Allah’ım, biz aciz kullarına, tahammül edemeyeceğimiz, gücümüzün yetmeyeceği yükler yükleme.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun. Kadınlar baş tacımız. Onlar Gözümüzün nuru, gönlümüzün süruru. Annelik duygusunu, yani doğum sancısındaki acıyı ve ardından gelen hazzı, erkeklerin tatması mümkün değil. Sadece bunu düşündüğünüzde bile kadın olmak aslında biz erkeklerin çok saygı duyacağımız bir şey olması gerekiyor.
Yıllar önce beyaz farelerle çalışırken o hayvanların nasıl doğum yaptığını saatlerce seyretmiş ve hayran olmuştum. Gerçekten görkemli bir iş yapıyordu anne fare...
Farelerde gebelik süresi 21 gündür. Bir batında çok yavru, genellikle 5–8 arası doğururlar. Ben bir batında 21 yavrulayana rastladım. Doğum vakti geldiğinde, kafeste kendi pisliği, idrarıyla kirlenmiş olan talaş altlığın içinden temizlerini ayırır, ayrı özel bir bölme yapar. Sonra o bölmeden en uzak yere, doğumhanesine, gider, bir yavruyu doğurur, yalayıp temizler, eş etinden ayırır ve o et parçasını, sanki bir sonraki doğuma enerji olsun diye yer. Sonra doğurduğu fareciği temiz bölmeye taşır. Sonra koşarak doğumhanesine geri döner, orada aynı şekilde ikinci yavruyu doğurur, artık rahimde kaç yavru varsa hepsini bu şekilde doğuran anne işini bitirdiğinde ölesiye yorgun ama mutludur. O yavruların üzerine şefkatle eğilip, her birini tek tek yalayıp sevmesi görülmeye değer bir olgudur. Saatlerce seyrettiğim olurdu.
Doğum ve annelik böylesine harika bir olgu olmakla beraber, her şeyin böylesine güzel gitmediğini de bu hayvanlarda gördüm. Her anneyi yavrularıyla beraber 20*10*15 cm3 ebadındaki bir kafeste tutardık. Kafese altlık olarak talaş serer ve 2 haftada bir değiştirirdik. Bir gün tartı için laboratuvara gitmiştim. Bir kafesteki yavruların tamamı ölmüştü, anne yaşıyordu. Bir mana veremedim. Bir hastalık olsa, diğer kafeslerde de ölüm olması gerekirdi. Sonraki bir tartıda başka bir kafesteki yavruların hepsinin öldüğünü gördüm. Yine bir mana veremedim. Ama merak etmiştim. Bir köşeye çömelip hareketsiz bekledim. Bütün kafesleri gözlüyordum. Belki bir saat belki daha fazla geçmişti ki, bir kafesteki hareketlilik dikkatimi çekti. Anne, kafesin üstten kurguladığımız kapağının bir tarafına yatırdığımız biberondan su içmeye çalışıyor, biberonun kapağındaki deliğe ağzını uzatıyor, sonra inip kafesin içinde bir tur atıp dönüyor tekrar su içmeye çalışıyordu. Sonunda deliğe ağzıyla çok sertçe vurup kafesin içinde çılgın gibi dönmeye başladı. Bu hareketi de birkaç defa yaptıktan sora, en yakındaki yavruyu hırsla dişledi ve somurdu. Yavrucuk hemen posası çıkmış şekilde ölmüştü. Olayın sebebini anlamış, durumu kavramıştım. Biberonun kapağının ucundaki delik tıkanmıştı, hayvan oradan su içemiyordu. Biberonun çelik kapağının ucundaki deliği arada temizlemem gerekiyordu. Ama bu arada o şahane doğumu yapan şefkatli annelerin ölüm anında nasıl canavara dönüştüğünü de gözlemlemiştim.
İnsanoğlunun annelik duygusu ile farenin ki herhalde aynı ölçüde değildir. Ancak bu gözlemimi anlattığım bir tasavvuf büyüğü insanların da ölüm anında yavrusunu, “önce can, sonra canan” anlayışıyla feda edebileceğini söyledi ve anlattı: “Açık denizde bir gemi fırtınaya yakalanmıştır. Dev dalgalarla boğuşan gemi çok dayanamaz ve su almaya başlar. Bir kamaradaki bebekli kadın su yükseldikçe bebeği yukarı kaldırmaktadır. Su boynunu geçmiş o da bebeği başının hizasına kaldırmıştır. Su ağzını geçer; kadın artık ayak parmaklarının ucuna yükselmiş, bir taraftan kendisi nefes almaya bir taraftan da bebeğini suyun üstünde tutmaya çabalamaktadır. Sonunda su, başını da geçmiş, kadın artık nefessizlikten boğulacak raddeye gelmiştir. Dayanabildiği kadar dayanır artık nefessizlikten çatlayıp ölecek duruma gelince şuurunu kaybeder ve bebeği ayağının altına alıp parmaklarının ucuna yükselerek burnunu suyun üstüne çıkarmaya çalışır.” İnsanoğlu da ölmemek için yavrusunu feda etmektedir.
Allah’ım, biz aciz kullarına, tahammül edemeyeceğimiz, gücümüzün yetmeyeceği yükler yükleme.