Anasayfa
Yazarlar
Hayrettin Geçkin
Yazı Detayı
Bu yazı 122+ kez okundu.
AKLIN ATLARI ve KANAT SESLERİ
Birkaç günüm hastanede geçecekti nasıl olsa. İyi ki Nusret Ertürk’ün adıma imzalayıp gönderdiği, çoğu 2003-2014 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan yazılarından oluşan o iki kitabını da yanıma almışım. Ruhuma çok ama çok iyi geldiler, sağalttılar beni adeta: Aklın Atları ve Kanat Sesleri…
Aklın Atları’nı ameliyat öncesi bitirdim nerdeyse. Sonrasında da Kanat Sesleri’ni… İlginç olan; pek çoğunu yayınlandığında okuduğum, anlaşılır ve derinlikli bulduğum, güncelliğini bugün de yitirmemiş yazıları hemen anımsayışım ama aynı zamanda ilk kez okuduğum birer yazı gibi de algılayışım... Kafamdaki bu karışıklık Kanat Sesleri'nin girişinde gözüme ilişen C.Connolly’dan yapılan şu alıntıyla bir çırpıda dağılıverdi neyse ki:“Edebiyat, ikinci kez okunacak; gazetecilik ise bir defada anlaşılacak şeyi yazma sanatıdır.” Her iki kitabın da niteliği aslında bu ifadede dile gelmiş.
Birinci kitabın bir yerinde karşıma çıkan bir yazıdan ötürü yaşadığım şaşkınlığı anlatmasam olmaz: Çanakkale’de yaşamaya başladığım ilk günlerde tanıştırıldığım kentin önemli simalarından, aydınlanmacı, kültür insanı ve bir doğa aktivisti olan Hicri Nalbant, ikinci karşılaşmamızda cebinden çıkardığı gazete küpürünü elime uzattı. Baktım 01.05.2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki bir yazı. Şair Ahmet Özer’le uzun uzun kulaklarını çınlattığımız, aynı zamanda hemşerim olan Nusret Ertürk imzasını taşıyor. Hızlıca ama daha çok da merakla okumaya başladım yazıyı. İlk paragrafta şu satırlar yer alıyordu: “Eğitimci yazar Vecihi Timuroğlu, 1969 yılında Artvin Lisesi Müdürü’dür. Timuroğlu, okuldaki bir bayram töreninde toprak reformuna dokunur. Vali Babür Ünsal, anında konuşmayı kestirir, müdürü kürsüden indirir. İçeri girerler. Timuroğlu orada valiye unutamayacağı bir ders verir. Vali, soruşturma açar. Timuroğlu yıllar sonra şöyle der: ‘Artvinli il müdürlerinin hiçbiri valiye yağcılık yapmadı. Aklandım. Artvin’in doğası güzeldir ama insanı daha güzeldir.’ Bu sözler Artvinli için onur belgesidir.” Yazının devamını okuyup bitirdiğimde Hicri Nalbant’ın yüzüne baktım. “Artvinlileri ben de çok severim. Siz hem Artvinlisiniz hem de şairsiniz. Uzun zamandır sakladığım bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.” Vecihi Timuroğlu’nu tanımış olmanın, onun yazı ve şiirlerinin hayranı olmamın ve Çanakkale’deki hayatıma böyle güzel bir başlangıç yapmanın heyecanıyla mıydı bilmiyorum, bir süre Hicri Nalbant’a (ağabey demeliyim) ağzımı açıp da bir şey söyleyemedim. Sözcükler dilimin ucuna gelip orada taş kesildi adeta. Kitaplarda bu yazıya rastladığımda da benzer duygular yaşadım.
Nusret Ertürk; cumhuriyetçi, aydınlanmacı, çağdaş ve demokrat bir yazar. Meslektaşım üstelik; Türkçe öğretmeni. Bir solukta okuyacağınız ama aklınızı kurcalayacak yazılarına giren sözcükler sanki dağların sazağından çekilip alınmış, tipilerde bekletilmiş, derelerin ayazından geçirilmiş, suların akışında yontulmuş. Aşkla, sevgiyle ve umutla yoğrulup büyülü bir hale getirildikten sonra da adil, demokratik, özgürlükçü bir dünya için yola çıkarılmış. Hepimizin anlayabileceği ama hiçbirimizin kolayca yazamayacağı kısa yazılar, Ertürk’ün yazıları. Bir yazıyı okuyup diğerine geçemiyorsunuz kolayca. Her birinde bambaşka dünyalar çıkıyor karşınıza çünkü. Derin anlamlar, yepyeni düşler, düşünceler…Yazılara yedirilen öykücükler ve kısa şiirler konuyu hem anlaşılır hem de unutulmaz yapmış. Sanata, edebiyata yaslanmış her bir yazı. Oralardan doğmuş, onlarla beslenmiş, onlardan uç vermiş.
Yazıların yüzü aydınlığa dönük. Bir tür günebakan çiçekleri. Cumhuriyetin kazanımlarını, kültürümüzün güzelliklerini ve düşlerimizi yansıtıyorlar. Ülkemizin ve insanımızın içine düşürüldüğü kıstırılmışlık ve kuşatılmışlıktan çıkış yollarını görüyorsunuz yazılarda. Ama bu görme işini sizin duyarlıklarınıza bırakmış yazar. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili yazılar bambaşka boyutta. Okuyunca diyorsunuz ki: Bir bildiği varmış o çocukların. Köy Enstitüleri’yle ilgili yazıları da çok keyifle okuyor ama arkasından bir sancıya yakalanıyorsunuz ister istemez. Sadece bu kadarla da değil.
“Öğrendikçe bilmediklerim çoğalıyor,” sözünü kim söylemişse doğru söylemiş. Adını bildiğim, şu ya da bu ölçüde tanıdığım, kitaplarını okuduğum yazarlar, şairler, bilim insanları, düşünce adamları, gazeteciler, sanatçılar ve felsefeciler hakkında o kadar yeni bilgilere, güzel sözlere, farklı düşüncelere ulaştım ki her iki kitapta da... Keşke onlara da yer verme olanağım olsaydı burada. Bu iki kitap yaşama tutunmam ve yaşamı yeniden anlamlandırmam için önüme öyle sağlam halkalar attı ki… Açıkçası dile getirmem hiç de kolay değil. Edebiyat açısından, dili yalın kullanmanın, bir şeyi estetik olarak ifade etmenin tadını yaşattı her şeyden önce. Kitaplar beni aldı ve adını şu an anımsayamadığım bir felsefecinin; “Estetiğin, en son varacağı nokta sadeliktir” sözünün yanı başına bıraktı. Yazıların hepsini birer deneme tadında okudum. Altını birkaç kez çizmediğim hiçbir yazı yok nerdeyse. Altını çizdiğim pasajlardan bazılarını, ister sizi üzsün, ister sevindirsin, üzerime düşen sorumluluk neyse onu da alarak burada paylaşmak istiyorum:
“Köleye sormuşlar: ‘Özgür ve zengin biri olsan, ilk neyi elde etmek isterdin?’ Köle hiç düşünmeden yanıtlamış. ‘Çok kölem olsun isterdim!’…” Aklın Atları, Sayfa 74.
“Sivas’ta yakılan Behçet Aysan işsiz kaldığında Ankara’da simit satmaya çıkar. Ondan simit almaya pek az kişi gelir. Yakındaki simitçiye sorar: ‘Kardeş, sen simit satıyorsun, ben satamıyorum. Nedendir? Simitçi, “Sende simitçi tipi yok ağabey’ der.” Aklın Atları, S:108.
“Almanya’da bir sokak taşıtlara kapatılmış. Nedeni sorulduğunda, ‘Burada bir yazar oturuyor. …” yanıtı verilmiş.” Aklın Atları, S:117.
“Çocuğun biri, vitrinde resmi ağabeyine almak için aylarca para biriktirir. Sonunda sevdiği resmi almaya gider. Ressama, ‘Bu paramın tümü, şu resmi almak istiyorum’ der, avucundaki paraları masaya bırakır. Sanatçı, hiç düşünmeden tabloyu paketler, verir. Çocuk resmi alır almaz sevinçle uzaklaşır. Orada bulunan ressamın bir tanıdığı, çığlık atarcasına, ‘Sen ne yaptın?’ diye sorar. Ressam öyle düşünmez: ‘Dünyada kaç kişi, parasının tümünü bir resim için elinden çıkarır?’…” Aklın Atları, S: 76.
“Şerefli hırsızı boşuna aramayın, bulamazsınız. Aisopos’un sözüdür: ‘Hırsızın küçüğünü asarız da büyüğünü baş tacı ederiz.’ …” Aklın Atları, S:106.
“Yaşamdan içtenliği çıkarırsanız, geriye elle tutulacak bir şey kalmaz. Acılarımız ondandır.” Kanat Sesleri, S:67.
“Gezi ile ilk kez eleştiri sokağa indi.” Kanat Sesleri:S:48.
“Taksim Gezi Parkı direnişiyle dilimize giren Duran Adam’ı, biraz da ölçüsüz konuşmalara tepki diye mi sevdik?” Kanat Sesleri, S: 64.
“Tıraş bitinceye değin ağzını açmaz, bakışları aynı noktaya mıhlanırdı. Çalışırken işine içtenliğini, yüreğini katar, tıraşını tamamlar kalkardı. Behçet Usta, küçük dokunuşlarla görünüşünü güzelleştirmenin yolunu açıyordu. O, alacağından çok vereceğini düşünüyordu.” Kanat Sesleri:S:76.
“Nelerden mi davacıyım?
Suyu bulandırandan; suya, sabuna dokunmayanlardan davacıyım.
…
ODTÜ ormanlarında otoban yapılıyor. Gençler: ‘Ağaç kesme, metro yap’ diye pankart açtılar. Ankara’nın bozkırında ağaçlara sarılıp sahiplenen gençlere, ‘Ormanı seviyorsanız gidin ormanda yaşayın’ diyenlerden davacıyım.”
“Soru, çekirdeğinde ışık taşır.” Kanat Sesleri, S:12.
“Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için” Aklın Atları, S:128.
Daha bunlar gibi nelere yer vermek isterdim burada. Ama diyeceğim şu: Bir elimde serum bir elimde bu kitaplar vardı . Okuyup bitirdiğimde, Cumhuriyet İçin Yazılar, cumhuriyeti geri kazanmak için bir yol haritasına dönüşmüştü kafamda.
Baktım ki önce, Rıfat Ilgaz’ın, “Aç iki kolunu iki yanına /Korkuluk ol” dizeleri, sonra da Metin Demirtaş’ın şu dizeleri tütmeye başlamış duyarlıklarımda:
“Karıncanın ise
Bir eli yağda
Bir eli balda
Ama ne şiir, ne şarkı var hayatında
Mutsuzdur…
Bu yüzden uzun kış geceleri
İçi sıkılır durur
Çünkü yaşamında
Arpa buğday kadar
Önemli bir yeri var
Şiirin ve şarkının da”
Ameliyat başarılı geçmişti. Hastaneden taburcu olup eve dönerken yüzüne baktım Zeynep’in. Dedim biliyor musun, şehirden uzak oturuyoruz. Bir iki gün sonra da senin doğum günün. Bahçemizde bu mevsimde ne çiçek olur, ne de gül… Birkaç gün içinde bir yere çıkıp sana armağan da alamam . En iyisi sen hastanede geçen günlerimizi doğum günün nedeniyle üç beş günlük tatile çıkarmışım gibi kabul et. Bir de okurken sık sık altını çizdiğim ve gelen ziyaretçilerime içinden pasajlar okuduğum çantamdaki kitapları... Çiçek niyetine...
Gülüştük…
(Aklın Kanatları, Nusret Ertürk, Payda Yayınları, 2013, 272 Sayfa
Kanat Sesleri, ,Nusret Ertürk, Payda Yayınları, 2015,208 Sayfa)
Hayrettin Geçkin
Ekleme
Tarihi: 03 Aralık 2023 - Pazar
AKLIN ATLARI ve KANAT SESLERİ
Birkaç günüm hastanede geçecekti nasıl olsa. İyi ki Nusret Ertürk’ün adıma imzalayıp gönderdiği, çoğu 2003-2014 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan yazılarından oluşan o iki kitabını da yanıma almışım. Ruhuma çok ama çok iyi geldiler, sağalttılar beni adeta: Aklın Atları ve Kanat Sesleri…
Aklın Atları’nı ameliyat öncesi bitirdim nerdeyse. Sonrasında da Kanat Sesleri’ni… İlginç olan; pek çoğunu yayınlandığında okuduğum, anlaşılır ve derinlikli bulduğum, güncelliğini bugün de yitirmemiş yazıları hemen anımsayışım ama aynı zamanda ilk kez okuduğum birer yazı gibi de algılayışım... Kafamdaki bu karışıklık Kanat Sesleri'nin girişinde gözüme ilişen C.Connolly’dan yapılan şu alıntıyla bir çırpıda dağılıverdi neyse ki:“Edebiyat, ikinci kez okunacak; gazetecilik ise bir defada anlaşılacak şeyi yazma sanatıdır.” Her iki kitabın da niteliği aslında bu ifadede dile gelmiş.
Birinci kitabın bir yerinde karşıma çıkan bir yazıdan ötürü yaşadığım şaşkınlığı anlatmasam olmaz: Çanakkale’de yaşamaya başladığım ilk günlerde tanıştırıldığım kentin önemli simalarından, aydınlanmacı, kültür insanı ve bir doğa aktivisti olan Hicri Nalbant, ikinci karşılaşmamızda cebinden çıkardığı gazete küpürünü elime uzattı. Baktım 01.05.2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki bir yazı. Şair Ahmet Özer’le uzun uzun kulaklarını çınlattığımız, aynı zamanda hemşerim olan Nusret Ertürk imzasını taşıyor. Hızlıca ama daha çok da merakla okumaya başladım yazıyı. İlk paragrafta şu satırlar yer alıyordu: “Eğitimci yazar Vecihi Timuroğlu, 1969 yılında Artvin Lisesi Müdürü’dür. Timuroğlu, okuldaki bir bayram töreninde toprak reformuna dokunur. Vali Babür Ünsal, anında konuşmayı kestirir, müdürü kürsüden indirir. İçeri girerler. Timuroğlu orada valiye unutamayacağı bir ders verir. Vali, soruşturma açar. Timuroğlu yıllar sonra şöyle der: ‘Artvinli il müdürlerinin hiçbiri valiye yağcılık yapmadı. Aklandım. Artvin’in doğası güzeldir ama insanı daha güzeldir.’ Bu sözler Artvinli için onur belgesidir.” Yazının devamını okuyup bitirdiğimde Hicri Nalbant’ın yüzüne baktım. “Artvinlileri ben de çok severim. Siz hem Artvinlisiniz hem de şairsiniz. Uzun zamandır sakladığım bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim.” Vecihi Timuroğlu’nu tanımış olmanın, onun yazı ve şiirlerinin hayranı olmamın ve Çanakkale’deki hayatıma böyle güzel bir başlangıç yapmanın heyecanıyla mıydı bilmiyorum, bir süre Hicri Nalbant’a (ağabey demeliyim) ağzımı açıp da bir şey söyleyemedim. Sözcükler dilimin ucuna gelip orada taş kesildi adeta. Kitaplarda bu yazıya rastladığımda da benzer duygular yaşadım.
Nusret Ertürk; cumhuriyetçi, aydınlanmacı, çağdaş ve demokrat bir yazar. Meslektaşım üstelik; Türkçe öğretmeni. Bir solukta okuyacağınız ama aklınızı kurcalayacak yazılarına giren sözcükler sanki dağların sazağından çekilip alınmış, tipilerde bekletilmiş, derelerin ayazından geçirilmiş, suların akışında yontulmuş. Aşkla, sevgiyle ve umutla yoğrulup büyülü bir hale getirildikten sonra da adil, demokratik, özgürlükçü bir dünya için yola çıkarılmış. Hepimizin anlayabileceği ama hiçbirimizin kolayca yazamayacağı kısa yazılar, Ertürk’ün yazıları. Bir yazıyı okuyup diğerine geçemiyorsunuz kolayca. Her birinde bambaşka dünyalar çıkıyor karşınıza çünkü. Derin anlamlar, yepyeni düşler, düşünceler…Yazılara yedirilen öykücükler ve kısa şiirler konuyu hem anlaşılır hem de unutulmaz yapmış. Sanata, edebiyata yaslanmış her bir yazı. Oralardan doğmuş, onlarla beslenmiş, onlardan uç vermiş.
Yazıların yüzü aydınlığa dönük. Bir tür günebakan çiçekleri. Cumhuriyetin kazanımlarını, kültürümüzün güzelliklerini ve düşlerimizi yansıtıyorlar. Ülkemizin ve insanımızın içine düşürüldüğü kıstırılmışlık ve kuşatılmışlıktan çıkış yollarını görüyorsunuz yazılarda. Ama bu görme işini sizin duyarlıklarınıza bırakmış yazar. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili yazılar bambaşka boyutta. Okuyunca diyorsunuz ki: Bir bildiği varmış o çocukların. Köy Enstitüleri’yle ilgili yazıları da çok keyifle okuyor ama arkasından bir sancıya yakalanıyorsunuz ister istemez. Sadece bu kadarla da değil.
“Öğrendikçe bilmediklerim çoğalıyor,” sözünü kim söylemişse doğru söylemiş. Adını bildiğim, şu ya da bu ölçüde tanıdığım, kitaplarını okuduğum yazarlar, şairler, bilim insanları, düşünce adamları, gazeteciler, sanatçılar ve felsefeciler hakkında o kadar yeni bilgilere, güzel sözlere, farklı düşüncelere ulaştım ki her iki kitapta da... Keşke onlara da yer verme olanağım olsaydı burada. Bu iki kitap yaşama tutunmam ve yaşamı yeniden anlamlandırmam için önüme öyle sağlam halkalar attı ki… Açıkçası dile getirmem hiç de kolay değil. Edebiyat açısından, dili yalın kullanmanın, bir şeyi estetik olarak ifade etmenin tadını yaşattı her şeyden önce. Kitaplar beni aldı ve adını şu an anımsayamadığım bir felsefecinin; “Estetiğin, en son varacağı nokta sadeliktir” sözünün yanı başına bıraktı. Yazıların hepsini birer deneme tadında okudum. Altını birkaç kez çizmediğim hiçbir yazı yok nerdeyse. Altını çizdiğim pasajlardan bazılarını, ister sizi üzsün, ister sevindirsin, üzerime düşen sorumluluk neyse onu da alarak burada paylaşmak istiyorum:
“Köleye sormuşlar: ‘Özgür ve zengin biri olsan, ilk neyi elde etmek isterdin?’ Köle hiç düşünmeden yanıtlamış. ‘Çok kölem olsun isterdim!’…” Aklın Atları, Sayfa 74.
“Sivas’ta yakılan Behçet Aysan işsiz kaldığında Ankara’da simit satmaya çıkar. Ondan simit almaya pek az kişi gelir. Yakındaki simitçiye sorar: ‘Kardeş, sen simit satıyorsun, ben satamıyorum. Nedendir? Simitçi, “Sende simitçi tipi yok ağabey’ der.” Aklın Atları, S:108.
“Almanya’da bir sokak taşıtlara kapatılmış. Nedeni sorulduğunda, ‘Burada bir yazar oturuyor. …” yanıtı verilmiş.” Aklın Atları, S:117.
“Çocuğun biri, vitrinde resmi ağabeyine almak için aylarca para biriktirir. Sonunda sevdiği resmi almaya gider. Ressama, ‘Bu paramın tümü, şu resmi almak istiyorum’ der, avucundaki paraları masaya bırakır. Sanatçı, hiç düşünmeden tabloyu paketler, verir. Çocuk resmi alır almaz sevinçle uzaklaşır. Orada bulunan ressamın bir tanıdığı, çığlık atarcasına, ‘Sen ne yaptın?’ diye sorar. Ressam öyle düşünmez: ‘Dünyada kaç kişi, parasının tümünü bir resim için elinden çıkarır?’…” Aklın Atları, S: 76.
“Şerefli hırsızı boşuna aramayın, bulamazsınız. Aisopos’un sözüdür: ‘Hırsızın küçüğünü asarız da büyüğünü baş tacı ederiz.’ …” Aklın Atları, S:106.
“Yaşamdan içtenliği çıkarırsanız, geriye elle tutulacak bir şey kalmaz. Acılarımız ondandır.” Kanat Sesleri, S:67.
“Gezi ile ilk kez eleştiri sokağa indi.” Kanat Sesleri:S:48.
“Taksim Gezi Parkı direnişiyle dilimize giren Duran Adam’ı, biraz da ölçüsüz konuşmalara tepki diye mi sevdik?” Kanat Sesleri, S: 64.
“Tıraş bitinceye değin ağzını açmaz, bakışları aynı noktaya mıhlanırdı. Çalışırken işine içtenliğini, yüreğini katar, tıraşını tamamlar kalkardı. Behçet Usta, küçük dokunuşlarla görünüşünü güzelleştirmenin yolunu açıyordu. O, alacağından çok vereceğini düşünüyordu.” Kanat Sesleri:S:76.
“Nelerden mi davacıyım?
Suyu bulandırandan; suya, sabuna dokunmayanlardan davacıyım.
…
ODTÜ ormanlarında otoban yapılıyor. Gençler: ‘Ağaç kesme, metro yap’ diye pankart açtılar. Ankara’nın bozkırında ağaçlara sarılıp sahiplenen gençlere, ‘Ormanı seviyorsanız gidin ormanda yaşayın’ diyenlerden davacıyım.”
“Soru, çekirdeğinde ışık taşır.” Kanat Sesleri, S:12.
“Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için” Aklın Atları, S:128.
Daha bunlar gibi nelere yer vermek isterdim burada. Ama diyeceğim şu: Bir elimde serum bir elimde bu kitaplar vardı . Okuyup bitirdiğimde, Cumhuriyet İçin Yazılar, cumhuriyeti geri kazanmak için bir yol haritasına dönüşmüştü kafamda.
Baktım ki önce, Rıfat Ilgaz’ın, “Aç iki kolunu iki yanına /Korkuluk ol” dizeleri, sonra da Metin Demirtaş’ın şu dizeleri tütmeye başlamış duyarlıklarımda:
“Karıncanın ise
Bir eli yağda
Bir eli balda
Ama ne şiir, ne şarkı var hayatında
Mutsuzdur…
Bu yüzden uzun kış geceleri
İçi sıkılır durur
Çünkü yaşamında
Arpa buğday kadar
Önemli bir yeri var
Şiirin ve şarkının da”
Ameliyat başarılı geçmişti. Hastaneden taburcu olup eve dönerken yüzüne baktım Zeynep’in. Dedim biliyor musun, şehirden uzak oturuyoruz. Bir iki gün sonra da senin doğum günün. Bahçemizde bu mevsimde ne çiçek olur, ne de gül… Birkaç gün içinde bir yere çıkıp sana armağan da alamam . En iyisi sen hastanede geçen günlerimizi doğum günün nedeniyle üç beş günlük tatile çıkarmışım gibi kabul et. Bir de okurken sık sık altını çizdiğim ve gelen ziyaretçilerime içinden pasajlar okuduğum çantamdaki kitapları... Çiçek niyetine...
Gülüştük…
(Aklın Kanatları, Nusret Ertürk, Payda Yayınları, 2013, 272 Sayfa
Kanat Sesleri, ,Nusret Ertürk, Payda Yayınları, 2015,208 Sayfa)
Hayrettin Geçkin
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.