Siyasetin olumlu bir çağrışımının olmadığı bir siyasi kültürden geliyoruz. Yüzyıllar boyunca cezalandırma ve bilhassa idam cezası anlamında kullanılan ‘siyaset’in nihayet gelip dayandığı yer ilkesiz at pazarlıklarının revaçta olduğu, güdülen davanın şahsi menfaatler, hak edilmemiş makamlar uğruna bir çırpıda satılığa çıkarıldığı bir ucuzluklar pazarı oldu.
Sultanların muhaliflerine “siyaseten katl” kararlarının yargısız infaz edildiği kanlı “siyaset meydanı”nın faziletlerinden bahsedecek halimiz yok. Ama on yıllara dayalı köklü bir geçmişi, iyi kötü bir töresi ve geleneği olan koca koca siyasi partilerin liderlerinin sırf şahsi menfaatleri uğruna kendilerini satılığa çıkardıkları “siyaset pazarı”nın mevcut siyasetteki şahsiyet fukaralığını bihakkın sembolize ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
‘SİYASETEN KATL’İN KURUMSALLAŞMA TARİHİ
Sultanlar “asayişin temini, bireylerin can güvenliği ve devlete karşı işlenen menfi fiiller vs” bahanesiyle ve bilhassa “siyasi suçlar”a karşı “siyaseten katl” denilen ölüm cezasına sıklıkla başvurmuşlardır. İslam Hukuku’nun yetersiz kaldığı durumlarda örfi hukuk ve dönemin şartlarına göre uydurdukları metotlara yönelmişlerdir. Özellikle Osmanlılar, ceza sistemlerinde bu dualist ve pragmatik hukuk metoduyla çoğu yargısız infaz niteliğindeki idam cezasını “siyaseten katl” adı altında kurumsallaştırmışlardır. Siyaseten katlin başlıca sebebini ise padişahın/hanedanın meşruiyetine karşı işlenen suçlar teşkil etmiştir.
İlki Çandarlı Halil Paşa olmak üzere Osmanlı’da 44 veziri azamın siyaseten katledilmesi bu uygulamanın yaygınlığına işaret eder. Pek çok şehzadenin infazı da dahil olmak üzere siyaseten katlin şeklen meşruiyetini temin için verdikleri fetvaları kullanılan bazı şeyhülislamlar da bu infaz yönteminden kendilerini kurtaramamışlardır. Nizam-ı alem uğruna yüz binden fazla insanı öldürten IV. Murad’ın dönemi, ilk şeyhülislamın siyaseten katle uğradığı dönem olarak da bilinir.
‘SİYASET PAZARI’ EN ALAYİŞLİ DEVRİNİ BUGÜN YAŞIYOR
İdam cezalarının infaz edildiği yerlere “siyasetgah” ya da “siyaset meydanı”, sultanın ya da padişahın idam cezası verme hak ve iktidarına “siyaset” denildiği o tuhaf günleri geride bırakalı çok oluyor. Devir değişti, yöntemler değişti ve “siyaset meydanı”nın yerini zamanla omurgasız, ilkesiz siyaset tacirlerinin şahsiyetlerini ucuz pazarlıklara malzeme ettikleri, türlü kıvraklıkların, akılalmaz hokkabazlıkların erdem sayıldığı “siyaset pazarı” aldı.
Otoriterleştiği ölçüde eleştirilerine hedef olduğu için Erdoğan’ın “siyaseten haps” ettirdiği Altan Kardeşlerin en az kendileri kadar cesur babaları Çetin Altan, siyasetçilik ve gazetecilik yıllarında şahit olduklarını mizahi bir dille anlattığı “Gölgelerin Gölgesi” kitabında, devrin ahlaksız ve omurgasız siyaset tüccarlarının örneklerinden de bahseder. Mesela “Siyaset Panayırından Üç Beş Anı” başlıklı yazısında, 1946’nın “açık oy, gizli sayım”lı seçimleri sonrası ilk kez Meclis’e girebilen Demokrat Parti’ye karşı en ateşli saldırılarda bulunan bir Meclis Başkanvekili’nin tuhaf hikâyesine de yer verir. Altan, türlü hakaretler ettiği DP milletvekillerini Meclis’te konuşturmamak için envai çeşit katakulliye imza atan bu Başkanvekili’nin siyasi maceralarını(!) mizahi bir dille anlatır.
Çetin Altan’ın, siyaset anlayışını kendisine ait “Siyaset yapmak demek, ne yapıp yapıp iktidarı bırakmamak demektir… Ben iyi bir futbolcuyum, hangi takım daha çok verirse oynarım” sözleriyle aktardığı bu siyaset tacirinin DP’nin yükselmesi ile birlikte ışık hızıyla nasıl DP saflarına geçtiğini, DP’lilerin de nefret ettikleri bu şahsı nasıl hiçbir şey olmamış gibi aralarına aldıklarını bir güzel anlatır. Tıpkı bu siyaset taciri gibi, ucuz kamu kredileriyle yürüttüğü ticari işleri olan bir başka siyasetçinin de, sırf ucuz kredilerinin devamı uğruna, öncesinde “hain ve namussuz” diye hakaret ettiği DP saflarına mahir bir kıvraklıkla nasıl geçtiğini ve bakanlığa kadar nasıl yükseldiğini de Altan’ın anlatımlarından öğreniyoruz.
SOYLU, KURTULMUŞ VE BAHÇELİ UCUZLUK PAZARINDA
Aziz Nesin’in politik kara mizah romanı “Zübük”’te anlattığı gibi çok partili demokrasiye geçişten bu yana vıcıklaştıkça vıcıklaşan “siyaset pazarı” ahlaksız tekliflerin, menfaat pazarlıklarının, ucuz artırmaların hep bir et ve at pazarı olagelmiştir. “Siyaset pazarı”, yine de hiçbir zaman bu dönemdeki kadar ahlaksız pazarlıkların mekanı olmamıştır. Güya köklü bir geçmişleri ve gelenekleri olan siyasi partilerin kerli ferli liderlerinin partilerini ve davalarını(!) bırakarak daha düne kadar hakaret ettikleri iktidardaki partiye yamanmalarına ilk kez bu dönemde şahit olduk.
Evet, doğru tahmin ettiniz. Has Parti eski Başkanı Numan Kurtulmuş, Demokrat Parti eski Başkanı Süleyman Soylu ve MHP Başkanı Devlet Bahçeli’den bahsediyorum. Sevsek de sevmesek de babasının kurup geliştirdiği bir siyasi mirası, şahsi koltuğa tahville bozuk para gibi haracayıp Başbakan Yardımcısı koltuğuna oturmayı onuruna yedirebilmiş Tuğrul Türkeş’i de unutmuş değilim. O da “siyaset pazarı”nın ucuzluk günlerinin en ucuz malzemesi olarak tarihteki yerini çoktan aldı.
KLASİK BİR ERDOĞAN İCADI: ‘ŞAHSİYETEN KATL’
Kabul etmeliyiz ki Erdoğan, bir türlü olgunlaşmayan siyaset kültürümüz açısından devrim niteliğinde işlere imza attı. Mesela, kendisi gibi astığı astık, kestiği kestik despotik yetkilere sahip her hükümdarın yüzyıllar boyunca başvurduğu “siyaseten katl”i ortadan kaldırdı. Yerine, en ufak alternatif olma potansiyeli taşıdığını düşündüğü siyasi rakiplerine karşı “şahsiyeten katl” yöntemini icat etti ve bunu başarıyla uyguladı.
Rüşvet olarak sunduğu menfaatler ve makamlarla alternatif olma potansiyeli olan ikisi köklü üç siyasi partinin liderini kendisine bende yapmayı başarabilmek her ‘dehanın’ yapabileceği bir iş değildir. İşin garibi, Erdoğan’ın rakip partilerin liderliklerinden devşirdikleri, sadece bu üç siyaset/şahsiyet meftasından ibaret kalacak gibi de görünmüyor. Doğruya doğru Erdoğan’ın eteklerinin altına sığınan Soylu ve Kurtulmuş gibi, babasının siyasi mirasına ihanet eden Türkeş’in de AKP’ye geçisine şaşırmıştık. Türkeş’in ihanetine öfkelenmiş rolleri kesen Bahçeli’nin Erdoğan’a bendelik kulvarına girmesi de şaşırtmıştı.
KOCA KOCA PARTİLERİN ŞAHSİYET CÜCESİ LİDERLERİ
Sultan ve padişahlar “siyaseten katl”ini emrettikleri kişilere bu kararlarını kılıç ve topuz göndererek ya da “kara kaftan” giydirmek suretiyle gösterirlerdi. Erdoğan ise, kararını ballı imkanlar ve makamlar teklif ederek muhataplarına ulaştırıyor. Siyaseten katlin infazında kemend, urgan, kılıç, balta veya pala kullanılırken, Erdoğan “şahsiyeten katl”de sadece makam, koltuk, para ve iktidar vaadini kullanıyor. Güç, makam veya iktidar bahşişinden pay almak uğruna dün ağız dolusu tükürdüklerini afiyetle yalayan koca koca siyasi partilerin şahsiyet cücesi liderleri, Erdoğan’ın attıklarını havada kapmak için adeta birbirleriyle yarışıyor.
Erdoğan’ın maharetle uyguladığı “şahsiyeten katl”e en iyi örnek, Menderes’in mirası Demokrat Parti’nin başkanlığını şahsi makama tahvil etmekte kullanan Süleyman Soylu oldu. Oysa bakın Soylu, Erdoğan ve AKP için neler neler söylemişti? “Erdoğan’ın paçalarından yolsuzluk akıyor”, “Erdoğan’a gününü göstereceğiz”, “At üstünde durmayı beceremeyen başbakan”, “(Filistin konusunda) Çeviriyorsun, boş geliyor. Bir daha çeviriyorsun, pas geliyor… Ey Erdoğan, boyun eğdin, emir eri oldun… Boyan döküldü Erdoğan”, “Yolsuzluklarla mücadele edeceğim diyen hükümet, Türkiye’yi yolsuzluk çukuru içine batırdı”, “(Yolsuzluğa bulaştıkları için) Etrafındakileri temizlesen adam kalmaz Tayyip Bey.”
Bunları diyen de Soylu, “Erdoğan ezeli ve ebedi liderimizdir” deyip etrafındaki kirli adamların arasındaki kirli yerini alan da… Erdoğan’ın hukuksuz pis işlerini yapmaktaki pervasızlığıyla yükselen Efkan Ala’nın yerine, Erdoğan’ı daha fazla tatmin edebilmek için İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturan da aynı Soylu oldu.
KURTULMUŞ SANKİ SOYLU’DAN DAHA MI SOYLU?
HAS Parti Genel Başkanlığı’nı Erdoğan’ın önüne attığı koltuğa değişen Numan Kurtulmuş sanki Soylu’dan daha mı soylu? Erdoğan’ı eleştirirken “İsrail en büyük zaferini AKP sayesinde kazandı. 2010 Mayıs’ında Türkiye İsrail’in OECD üyeliğini onayladı… Otel lobisinde değil, BM’de, OECD salonlarında ‘one minute’ demek marifettir. Sayın Başbakanın kalbi Ali diyor, dili Muaviye söylüyor” diyen Kurtulmuş Erdoğan’a daha neler demişti neler…
“Yapmayacağız” dediği her şeyi bugün fazlasıyla yapan bu siyaset taciri, Erdoğan’ı “1970 model Süleyman Demirel”e benzetmekten de geri durmamıştı. Erdoğan’ın iki partili parlamento önerisine tepki göstermiş ve “Emriniz olur Sayın Başbakan. İki parti çok, tek parti olsun. Bütün partileri kapatalım ve tek parti olarak siz parlamentoya girip ülkeyi yönetin.” demişti. Bugün hiç utanmadan bir parçası olduğu bu uğraşın daha öncesinde kehanetini de bizzat kendisi yapan “siyaset pazarı”nın bu ucuz malzemesi, en çok da şu sözünde haklı çıktı galiba: “Bizim en büyük sorunumuz, içimizdeki sinsi AKP’liler!”
‘SİYASET PAZARI’NIN SON GÖZDESİ BAHÇELİ
“Siyaset pazarı”nın en son gözdesi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli. Parti içi iktidar mücadelesinde aldığı despotik destek karşılığı Saray’a kurtluğa soyunan Bahçeli, dün karşı çıktığı ne varsa bugün canhıraş savunuyor. 7 Haziran seçimleri sonrası CHP’nin başbakanlık teklifini “Beni bir koltukla kandıramazsınız” diyerek reddeden Bahçeli’de birdenbire depreşen Saray mamulü koltuk sevdası herkesin merakını celbediyor. Yarım asırlık Ülkücülüğü şahsi hesaplarına malzeme yapan Bahçeli’nin, dün “…alçaksın, şerefsizsin. Erdoğan, sen nasıl bir Müslümansın? Hadi Cumhurbaşkanı olmanı geçtik de, nasıl bir insansın?” diye hitap ettiği Erdoğan’a “atıl” denilince hiç düşünmeden atılacak bir nefer yazılmasının siyaseten de makul bir açıklaması bulunmuyor.
“Türkiye Cumhuriyeti, Erdoğan’ın kuşatması ve tazyiki altındadır”, “…zırvalamış, hezeyana batmış, zıvanadan çıkmıştır… Erdoğan aklıyla arasını açmış, klinik bir vaka haline gelmiştir.”, “Artık iyice anlaşılıyor ki, sende şeref ve mertlik işportaya düşmüş, hurdaya çıkmış. … Ve şerefsizliğin kara bulutu başının üzerinden bir türlü ayrılmıyor. Erdoğan sen yakın tarihimizin en yanlış şahsiyetisin.”, ”Erdoğan’a ’şeref ne?’ diye sorsanız, ’Nerede satılıyor, hangi villada bulunur?’ der!” diyen Bahçeli, bugün nasıl olduysa Erdoğan’ın seferbelik görev emrinin en sadık neferi haline geliverdi.
7 Haziran seçimleri sonrasında, 17–25 Aralık yolsuzluk skandalına atıfla, AKP ile asla yanyana gelmeyeceklerini duyuran Bahçeli, “Bilal’in içinde olacağı sıfırlanan paraların hesabını sormayacak mıyız? Bu sürecin bir tarafında Bilal var. Versin Bilal’i alsın iktidarı.” demişti. Bugün ise Bilal’i almak şöyle dursun partisinin üç hilali ile birlikte kendisini Bilal’e ve babasına tamamen peşkeş çekmiş durumda.
Hatasıyla sevabıyla geçmişin ”siyaset meydanı” yine de bir er ve şeref meydanıydı. Pespaye bir ucuzluk panayırına dönüşen bugünün ”siyaset pazar”ında ise şeref ve haysiyet işportada bile bulunmuyor.
Bu yazıyla midenizi bulandırdığım için affınızı diliyorum.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN