Aynı şekilde kuran’ın Sümerlerden etkilendiği yönünde de çok az yayın vardır.Bu gerek insanların dini sorgulamaktan çekinmesine, gerekse politik kaygılara bağlanabilir…
Oysa biz alenen yazıyoruz ki, tüm semavi dinlerin alıntı yaptığı, aşırımlar yaptığı din Sümer dini, Sümer dini’nin etkilendiği din ise orta asya Gök Tengri inancıdır.
Sümerlilerin dillerinin Türkçeye benzediği ve dağlık yerden göç ettikleri kanısı gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Bahaattin Ögel, Türk Mitolojisi temelinin uzay ve dünya ile ilgili inanış ve anlayış olduğunu yazmış. Sümer mitolojisinde de bu durum böyledir.
Sümerliler yaradılış ve evrenle ilgili düşüncelerini toplu bir halde yazmamışlar. Ancak bunlar, destanların baş kısımlarında veya ortalarında kısım kısım anlatılmış. Aynı geleneği Türk destanlarında da buluyoruz.
Sümer yaradılış efsanesine göre,önce her taraf derin ve geniş bir su ile kaplıydı. Bunun adı Tanrıça Nammu. Bu tanrıça sudan bir dağ çıkarıyor. Oğlu Hava Tanrısı Enlil onu ikiye ayırıyor, üstü gök, altı yer oluyor. Göğü, Gök Tanrısı An, yeri de Yer Tanrıçası Ninki ile Hava Tanrısı Enlil alıyor.
Buna göre önce evreni meydana getiren suda olan Ana Tanrıça ile Hava Tanrısı’dır. Gök ve Yer birer Tanrı değil onların sahibidirler.
Türk efsanelerinde çok çeşitli yaradılış motifi vardır.Buna rağmen ana motif birbirlerine benziyor.
İlk olarak evren büyük bir sudan oluşuyor. Tanrı Ülgen, bazısında insan olan kişi, bazısında şeytan olan Erlik ile bu suların üzerinde uçuyor. Birinde denizden bir taş çıkarak Ülgen’e konacak bir yer oluyor. Başka birinde Erlik, diğerinde kişi, bir diğerinde ise yaban ördeği suyun içinden toprağı çıkararak yeri meydana getiriyor.
Bir başka anlatıma göre ise
Su içindeki Tanrıça Akana veya Ak-ene, Ülgen’e yeri ve göğü nasıl yaratacağını söylüyor. Ülgen de yere ve göğe “ol” diyor, onlar da oluyorlar (Bahaettin Ogel).
Ülgen’in yer ve göğe “olun” demesi ve evreni 6 günde yaratarak yedinci gün dinlenmesi Tevrat ve Kuran’daki Allahın “ol” diyerek yeri göğü 6 günde yaratması ve yedinci günü dinlenmesi motifi ile paraleldir.
Sümer’de insanın yaradılışı:
Sümer’de Tanrılar çoğalmaya başlayınca kendi işlerini yapıp yetiştiremediklerinden yakınıyor ve bütün Tanrıların yaratıcısı Tanrıça Nammu’ya gelerek işlerini yapacak kimseler yaratması için yalvarıyorlar. O da oğlu Bilgelik Tanrısı Enki’yi derin uykusundan uyandırarak Tanrıların işlerini görecekleri yaratmasını söylüyor. Enki de annesine derin sudan çamur almasını, ona Tanrıların görüntüsünde şekil vermesini, ona bu işte yer Tanrıçası ile doğum Tanrısının yardım edeceğini söylüyor. Enki, “Ey anneciğim! Yeni doğanın kaderini söyle”, diyor, sonunda o bir insan oluyor.
Türk efsanelerinde insanın yaradılışı:
Bunların birinde tanrı Ülgen deniz yüzünde toprak parçası görüyor. Bu toprağa “insan olsun” diyor, o insan oluyor. Adı Erlik. Bu Tanrı ile kendini bir tutmaya kalkınca, tçTanrı etleri çamurdan, kemikleri kamıştan 7 insan daha yaratıyor. Türk Memlük efsanesinde, bir mağaraya dolan çamurlardan, yağmur ve sıcak etkisiyle 9 ay sonra ilk erkek meydana geliyor. Buna “Ay Atam” demişler, tekrar mağaraya dolan çamurlarla 9 ay sonra da bir kadın dünyaya gelmiş. Buna da “Ayva-akyüzlü” demişler.
Başka bir efsanede Tanrı insan şeklinde 7 erkek ve 4 kadın yapmış. Diğer bir Altay efsanesine göre Tanrı Ülgen insanın etlerini topraktan, kemiklerini taştan yapıyor. Kadını da erkeğin kaburgasından. Kadının, Tevrat’a göre Adem’in kaburgasından yaratılması, Adem ile Havva’nın cennetten kovulması motifi hakkında Bahaettin Ögel kitabının 475. sahifesinde bazı yorumlar yapmışsa da yine bu hikâyenin kaynağı Sümerlilere dayanmaktadır.
Sümerler’de Dilmun adında saf temiz Tanrıların yaşadığı bir ülke var. Hastalık, ölüm bilinmeyen yaşam ülkesi. Fakat orada su yok. Su Tanrısı, Güneş Tanrısına, yerden su çıkararak orasını tatlı su ile doldurmasını söylüyor. Güneş Tanrısı istenileni yapıyor. Böylece Dilmun meyva bahçeleri, tarlaları ve çayırları ile Tanrıların cennet bahçesi oluşuyor. Bu bahçede Yer Tanrıçası 8 şifa bitkisi yetiştiriyor. Bunlar meyvelenince Bilgelik Tanrısı Enki hepsinden tadıyor. Yenmesi yasak olan bu meyveleri yiyen Tanrıya, Tanrıça çok kızıyor ve onu ölümle lânetleyerek ortadan yok oluyor. Diğer Tanrılar büyük güçlüklerle Yer Tanrıçasını bularak Tanrıyı iyi etmesi için yakarıyorlar. Tanrıça, Tanrının 8 bitkiye karşı hasta olan 8 organı için birer şifa Tanrısı yaratıyor. Bunlardan 5 tanesi Tanrıça. Hasta olan organlardan biri kaburga. Onu iyi eden Tanrıçanın adı, “Kaburganın Hanımı” anlamına gelen Nin.ti’dir. Bu kelimede Nin hanım, -ti kaburgadır. -ti’nin diğer anlamı “yaşam” dır. Bu hikâye Tevrat’a geçerken kaburgadan bir kadın yaratılmış ve -ti kelimesinin ikinci anlamı alınarak “kaburganın Hanımı” yerine ibranicede “Hayat Veren Hanım” anlamına gelen “Havva” adı verilmiştir.
Özbeklere göre insanın ilk atası “Kil Han” imiş. Bahaettin Ögel, bunun iran’da ki “Kil Şah’ın” bir devamı olduğunu söylüyor. Tevrat’taki “Adam”ın anlamının da kırmızı toprak olması çok ilginç…
kil—->adam—>kırmızı toprak…
Görüldüğü üzere gerek tek Tanrılı dinlerde, gerek Türk efsanelerinde, Sümer’de olduğu gibi, evren sudan, insan topraktan meydana gelmiştir.
Türklerin Yeraltı Dünyası hakkındaki inanışları da Sümerlilerin inanışına benzemektedir.
Sümerlilere göre Yeraltı Dünyasında ölüler nehir yoluyla götürülüyor. Nehrin sonunda Yeraltı Tanrıçası Ereşkigal’ın 7 kapıdan geçilen sarayı bulunuyor. Oraya gitmek isteyenler için bazı yasaklar var. Aynı motif Türk efsanesinde de bulunuyor. Bahaettin Ögel Kuran’daki Cennetin Irmağı(şol cennetin ırmakları akar allah deyu deyu) olarak yorumlamak istemişse de bunun Sümer’deki Yeraltı Nehri olduğu kuşkusuz. Aynı nehir Tevrat’ta, Şeol, Yunan’da Hades olarak bulunmaktadır.
Sümer metinlerinde gök gürültüsü bulutlarını simgeleyen “imdugud” adlı kutsal bir kuş var. Bu kuş kaderleri veriyor, sözüne karşı gelinmiyor ve yardımlar yapıyor. O’nun kanatları açılınca bütün göğü kaplıyor.Bu kuş Akadlılarda “Anzu” adını alarak birinci yüzyıla kadar çiviyazılı metinlerde varlığını korumuştur. Bazen kartal olarak da algılanan bu kuş ve yılanla ilgi bazı hikâyeler var Sümer metinlerinde.
Bunlardan birinde Aşk Tanıçası İnanna, Tanrılar Bahçesinde dalsız budaksız bir ağaç yetiştiriyor. Ağacın tepesine Imdugud Kuşu, ortasında “Lilit” isimli bir cin ve köküne de bir yılan yuva yapmış. Bu yüzden tahtasından yapmak istediğini yaptırmak için ağacı kestiremiyor. Gılgameş imdadına yetişip onları kaçırıyor ve ağacı keserek Tanrıça’ya veriyor.
İkinci hikâyede ise; Kral Etana’nın çocuğu olmuyor. Çocuk yaptıran bitki gökte yer alıyor ama göğe çıkma imkânı bulunmuyor. Bunun üzerine O, bir gün bir çukura düşmüş kartal yavrularını bir yılanın yemesinden kurtarıyor. Kuş buna çok seviniyor. Buna karşılık olarak, kralın otu alabilmesi için kanatlarının üzerine bindirerek göğe çıkarmaya başlıyor. Kuş her yükselişte aşağıda ne gördüğünü sorması üzerine kral evvelâ geniş bir alan olduğunu, gittikçe onun küçüldüğünü, en sonunda da birşey göremediğini, korktuğu için hemen indirmesini söylüyor.
Üçüncü hikâyede ise; Kahraman Lugalbanda, Zabu ülkesinden kendi şehri olan Uruk’a dönmesi için, imdugud kuşunun dostluğunu kazanmak istiyor. Kuş yuvasında bulunmadığı zaman yavrularına yağ, bal, ekmek veriyor ve onlara bakıyor. Kuş yavrularına böyle güzel bakana candan dost olmaya, ona yardım etmeye karar veriyor ve Lugalbanda’nın şehrine rahatlıkla dönmesini sağlıyor.
Bu üç hikâyedeki kuş ve yılan motifi orta Asya efsanelerinde çeşitli şekilde bulmaktadır. Örneğin, Telüt Türkleri arasında Merküt soyundan bir boya göre sağ kanadını güneş, sol kanadını ay kaplayan kutsal bir gök kuşu vardır. Sibirya ve Orta Asya şamanları kartalı Tanrı elçisi olarak görmüşler, Altaylıların Kögütey destanında kahraman Karabatur, atlarını çalan “Kaankerede” adındaki kuşu ararken onun iki yavrusunu ejderden kurtarıyor. Kuş da Karabutura atlarını geri veriyor. Yolda düşmanları tarafından öldürülen kahramanı, kuş hayat suyu vererek canlandırıyor.
Görüldüğü üzere bu Altay hikayesi, Sümer hikayesiyle neredeyse birebir aynı…Bu anlatımı Kırgız’ların ertöşük destanında ve Uygur Türkleri’nin bilge buka anlatımında da görmek mümkün.
Zend Avesta‘dan gelmiş olabileceği söylenen bu masalsı kuşa iranlılar simurg, Araplar da Zümrüd-ü Anka demektedir. Türklerdeki Hüma kuşu, peygamberin hadislerinde Cennet Kuşu olarak bildirilen kuştur.
Cennette yer alan bu kuş, zaman zaman 7 kat göğe çıkıp tanrıya gidip gelmekte ve dolayısıyla tarih öncesi destanlara ve hikayelere konu olmaktadır…
Çeşitli adlar almış ve efsanelere karışmış bu Tanrısal kuş hikâyesinin i.Ö. en az 3000 yıllarında Sümerlilerde başlamıştır.
Hüma kuşunun da aynı kaynaktan geldiği kuşkusuzdur…
Görüldüğü gibi, Sümerlilerin imdugud kuşu, Akatlılarda Anzu, Araplarda Anka, Zümrüd-ü Anka, iran’da Simurg, Hindlilerde Garuda, Türklerde Hüma, adları altında çeşitli efsanelere konu olarak sürmüştür. Amerika yerlileri arasına kadar uzanan bu kuş motifi de Sümerlere ve hatta Sümerler’den çok daha önceki Öntürk kültürlerine dayandığı şüphesizdir…
Sümer kültürü ile Türk kültürü arasındaki bir başka benzerlik ise kahramanlarıdır…Sümerlerde kahramanlar Tanrılarla bağlantılı, insanüstü güçlere sahip kişiler olup ilk kahramanlıkları genelde ülkeye zararlı olan büyük güçteki hayvanı öldürmektir. Aynı motifi Türk kahramanlarında da görmekteyiz…
Sümerler’de “7” temel sayı olarak görülüyor. 7 dağ aşmak, 7 kapı geçmek, 7 kat gök, 7 tanrısal ışık, 7 ağaç, gibi. Türklerde temel sayı “9” olmasına karşın 7 sayısı da bulunuyor. 7 iklim, 7 yıl, 7 gün, 7 gök kısrağı gibi…
Yine aynı şekilde, Türk Kağanı, Tanrı tarafından çeşitli güçler verilerek insanları idare etmek üzere tahta oturtulmuştur. Sümerler’de Tanrılar şehir beylerini kendileri seçerek ve güçler vererek kendileri yerine ülkeyi idare ettirmektedir…
Türklerde dağlar Tanrıya yakın sayıldığından kutsal olmuşlar. Sümerlerde de dağlar Tanrılarla insanlar arasında bağlantı kurdukları düşüncesiyle kutsal sayılmış. Onun için dağ olmayan Mezopotamya’da Sümerliler Tanrı evlerini yapay tepeler üzerine yapmışlar ve yüksek binalarla devasa yapılar bina etmişlerdir.(ziggurat)
Sümerliler kendilerini “Karabaşlı” olarak adlandırırdı… Divan-ı Lûgat-it Türk, cilt III, s. 222’de, Türkler arasında erkek ve kadın kölelere “Karabaş” deyimi kullanıldığı yazılıdır. Manas destanında ise Manas ziyafete yalnız çağrıldığında yalnız başına bir yiğitiz anlamıda, “Karabaşlı Kişiyiz” demiştir.
Görüldüğü gibi Sümer kültürü ile Türk-Öntürk kültürü ve mitleri arasında neredeyse birebir benzerlikler bulunmaktadır. Tüm bu benzerliklere dil benzerliğini ve dil ailesinin aynı olmasını da eklediğimizde ve Sümerler’in Öntürklerin yaşadığı topraklardan mezopotamya’ya geldiğinin kabul gördüğünü eklediğimizde Sümerler’in Türk soylu bir kavim olduğu gün gibi aşikardır.
Her zaman dediğimiz gibi;
Tarih Türklerde başlar…Dolayısıyla Sümerler’de…