Çanakkale Haber

Puna GÜLEÇÖZ
Köşe Yazarı
Puna GÜLEÇÖZ
 

Orta Doğu’da din üzerinden beklenilen savaş teorisi su savaşına mı evrilecek?

Devletler, çıkarları gereği, doğal ve stratejik kaynaklar için rekabet ederler. Su, doğal kaynaklar içinde yaşamsal ve ekonomik değeri nedeniyle, çok önemli bir stratejik kaynaktır. Bu nedenle, devletler su için de çatışabilir ve bu çatışma, silahlı çatışmaya da dönüşebilir. Dünya’nın sahne olduğu iki büyük savaş enerji, ham madde ve emperyalizm yarışından kaynaklandı, 3. Dünya Savaşı ise su paylaşımındaki krizden çıkacak.” Günden güne hızla yayılan bu komplo teorisi hemen herkesin kulağına çalınmıştır. Peki, bu komplo teorisinin gerçekleşme olasılığı da yaygınlığı kadar geçerli bir durum mu? Son yüzyıldır onlarca savaşa sahne olmuş Ortadoğu ülkeleri, yarı kurak bir bölge olmasından dolayı su meselesinde de sorunun odak noktası durumundadır. Bu coğrafyayı asırlardır sulayan Fırat, Dicle ve Ürdün Nehirleri, kıyıdaş ülkeler arasında sorunlar yaratmış, kimi zaman ülkeleri savaşa sürükleyen nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortadoğu’da kimi zaman kıyıdaşların işbirliği ile çözümlenmiş, kimi zaman çatışmalarına yol açmış su kaynakları gün geçtikçe azalmakta ve bu azalma bölge üzerinde birçok savaş senaryosu üretilmesine yol açmaktadır. İRAN DA SU KRİZİ GÜVENLİK MESELESİNE DÖNÜŞEBİLİR Mİ? Dünya Kaynaklar Enstitüsü, iklim değişikliği nedeniyle su sıkıntısının önümüzdeki 20 yılda dünya çapında artacağını öngörüyor. İran dâhil Orta Doğu’nun çoğu bölgesinde yüksek riskli su sıkıntısı bekleniyor. Sri Lanka merkezli Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsü geçen yıl bu durumu şöyle değerlendirmişti: “Ülkedeki nüfusun ve ekonomik üretimin yüzde 90’dan fazlası su stresinin yüksek veya çok yüksek olduğu bölgelerde. Bu, yüzde olarak dünya ortalamasının iki üç katını, rakam olarak ise Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri arasında risk altında olan en yüksek insan sayısını ve en büyük üretim miktarını ifade ediyor.” İran dünyadaki tatlı su kaynaklarının sadece yüzde 0,3’üne sahipken dünya nüfusunun yüzde 1’ini barındırıyor. Uzmanlar ülkenin yenilenebilir su kaynaklarını yaklaşık 110 milyon metreküp olarak hesaplıyor, bazıları ise bu rakamın ancak 88 milyon metreküp olduğunu söylüyor. Uzmanlara göre Optimal durum yenilenebilir su kaynaklarının yüzde 40 oranında tüketilmesi. Oysa İran’da sadece geçen yıl bu oran yüzde 90’ı bulmuştu. Su kaynaklarının aşırı tüketimi İran’da yeni bir şey değil, yıllardır devam ediyor. Bunun başlıca nedenleri ekonomik kalkınma ve hızlı nüfus artışı. Suyun Allah vergisi bir nimet olduğu anlayışı İran’da oldukça yaygın ve bu da aşırı tüketime yol açıyor. Artan nüfusun daha çok su tüketmesine karşın yenilenebilir su kaynakları aynı miktarda kalıyor. Ülkedeki tatlı suların yüzde 92’sini kullanan tarım sektörü aşırı su tüketiminin başlıca sorumlusu olarak görülüyor. İran'da kullanılan geleneksel sulama sistemleri yüksek bir su kaybına yol açıyor, çiftçilerin ne kadar su kullandığı ise neredeyse hiç denetlenmiyor. Tarımda suyu verimli kullanma oranı yüzde 30 seviyesinde ki bu, dünya ortalamasının yaklaşık yarısına tekabül ediyor. Nüfus artışı, tarımdaki verimsiz su kullanımı ve kurak bölgelerde su tüketen sanayilerin kurulmasıyla oluşan durum mevcut su sıkıntısının asıl sebebi olarak görülen bir başka etmenle daha da kötüye gitti. Bu etmen kaynakların uzun zamandır kötü yönetilmesi. Uzmanlar su krizinin 50 yıl önce başladığını, son 20 yılda ise kötü yönetim nedeniyle derinleştiğini söylüyor. Uzmanlara göre yöneticiler ilk başlarda İran’ın kısıtlı su kaynaklarına sahip olduğu gerçeğini göz ardı ettiler ve uyguladıkları politikaların uzun vadeli sonuçlarını hesaba katmadılar. Bu politikalar kapsamında ülke çapında inşa edilen barajlar su kaynaklarının coğrafyasını değiştirdi ve Urmiye’deki tuz gölü gibi sulak alanların küçülmesine yol açtı. Ayrıca 1979 İslam Devrimi’nden sonra İran’ın kendi kendini besleyen bir ülke olması hedeflendi ve bu yöndeki çabaların yoğunlaşmasıyla ülkenin tarıma olan bağımlılığı arttı. Örneğin buğday üretiminde kendi kendine yeterliliğe ulaşmak için yıllarca gayret sarf edildi ve bu da buğday ekimini artırmak için yer altından daha fazla su çekilmesine neden oldu. Su uzmanlarına göre su kaynaklarından daha uzun yararlanabilmek için İran’ın kaynakları idare biçimini değiştirmesi gerekiyor. Saldoff şöyle diyor: “Su riskini yönetebilmek için İran, su kaynakları yönetimindeki uzun tecrübesinin üstüne yeni bilgi teknolojileri ve araçlar ekleyebilir ve böylece elindeki su kaynaklarını daha iyi tespit ederek daha doğru öngörülerde bulunabilir.” Ayrıca su kayıplarını azaltmak için sulama sistemlerinin modernize edilmesi, sızdıran boruların onarılması gerekir. Saldoff bir başka öneri olarak İran’ın koruma ve verimlilik düzeyini artırmak için teşvikler oluşturabileceğini, ayrıca yağmur suyunu toplama, atık suları arıtıp yeniden kullanma, tuzlu suyu tuzdan arındırma imkânlarını değerlendirebileceğini söylüyor. Ruhani’nin iktidara geldiği ağustos 2013’ten bu yana hükümet çevresel konularda oluşturduğu programlarla bu önemlerin bazılarını hayata geçirmeye başlamış ve çeşitli eyaletlerde 14 barajın yapımını durdurmuş.Ayrıca buharlaşmayı azaltmak için yer altı su şebekeleri kurmaya odaklanmış. Hükümet ayrıca modern sulama sistemleri ithal etmiş, çiftçilere su sayacı kullanma mecburiyeti getirmiş ve yeni su isale hatları için ruhsat vermeyi durdurmuş. Bunun yanı sıra yüzlerce kaçak su kuyusu kapatılmışı, hem kırsalda hem sanayide yeni arıtma tesisleri yapılmış, çiftçiler ise safran ve çamfıstığı gibi daha az su tüketen mahsuller ekmeye teşvik edilmişler. Bu arada su tüketimini azaltmaya dönük teknik çalışmaları hızlandırmak amacıyla cumhurbaşkanlığının bilim ve teknoloji biriminde özel bir çalışma grubu kurulmuş. Çalışma grubu sorunun çözümüne dönük 23 ayrı teknik planı değerlendirmişler. Ruhani son olarak güneydeki tuzlu suların tuzdan arındırılarak ülkenin iç kesimlerine verilmesini öngören bir özel sektör projesinden bahsetmiş. Güney’de ki Hürmüzgan eyaletini ziyaret eden Ruhani basına yaptığı açıklamada “Su sıkıntısı nedeniyle Basra Körfezi ile Umman Denizi’nin sularını tuzdan arındırmaktan başka çaremiz yok.” Demişti 2017 de. Ancak projeye olumsuz bakanlar, yüksek maliyet ve çevresel etkilere dikkat çekerek projenin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlar. Ayrıca hükümetçe alınan önlemlerin geçici çözüm olduğunu, kalıcı çözüm için daha ciddi adımlar gerektiğini söylemişler.(Yıl 2018 yönetim yine aynı şekilde uyarıda bulunuyor). 2 Mart 2017 Ulusal Su Günü’nde düzenlenen konferansın konuşmacılarından Muhammed Hüseyin Kerimipur şu uyarıda bulunmuş: “Su tüketimini önümüzdeki 5 yılda yüzde 20, önümüzdeki 15 yılda da yüzde 40 oranında azaltamazsak İran’ın istikrarı tehlikeye girer. Bu son derece zorlu bir görev olacak." 2017 de Su kıtlığı yüzünden İsfahan eyaletinde çatışmaların çıktığı bir ortamda uzmanlar sorunun şimdiden bir güvenlik meselesine dönüştüğünü, çözümsüz kalması halinde kitlesel göçlere, ciddi sosyo ekonomik ve siyasi sonuçlara yol açacağı uyarısında bulunuyorlardı.(Yıl 2018 aynı şekilde uyarmaya devam ediyorlar) Hükümet, en kaygı verici meseleler arasında saydığı su krizini çözmeye çalışırken öncelikle halka tüketimi azaltmanın, suyu korumanın ne kadar acil bir mesele olduğunu, yoksa İran’ın kısır bir çöle dönüşeceğini anlatmak zorunluluğu dahi durumu biraz kuratabilirdi,fakat yapmadılar. * Türkiye ve İran Arasında Su Savaşı İhtimali Nedir? İran yine 2017 de Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki barajların inşaatlarını durdurmaya çağırdığı Türkiye’nin su krizi sebebiyle savaşa sürüklenebileceğini söylemişti. Ancak Türkiye’nin Ortadoğu uzmanlarına göre sorun barajlardan değil, İran’ın “akıl dışı” taleplerinden kaynaklı. Olduğunu Çözümünse savaşa değil su politikası değişikliğine bağlı olduğunu söylemişlerdi. Hasan Ruhani’nin, Türkiye’yi “yıkıcı etkileri olduğunu” söylediği Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde barajların inşaatını durdurmaya çağırması Türkiye’yi Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki baraj inşaatlarından vazgeçmeye ikna etmek için İran Dışişleri Bakanlığı’na harekete geçme çağrısı yapması İran, Irak ve Suriye merkezli su tartışmalarını gündeme getirmişti. Basın açıklaması yapan İran Çevre Koruma Örgütü Halkla İlişkiler Müdürü, mevcut durumun endişe verici olduğunu kaydederek baraj inşa sürecinin diplomasi yoluyla durdurulamaması halinde ülkelerin savaşın eşiğine gelebileceğini söylediğini hatırlatmakta da fayda görüyorum. SURİYE VE IRAK TAMAMEN SUSUZ KALABİLİR Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerinde 22 barajın inşasına başlamasını ‘Irak ve Suriye’deki siyasi krizlerden yararlanmak’ diye nitelendiren İran “Fırat Nehri üzerindeki dünyanın en büyük barajlarından biri olan Atatürk Barajı, 48 milyar metreküplük hacimle İran’daki 100 baraja eş değer. Fırat üzerindeki tüm barajların hacmi 100 milyar metreküp olup, Dicle üzerinde inşa edilenler de 24 milyar metreküp hacme sahip. Eğer Türkiye, Hasankeyf’te 10.4 milyar metreküp hacmi olan Ilısu Barajı’nı inşa etmeyi de başarırsa, ciddi bir su krizi yaşanır.” İran “Fırat Nehri’ndeki suların yüzde 100’ü, Dicle’deki suların da yüzde 60’ı kesilecek ve Irak ile Suriye’ye hiçbir şey gitmeyecek. Ilısu Barajı açılınca, bu oran da yüzde 100’e çıkacak ve su krizi baş gösterecek” diye eklemişti. ASLINDA SUYU KESEN TÜRKİYE DEĞİL, İRAN Su sorununun temeli, Saddam Hüseyin’in 1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra o bölgede Amerikan işgal güçlerine destek verdiğine inandığı Şiilerin yaşam alanını tahrip etmek için Basra bataklıklarını kurutmasıyla atıldı. 1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra o bölgedeki Şiilerin Amerikan işgal güçlerine destek verdiği düşüncesiyle Saddam Hüseyin onların yaşam alanın tahrip etmek amacıyla kanallar açarak o Basra bataklıklarını kuruttu. Tabiri caizse nehirleri daralttı. Bunun sonucu olarak da tabi ki orada bir çölleşme ve yüksek miktarda toz aşınımı. Yani, oraları çölleştiren bizzat döneminin Irak yönetimi olduğu için İran’ın Türkiye’yi suçlamaması daha doğru olacaktır. Türkiye’nin hiç bir zaman su kesme gibi hamlede bulunmamasına rağmen İran’ın Karun Nehri’ndeki barajla zaman zaman suları kestiğini biliyoruz. İran, son olarak Kuzey Irak bölgesinin denetimine doğru akan Zap Nehri üzerinde barajların kapaklarını kapatarak tamamıyla suyu kesmişti Yani İran’ın bu açıklamaları yapmaktaki tek amacının sorumluluğu Irak yönetiminden atmak olduğu kanaatindeyiz.. Fırat ve Dicle nehirlerinin su potansiyellerinde yetersizlik yoktur. Bu iki nehrin su potansiyeli Türkiye, Irak ve Suriye’ye makul ölçülerde yeterlidir. Fakat özellikle Suriye ve Irak’ın akıl dışı bir takım isteklerini karşılamaya yetmez. Su sorununun savaş sebebi olarak gündeme gelmesi dahi çok doğru değil. Savaş çıkarmak istedikten sonra her sebep yeterli gibi görülecek olsa da; su sorunundan bir çatışma çıkacağı beklentisi iklim ve ekolojik duruma göre değişebilir. Çok daha düşük maliyetlerle etkin su kullanımıyla birçok sorunun çözülebileceği dünyada pek çok örnekler vardır. Çünkü savaş çok maliyetli bir iştir,su sorunu kısılarak çözülebilir. Su genellikle arz yönlü yönetilmeye çalışılmakta fakat esasında talep yönüyle yönetilmesi lazım. Talebin kısılması lazım. Bunun temel yolu da tarımsal sulamanın, ki dünya ortalaması yüzde 70 civarındadır, tarımsal sulamanın etkin bir hale getirilmesinden geçer. Açık, betonla kaplanmamış, birincil ve ikincil kanalların mevcudiyeti suyun kaynaktan tarlaya ulaşımına engelleyen şeylerdir yani. Yüz birim kaynaktan su aldığınızda; Irak’ta bunun ancak yüzde 10’u 20’si kadarı tarlaya ulaşabiliyor, suyun gerisi kaybediliyor. Bu durumda su tabii ki yetersiz kalacaktır. Türkiye, 1987 protokolüyle Türkiye Fırat Nehri’nden oldukça yüksek miktarda suyu Suriye ve Irak’a bırakmakta. Türkiye’nin su sorununu çıkmaza sürüklemek gibi bir amacı olsaydı zaten bu protokolü de imzalamazdı. Fakat Su kaynakları bakımından da kontrolün elimizde olduğunu ülkeler asla unutmamalılar./PUNA GÜLEÇÖZ.
Ekleme Tarihi: 13 Temmuz 2018 - Cuma
Puna GÜLEÇÖZ

Orta Doğu’da din üzerinden beklenilen savaş teorisi su savaşına mı evrilecek?

Devletler, çıkarları gereği, doğal ve stratejik kaynaklar için rekabet ederler. Su, doğal kaynaklar içinde yaşamsal ve ekonomik değeri nedeniyle, çok önemli bir stratejik kaynaktır. Bu nedenle, devletler su için de çatışabilir ve bu çatışma, silahlı çatışmaya da dönüşebilir. Dünya’nın sahne olduğu iki büyük savaş enerji, ham madde ve emperyalizm yarışından kaynaklandı, 3. Dünya Savaşı ise su paylaşımındaki krizden çıkacak.” Günden güne hızla yayılan bu komplo teorisi hemen herkesin kulağına çalınmıştır. Peki, bu komplo teorisinin gerçekleşme olasılığı da yaygınlığı kadar geçerli bir durum mu? Son yüzyıldır onlarca savaşa sahne olmuş Ortadoğu ülkeleri, yarı kurak bir bölge olmasından dolayı su meselesinde de sorunun odak noktası durumundadır. Bu coğrafyayı asırlardır sulayan Fırat, Dicle ve Ürdün Nehirleri, kıyıdaş ülkeler arasında sorunlar yaratmış, kimi zaman ülkeleri savaşa sürükleyen nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortadoğu’da kimi zaman kıyıdaşların işbirliği ile çözümlenmiş, kimi zaman çatışmalarına yol açmış su kaynakları gün geçtikçe azalmakta ve bu azalma bölge üzerinde birçok savaş senaryosu üretilmesine yol açmaktadır.

İRAN DA SU KRİZİ GÜVENLİK MESELESİNE DÖNÜŞEBİLİR Mİ?

Dünya Kaynaklar Enstitüsü, iklim değişikliği nedeniyle su sıkıntısının önümüzdeki 20 yılda dünya çapında artacağını öngörüyor. İran dâhil Orta Doğu’nun çoğu bölgesinde yüksek riskli su sıkıntısı bekleniyor. Sri Lanka merkezli Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsü geçen yıl bu durumu şöyle değerlendirmişti: “Ülkedeki nüfusun ve ekonomik üretimin yüzde 90’dan fazlası su stresinin yüksek veya çok yüksek olduğu bölgelerde. Bu, yüzde olarak dünya ortalamasının iki üç katını, rakam olarak ise Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri arasında risk altında olan en yüksek insan sayısını ve en büyük üretim miktarını ifade ediyor.” İran dünyadaki tatlı su kaynaklarının sadece yüzde 0,3’üne sahipken dünya nüfusunun yüzde 1’ini barındırıyor. Uzmanlar ülkenin yenilenebilir su kaynaklarını yaklaşık 110 milyon metreküp olarak hesaplıyor, bazıları ise bu rakamın ancak 88 milyon metreküp olduğunu söylüyor. Uzmanlara göre Optimal durum yenilenebilir su kaynaklarının yüzde 40 oranında tüketilmesi. Oysa İran’da sadece geçen yıl bu oran yüzde 90’ı bulmuştu.

Su kaynaklarının aşırı tüketimi İran’da yeni bir şey değil, yıllardır devam ediyor. Bunun başlıca nedenleri ekonomik kalkınma ve hızlı nüfus artışı. Suyun Allah vergisi bir nimet olduğu anlayışı İran’da oldukça yaygın ve bu da aşırı tüketime yol açıyor.

Artan nüfusun daha çok su tüketmesine karşın yenilenebilir su kaynakları aynı miktarda kalıyor. Ülkedeki tatlı suların yüzde 92’sini kullanan tarım sektörü aşırı su tüketiminin başlıca sorumlusu olarak görülüyor. İran'da kullanılan geleneksel sulama sistemleri yüksek bir su kaybına yol açıyor, çiftçilerin ne kadar su kullandığı ise neredeyse hiç denetlenmiyor. Tarımda suyu verimli kullanma oranı yüzde 30 seviyesinde ki bu, dünya ortalamasının yaklaşık yarısına tekabül ediyor.

Nüfus artışı, tarımdaki verimsiz su kullanımı ve kurak bölgelerde su tüketen sanayilerin kurulmasıyla oluşan durum mevcut su sıkıntısının asıl sebebi olarak görülen bir başka etmenle daha da kötüye gitti. Bu etmen kaynakların uzun zamandır kötü yönetilmesi. Uzmanlar su krizinin 50 yıl önce başladığını, son 20 yılda ise kötü yönetim nedeniyle derinleştiğini söylüyor. Uzmanlara göre yöneticiler ilk başlarda İran’ın kısıtlı su kaynaklarına sahip olduğu gerçeğini göz ardı ettiler ve uyguladıkları politikaların uzun vadeli sonuçlarını hesaba katmadılar. Bu politikalar kapsamında ülke çapında inşa edilen barajlar su kaynaklarının coğrafyasını değiştirdi ve Urmiye’deki tuz gölü gibi sulak alanların küçülmesine yol açtı.

Ayrıca 1979 İslam Devrimi’nden sonra İran’ın kendi kendini besleyen bir ülke olması hedeflendi ve bu yöndeki çabaların yoğunlaşmasıyla ülkenin tarıma olan bağımlılığı arttı. Örneğin buğday üretiminde kendi kendine yeterliliğe ulaşmak için yıllarca gayret sarf edildi ve bu da buğday ekimini artırmak için yer altından daha fazla su çekilmesine neden oldu.

Su uzmanlarına göre su kaynaklarından daha uzun yararlanabilmek için İran’ın kaynakları idare biçimini değiştirmesi gerekiyor.

Saldoff şöyle diyor: “Su riskini yönetebilmek için İran, su kaynakları yönetimindeki uzun tecrübesinin üstüne yeni bilgi teknolojileri ve araçlar ekleyebilir ve böylece elindeki su kaynaklarını daha iyi tespit ederek daha doğru öngörülerde bulunabilir.” Ayrıca su kayıplarını azaltmak için sulama sistemlerinin modernize edilmesi, sızdıran boruların onarılması gerekir.

Saldoff bir başka öneri olarak İran’ın koruma ve verimlilik düzeyini artırmak için teşvikler oluşturabileceğini, ayrıca yağmur suyunu toplama, atık suları arıtıp yeniden kullanma, tuzlu suyu tuzdan arındırma imkânlarını değerlendirebileceğini söylüyor.

Ruhani’nin iktidara geldiği ağustos 2013’ten bu yana hükümet çevresel konularda oluşturduğu programlarla bu önemlerin bazılarını hayata geçirmeye başlamış ve çeşitli eyaletlerde 14 barajın yapımını durdurmuş.Ayrıca buharlaşmayı azaltmak için yer altı su şebekeleri kurmaya odaklanmış. Hükümet ayrıca modern sulama sistemleri ithal etmiş, çiftçilere su sayacı kullanma mecburiyeti getirmiş ve yeni su isale hatları için ruhsat vermeyi durdurmuş. Bunun yanı sıra yüzlerce kaçak su kuyusu kapatılmışı, hem kırsalda hem sanayide yeni arıtma tesisleri yapılmış, çiftçiler ise safran ve çamfıstığı gibi daha az su tüketen mahsuller ekmeye teşvik edilmişler.

Bu arada su tüketimini azaltmaya dönük teknik çalışmaları hızlandırmak amacıyla cumhurbaşkanlığının bilim ve teknoloji biriminde özel bir çalışma grubu kurulmuş. Çalışma grubu sorunun çözümüne dönük 23 ayrı teknik planı değerlendirmişler.

Ruhani son olarak güneydeki tuzlu suların tuzdan arındırılarak ülkenin iç kesimlerine verilmesini öngören bir özel sektör projesinden bahsetmiş. Güney’de ki Hürmüzgan eyaletini ziyaret eden Ruhani basına yaptığı açıklamada “Su sıkıntısı nedeniyle Basra Körfezi ile Umman Denizi’nin sularını tuzdan arındırmaktan başka çaremiz yok.” Demişti 2017 de. Ancak projeye olumsuz bakanlar, yüksek maliyet ve çevresel etkilere dikkat çekerek projenin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlar. Ayrıca hükümetçe alınan önlemlerin geçici çözüm olduğunu, kalıcı çözüm için daha ciddi adımlar gerektiğini söylemişler.(Yıl 2018 yönetim yine aynı şekilde uyarıda bulunuyor). 2 Mart 2017 Ulusal Su Günü’nde düzenlenen konferansın konuşmacılarından Muhammed Hüseyin Kerimipur şu uyarıda bulunmuş: “Su tüketimini önümüzdeki 5 yılda yüzde 20, önümüzdeki 15 yılda da yüzde 40 oranında azaltamazsak İran’ın istikrarı tehlikeye girer. Bu son derece zorlu bir görev olacak." 2017 de Su kıtlığı yüzünden İsfahan eyaletinde çatışmaların çıktığı bir ortamda uzmanlar sorunun şimdiden bir güvenlik meselesine dönüştüğünü, çözümsüz kalması halinde kitlesel göçlere, ciddi sosyo ekonomik ve siyasi sonuçlara yol açacağı uyarısında bulunuyorlardı.(Yıl 2018 aynı şekilde uyarmaya devam ediyorlar) Hükümet, en kaygı verici meseleler arasında saydığı su krizini çözmeye çalışırken öncelikle halka tüketimi azaltmanın, suyu korumanın ne kadar acil bir mesele olduğunu, yoksa İran’ın kısır bir çöle dönüşeceğini anlatmak zorunluluğu dahi durumu biraz kuratabilirdi,fakat yapmadılar.

* Türkiye ve İran Arasında Su Savaşı İhtimali Nedir?

İran yine 2017 de Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki barajların inşaatlarını durdurmaya çağırdığı Türkiye’nin su krizi sebebiyle savaşa sürüklenebileceğini söylemişti. Ancak Türkiye’nin Ortadoğu uzmanlarına göre sorun barajlardan değil, İran’ın “akıl dışı” taleplerinden kaynaklı. Olduğunu Çözümünse savaşa değil su politikası değişikliğine bağlı olduğunu söylemişlerdi.

Hasan Ruhani’nin, Türkiye’yi “yıkıcı etkileri olduğunu” söylediği Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde barajların inşaatını durdurmaya çağırması Türkiye’yi Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki baraj inşaatlarından vazgeçmeye ikna etmek için İran Dışişleri Bakanlığı’na harekete geçme çağrısı yapması İran, Irak ve Suriye merkezli su tartışmalarını gündeme getirmişti.

Basın açıklaması yapan İran Çevre Koruma Örgütü Halkla İlişkiler Müdürü, mevcut durumun endişe verici olduğunu kaydederek baraj inşa sürecinin diplomasi yoluyla durdurulamaması halinde ülkelerin savaşın eşiğine gelebileceğini söylediğini hatırlatmakta da fayda görüyorum.

SURİYE VE IRAK TAMAMEN SUSUZ KALABİLİR

Türkiye’nin Fırat ve Dicle üzerinde 22 barajın inşasına başlamasını ‘Irak ve Suriye’deki siyasi krizlerden yararlanmak’ diye nitelendiren İran “Fırat Nehri üzerindeki dünyanın en büyük barajlarından biri olan Atatürk Barajı, 48 milyar metreküplük hacimle İran’daki 100 baraja eş değer. Fırat üzerindeki tüm barajların hacmi 100 milyar metreküp olup, Dicle üzerinde inşa edilenler de 24 milyar metreküp hacme sahip. Eğer Türkiye, Hasankeyf’te 10.4 milyar metreküp hacmi olan Ilısu Barajı’nı inşa etmeyi de başarırsa, ciddi bir su krizi yaşanır.”

İran “Fırat Nehri’ndeki suların yüzde 100’ü, Dicle’deki suların da yüzde 60’ı kesilecek ve Irak ile Suriye’ye hiçbir şey gitmeyecek. Ilısu Barajı açılınca, bu oran da yüzde 100’e çıkacak ve su krizi baş gösterecek” diye eklemişti.

ASLINDA SUYU KESEN TÜRKİYE DEĞİL, İRAN

Su sorununun temeli, Saddam Hüseyin’in 1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra o bölgede Amerikan işgal güçlerine destek verdiğine inandığı Şiilerin yaşam alanını tahrip etmek için Basra bataklıklarını kurutmasıyla atıldı. 1991’deki Körfez Savaşı’ndan sonra o bölgedeki Şiilerin Amerikan işgal güçlerine destek verdiği düşüncesiyle Saddam Hüseyin onların yaşam alanın tahrip etmek amacıyla kanallar açarak o Basra bataklıklarını kuruttu. Tabiri caizse nehirleri daralttı. Bunun sonucu olarak da tabi ki orada bir çölleşme ve yüksek miktarda toz aşınımı. Yani, oraları çölleştiren bizzat döneminin Irak yönetimi olduğu için İran’ın Türkiye’yi suçlamaması daha doğru olacaktır.

Türkiye’nin hiç bir zaman su kesme gibi hamlede bulunmamasına rağmen İran’ın Karun Nehri’ndeki barajla zaman zaman suları kestiğini biliyoruz. İran, son olarak Kuzey Irak bölgesinin denetimine doğru akan Zap Nehri üzerinde barajların kapaklarını kapatarak tamamıyla suyu kesmişti Yani İran’ın bu açıklamaları yapmaktaki tek amacının sorumluluğu Irak yönetiminden atmak olduğu kanaatindeyiz..

Fırat ve Dicle nehirlerinin su potansiyellerinde yetersizlik yoktur. Bu iki nehrin su potansiyeli Türkiye, Irak ve Suriye’ye makul ölçülerde yeterlidir. Fakat özellikle Suriye ve Irak’ın akıl dışı bir takım isteklerini karşılamaya yetmez. Su sorununun savaş sebebi olarak gündeme gelmesi dahi çok doğru değil. Savaş çıkarmak istedikten sonra her sebep yeterli gibi görülecek olsa da; su sorunundan bir çatışma çıkacağı beklentisi iklim ve ekolojik duruma göre değişebilir. Çok daha düşük maliyetlerle etkin su kullanımıyla birçok sorunun çözülebileceği dünyada pek çok örnekler vardır. Çünkü savaş çok maliyetli bir iştir,su sorunu kısılarak çözülebilir. Su genellikle arz yönlü yönetilmeye çalışılmakta fakat esasında talep yönüyle yönetilmesi lazım. Talebin kısılması lazım. Bunun temel yolu da tarımsal sulamanın, ki dünya ortalaması yüzde 70 civarındadır, tarımsal sulamanın etkin bir hale getirilmesinden geçer. Açık, betonla kaplanmamış, birincil ve ikincil kanalların mevcudiyeti suyun kaynaktan tarlaya ulaşımına engelleyen şeylerdir yani. Yüz birim kaynaktan su aldığınızda; Irak’ta bunun ancak yüzde 10’u 20’si kadarı tarlaya ulaşabiliyor, suyun gerisi kaybediliyor. Bu durumda su tabii ki yetersiz kalacaktır. Türkiye, 1987 protokolüyle Türkiye Fırat Nehri’nden oldukça yüksek miktarda suyu Suriye ve Irak’a bırakmakta. Türkiye’nin su sorununu çıkmaza sürüklemek gibi bir amacı olsaydı zaten bu protokolü de imzalamazdı. Fakat Su kaynakları bakımından da kontrolün elimizde olduğunu ülkeler asla unutmamalılar./PUNA GÜLEÇÖZ.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

07
Eylül
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.