Türkiye Cumhuriyeti son on yılı aşkın bir süredir emperyalizmin başına musallat ettiği bir hastalıkla uğraşıyor. Halkın hemen hemen yarısına yakın kesimi bu illete yakalanmış vaziyette. Belirtileri körlük, sağırlık ve dilsizlikle kendini gösteriyor. Ülkemizde olan bitene, hastalığın etkisiyle tepkisiz olan bu kitle, kendisine sunulan göz boyayıcı, kamufle edici taktiklere sorgusuzca inanıp tedavi olmayı şiddetle reddediyor. Yaşadığımız ve bizzat şahit olduğumuz siyasi olumsuzlukları görmek, duymak ve dile getirmekten çekinenlerin sayısı endişe verici boyutlarda. Uygulanan yanlış politikaların, ülkemize verdiği zararı anlamak için, madalyonun her iki tarafından bakmak şart. Lakin hastalığa yakalanmış kesim, madalyonun öbür yüzünden bakmaktan, akıl ve mantığı ön planda tutarak hadiseleri analiz etmekten imtina ediyor. Yaşanan siyasi olayları sorgularken, altında yatan başka oyunların var olup olmadığını anlamak için, önce bu hastalıktan kurtulmalılar. İnsani duyguları felce uğratan kör, sağır ve dilsiz olmaya sebep olan bu illet yüzünden ne yazık ki, olaylara objektif yaklaşmayı unuttular. Gerçekleri görebilmek adına, felç geçirtilen duygularına tekrar kavuşmalı, her şeyden önce vicdan ve akıllar kullanılmalı. Bizlere yaşatılan bütün olumlu veya olumsuz politik, ekonomik, siyasi, askeri, ahlaki, dini… Vb. Her türlü hamleyi tek tek vicdan ve akıl süzgecinden geçirdikleri takdirde, yavaş yavaş oynanan oyunun farkına varıp, işin asıl renginin ne olduğunu çözünce, kafalarına balyoz yemiş gibi hissedeceklerinden eminim. Siyaset tarihinin alâmetifarikası sayılacak bu dönemde, devleti yönetenlerle bütün tayfasının hep birlikte, akla ve vicdana aykırı bir şekilde üstelik defalarca kandırıldık demelerine şahit olduk. Kandırılmak ve aldatılmak siyaset literatüründe kabul edilir, hoş görülebilinir mi? Her yanlış yapılan hamleden sonra kandırıldık deyip temize çıkılır mı? Üstelik danışman statüsünde onlarca kişiye, milletin vergisinden maaş bağlanmışken. Bu kişiler kendilerine danışılacak kadar akıl ve donanıma sahipler mi? Akıllı ve donanımlı insanlar nasıl kolayca kandırılabiliyor? Akıllı ve donanımlı değillerse, bunlar ne amaçla danışman yapılıp milletin vergisinden yüksek miktarlarda maaş ödeniyor? Danışmanlar toplu halde kandırıldıklarının bile farkına varamıyorlarsa nasıl danışman olabiliyorlar. Kafalarda yüzlerce sorular dönüp duruyor. Ortada dönenlerin farkında olanlar için, inanılmazlık sınırları çoktan aşılmış. Ülkede yaşanan her şey akıl ve mantığın kabul edemeyeceği boyutlara ulaşmış, olaylar çığırından çıkmış, insan aklını ve midesini bulandıran duruma getirilmiş vaziyette. Çünkü bir kısım siyasetçiler kandırıldık diyerek, Allah’tan ve halktan af dileyip suçlarından aklanmış oluvermişken, diğer safta olanların da kandırılmış olabileceği gerçeği vicdanlarımızı rahatsız ediyor. Ya onlarda kandırıldık deyip af dilerlerse? Bu durumda, biz de kandırıldık diyen herkes af edilmeli mi? İşin en ilginç tarafı ise en tepedekilerin içinde hala Fetöcülerin görevlerinin başında bulunması. Bunlara hiçbir şekilde müdahale edilmemiş olması. Sağlıklı düşünenler açısından bu davranışlar, tek kelimeyle aklın alamayacağı türden. Neden bazı kilit ve önemli mevkilere yerleştirilmiş, hala görevlerinin başında ve bu örgütle bağlantılı olduğu delil niteliğindeki dokümanlarla sabit olan siyasilere ülke çapında yapılan operasyonlarda dokunulmuyor? Kandırıldık diyerek aklanmaya çalışanların sayısı, bir iki kişiden oluşmuş olsa, belki akıl ve mantık bunu bir şekilde kabul edecek. Lakin bu sisteme hizmet eden milyonlarca kişinin hep birlikte kandırılmış olduğunu görünce, insanın aklından hepiniz birden bu kadar saf olamazsınız demek geçmiyor değil. İçinizde uyanık, akıllı, sağduyulu bir kişi bile yoksa ne demeye ülkenin yönetimine talip oldunuz diye sorarlar adama. Çocuklar yönetse bu ülkeyi, eminim daha tutarlı ve mantıklı adımlar atıp kandırılmazlardı.
Geleceğimizi ilgilendiren en önemli konulardan biri olan eğitim ve öğretim konusunda da halk olarak bizler kandırılıyoruz. Kendi çocuklarını kolejlere, yabancı ülkelere hatta din ile alakasız okullara eğitim alması için gönderenlerin, Milletin çocuklarına gelince, hiç sıkılmadan büyük çoğunluğunun zorunlu hale getirilmiş olan imam hatiplere kanalize edilmesine sessiz kalıyoruz. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, bu zorunlu imam hatipli olmaya takmış vaziyetteyim.Çünkü çocuk demek gelecek demektir. Biri de çıkıp madem imam hatiplere bu kadar umut bağladınız, ne diye kendi çocuklarınızı bu okullara göndermiyorsunuz diye sormuyor. İmam hatipli bir tane milletvekili, bakan veya siyasetçi çocuğu gösterin demek kimsenin aklına dahi gelmiyor. En değerli varlıklarımız olan, gözümüzden bile sakındığımız evlatlarımızın geleceğini, kendi çocuklarını imam hatiplerin yanına bile yaklaştırmayanların, sıra bizimkilere gelince, illaki imam hatip diye diretmelerine müsaade edecek kadar akıl tutulması yaşayan hastalıklı bir halk haline getirildiğimizin bir an önce farkına varamazsak karanlık bir geleceğe hazırlıklı olun. Bedelli askerlik gibi, parası olan okuyacak olmayan imam mı olacak.2016 dünyasında gelişmiş ülkelerde çocuklar eğitimlerine yeteneklerine göre ayrılırken, bizim çocukların çoğunda imamlık yeteneğine mi rastlandı. Bana imamlık yapan bir tane kız çocuğu gösterin. Milletin çocuklarına yazık değil mi? Gönderin kendi çocuklarınızı da imam hatiplere, samimiyetinizi anlayalım. Sizin çocuklarınızdan yetişmeyecek mi bu dindar nesil. İmam olmak isteyen kendi tercihi ve isteği ile imam olsun buna kimse engel olmaz.Lakin Devlet çocukları buna mecbur hale getirmişse, ben bunun altında bir bit yeniği olduğundan şüphelenirim. Aklı başında olan herkesin de şüphelenmesi gerektiği kanısındayım. Devletin önceliği, ülkenin çocuklarının ve gençlerinin en iyi şekilde yetişmelerini sağlamaktır. Çünkü çocuk ve genç ”gelecek” demektir. Bu noktada, mali kaynak yetersizliği gerekçe olarak gösterilemez.
Şimdi mağdur durumda olan bir başka öğrenci kitlesi daha ortaya çıktı. Kapatılan Fetönün okullarında eğitim almış olanlar. Hala bazılarının hangi okullara gideceği meçhul. Şimdi bu okulları açtırıp, eğitim vermesine bakanlıkça izin verenlerin hiç mi suçu yok. Bu okullara giden öğrencilerin, yüzde doksan dokuzunun, Fetönün asıl amacından bihaber olduklarından adım gibi eminim. Çocukların tek suçu Devletin kendisinin, sakınca görmeyip eğitim vermesine resmi olarak izin verdiği okullara, bilmeden gidip kayıt olmak. Bu durumda asıl suçlular kimler? Neden bütün ceremeyi asıl suçlular değil de mağdur edilenler çekiyor? Bu ülkeyi 14 yıldır uzaylılar mı yönetiyor. Neden sanki hiçbir şeyden haberleri yokmuş, sütten çıkma ak kaşık gibi davranıyorlar?
Bir ülkede adalet ancak bu kadar katledilebilir. Bir millet ancak bu kadar kör, sağır ve dilsiz hale gelebilir...