Öncelikle bir konuda tezimi öne sürmek istiyorum.
Yaşadığımız dünyada bilim, uygarlık, özgürlükler, demokrasi, milletlerin istiklaline kavuşması, gönenç(refah), adalet, adil paylaşım ve aklınıza ne türlü olumlu yaşam tarzı her ne gelirse gelsin hep insanlığın ”hayır” demesiyle olmuştur.
Çünkü ”hayır” demenin en temel özelliği insanların aklını ve edindiği bilgileri özgürce, hiç kimsenin etkisinde kalmadan düşünerek, tefekkür ederek kullanma eylemi vardır.
”Evet” demekte ise bireyin aklını bir çöp gibi çöp bidonuna atarak biatçı durumuna geçmesi, yani başkasının istediği şekilde eylemde bulunmasıdır ki, bu durum bütün kötülük ve felaketlerin anasıdır.
Aklı ve bilgiyi kitlelerin beyninden silip çöp bidonuna atmanın en kestirme yöntemi dogmatik din kurallarını sık sık insanları beynine şırınga etmek tir ki, bunu Hitler’de yapıyordu, bugünkü iktidar önderleri de yapıyor.Hatta bazı sloganları tamamen aynı.Bunun bir tesadüf olması olanaksız çünkü bilinçli olarak seçilmiş. Türk milletinin beyni yıkanmak üzeredir.
Bakın, uygar milletlere baktığımız zaman hep özgürce karar veren, yani aklını ve mevcut bilgisini kullanıp kimsenin etkisinde kalmayan topluluklardır, yani ”hayır” diyebilen kitlelerdir.
Bugün dünyamızda geri kalmış topluluklara, coğrafyalara baktığımız zaman açlık, yoksulluk, adaletsizlik, kanlı savaşlar, yoğun terör olayları, hayvanlardan daha değersiz olarak yıllar içinde katledilen milyonlarca insanların yaşadığı yerlerde Tanrı’nın verdiği akıl sanki bir pislik gibi kenara itilmiş, biatçı olarak bir kişiye iman ederek teslim olmuş, her durumda bu alçak diktatörlere teslim olmuş olarak ”evet” diyen biatçı kültürüyle haşır neşir olmuş zavallı bireylerden oluşmuştur.
İslam coğrafyasının tümünde yoksulluğun, açlığın, adaletsizliğin, zulme dayalı paylaşımın, diktatörlüğün vs. en temel nedeni biatçılık, yani bunun ifade tarzı olan ”evet”demektir.
Sosyolojik olarak bir saptamayı ortaya koyarsak, dinlere sonradan karışan dogmatik-hurafe-kurallar nedeniyle insanlık uzun yüzyıllar boyunca aklını ve bilgiyi bir kenara bırakıp, Tanrı’nın emri kendilerine empoze edildiği için tek kişiye, yani sahte din kurallarıyla kitleleri uyutan alçak diktatörlere teslim olup, onlara biat ederek kar zarar gözetmeden her dediklerine ‘’evet’’ demiştir.
İşte İslam coğrafyasındaki Müslümanların en büyük felaketi dogmatik din kuralına dayalı biatçılık imanı, yani başındaki diktatörün her dediğine ‘’evet’’ demesidir.
Halbuki başındakine ‘’hayır’’ dediği anda özgürlüğe ve her türlü kurtuluşa erecek.
Çünkü ‘’evet’’te başındaki diktatörün kişisel ve ailesel meşruiyet dışı çıkarları, ‘’hayır’’da ise özgürlük ve gönenç içinde rahatça yaşama çıkarlar vardır.
Kısaca belirtelim ki, çok gelişmiş ülkeler ‘’hayır’’ diyebilen topluluklardan, geri kalmış ülkeler ise biatçı olarak ‘’evet’’ demekten başka bir şey bilmeyen topluluklardan oluşmuşlardır.
ABD ve Batı Avrupa ülkeleri neden her konuda, demokraside, özgürlüklerde, adil ve hakça paylaşımda, ifade , inanç, girişim özgürlüğünde astronomik mesafeler katletmişlerdir?
Tek nedeni akıl ve bilim dışı öneri ve tekliflere hiç yüksünmeden rahatça ‘’hayır’’ demelerindendir.
Dünyada despot ve krallara karşı çıkışlar hep ‘’hayır”sözcüğü ile olmuş ve sonuçları itibariyle özgürlüklere, uygarca huzur içinde yaşamaya yol açmıştır, demokrasi hızla gelişerek insanlık rahat edip kölelikten kurtulmuştur.
Türk milletinin ulu önderi Mustafa Kemal Atatürk yurdumuzu işgal eden düşmana ve hain padişah Vahdettin’e ‘’hayır’’ deyip istiklal mücadelesine başlamasaydı biz bugün özgür olabilir miydik?
Atatürk eski köhnemiş yönetim ve yaşama tarzına ‘’hayır’’demeyip akıl ve bilgiye dayalı devrimleri yapmasaydı millet olarak bugün uygarca yaşayabilir miydik?
Akıl ve bilim kurallarına göre yaşayan aileler çocuklarına çok rahat olarak, yüksünmeden ‘’hayır’’ demeyi öğretiyorlar.
Çünkü pedagoji denen bir bilim dalı şunun ayırtına vardı ki,‘’hayır’’ demeyi öğrenmeyen çocuk ve gençler yaşamları boyunca başarısız olurlar.
Çoğunluğu ‘’hayır’’ demeyi öğrenmeyen, bunu alışkanlık haline getirmeyen toplumlarda diktatörlerin gölgesinde yaşama zulmüne gönüllüce rıza gösterirler.
İşte İslam coğrafyasının en büyük belası diktatörlere teslim olmuş biatçı topluluklar olarak ‘’hayır’’ diyememesidir.
Bu konudaki genel düşüncemi ortaya koyduktan sonra, gelelim 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan ve Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kökünden yıkıp, diktatörlük nizamına götürecek olan tek kişiye biatçılığı getirecek olan despotçu anayasa oylamasına.
Şimdi şu soruları soruyorum sizlere.
Akıl ve bilimi kullananların tenzih ederek diyorum ki, millet olarak bizde ‘’hayır’’ demeyi bilmeyen biatçı ‘’evet’’kültürüne sahip devasa kitleler olmasaydı Türkiye’de aşağıda sıraladıklarımı olabilir miydi?
17/25 Aralık hırsızlık ve yolsuzluk olayları olabilir miydi?
Parmağındaki evlilik yüzüğünden başka serveti olmayanlar kısa sürede dünya zenginler skalasında başa oynayabilir miydi?
Bir kısım yöneticilerin çocukları kısa sürede gemiciklerin, villaların, düzinelece iş yerlerinin sahipleri olabilir miydi?
Bir kısım yöneticiler Anayasamızı, cezası çok ağır olmasına rağmen çiğneyebilir miydi?
Yunanistan 18 adamızı işgal edebilir miydi?
Kıbrıs’ı gözden çıkarabilirler miydi Rumlara teslim hususunda.
Beş milyon Suriyeli krallar gibi sırtımızda kan emici konakçı gibi lüks içinde yaşarken Türk askeri onların yerine vatanlarını kurtarmak için Suriye’de savaşıp canlarını verir miydi?
Türk milletine yutturmak için barış süreci dedikleri ihanet süreci ile koskoca Türk devletini PKK teröristleri ile toprak ve özerklik vermek üzere anlaşma masasına oturtabilirler miydi?
Beş milyon Suriyeli vatanımızı savaşsız olarak Araplara işgal ettirmektir ki, sırf bu neden bile referandumda ‘’hayır’’dememizi gerektiriyordu, çünkü sonuç bizim isteğimiz doğrultusunda çıktığı takdir de bin yıldır sırtımızdan inmeyen bu Arapları damperli kamyonlarla Suriye’ye boşaltacaktık, aksi ‘’evet’’ çıktı ve en kısa sürede bir beş milyon Arap çomarı gelerek, sayıları on milyona çıkacak ve süreç içinde Anadolu’da Türklük yok olacak ki, bugünkü iktidarın en temel politikası da budur.
Yukarıda birkaç örneğini verdiğim binlerce versiyonu vardır ve bunların bir kalemde silinmesi gerekirdi.
Bunun yolu da referandumda ‘’hayır’’ demekten geçiyordu.
Biz vatanseverler olarak bu kutsal ‘’hayır’’ ile on beş yıllık ağır cürümlerin hesabını yargı yoluyla soracaktık.
Zaten bunlarda bu hesabın bir gün vatanseverler tarafından sorulacağını tahmin ettikleri için parlamentonun sembolik görünümü dışında tamamen feshedildiği despotik tek adam diktasına dayalı biatçı sistemi getiriyorlar ki, ilerde kimse onlara hesap sormasın.
Şunu unutmayalım ki, yapılan anketlerde ‘’hayır’’ oyu öndeydi ama bu herifler psikolojik savaş yoluyla biatçı‘’evet’’ oylarını önde gösteriyorlar ve yaptıkları mitinglere Suriyeli yüz binleri vasıtalarla meydanlara taşıyorlar.
Başkanın emriyle-bu başkan her kimse-vatanseverler, aydınlar, gazeteciler ve ülkesine yararlı olmak isteyen vatandaşlar kitleler halinde hapishanelere tıkılacak, hiç kimsenin özgürce yaşama hakkı olmayacaktır.
İstediği herkesi işinden atacak, malına mülküne el koyacaktır, hatta daha çok Suriyeli veya başka bölgelerin çopur Araplarını topraklarımıza milyonlarcasını yerleştirmek için milyonlarca Türk evladını vatandaşlıktan çeşitli bahanelerle atacaktır.
Bunun zaman zaman dillendirildiğini biliyoruz ama işi sağlama almak için iştahlarını ‘’evet’’ çıkacak referandum sonrasına erteliyorlardı.
Bu yazının felsefesine uygun olarak söylemeliyim ki, bir diktatörün gösterdiği teklif akıl ve bilim kurallarına uygun olsa bile aydın insanlar yine de diktatoryal beladan kurtulmak ve aldanmamak üzere işi zamana bırakarak‘’hayır’’ demeli ve kurtuluşa ermeliydiler.
Kurtuluşumuz ‘’hayır’’daydı.
Çünkü ülkemizi beladan belaya sürükleyen bu iktidarın tepemizden inişi çıkacak ‘’hayır’’ patlamasıyla çok hızlı olacaktı.!
Ancak ne yazık ki Türkiye biatçı bir kültürü tercih etti.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN