Çanakkale Haber

Dr. İzzet Akın TÜTÜNCÜLER
Köşe Yazarı
Dr. İzzet Akın TÜTÜNCÜLER
 

Kahvehane

Yağmur , dükkanın kapısından çıkan nargile dumanlarının arasından düşüyordu. Yok yok gençlerin oturduğu nargile kafelerden biri değildi burası. İçilen tütünler de meyve  aromalı, hafif tatlı tütünler değil has tömbekiydi.    Dükkandan içeri girmeden  yaşı halin geçkin müşterilerin adeta ölümden saklanmak için buraya geldiklerini düşündüm.  Attığım ilk adımla ben de onların arasına karıştım. Bu ağır koku, bu yaşlanmış ve dingin bekleyiş, umutsuz ama pes etmemiş adamları seviyordum. Gençliğin kafaya önemsiz şeyleri çok takarak geçen yıllarına inat,  bu yaşlar ciddi şeyleri bir taraftan kafaya çok takarken bir taraftan çaresizce izlemek zorunda oluşun yaşlarıydı.   Elektriğin her an kesilebileceği,  ışıkların ansızın kapanabileceğine  kanaat getirdiğiniz yaşlar. Yani teşbihte hata olmaz;  zamanın ellerinizi ayaklarınızı bağlamışken, ömür  çilelerinin sizi  ha bire tekmelediği yaşlar.  Herkesin hayata direnişi farklıdır. Herkese bir idam mangası askerin suratına gülerek ya da onlara küfrederek ölmek nasip olmuyordu.                  Böyle dirençli amcaların oturup demlendiği bu mekanda  dışarıyı direk gören bir masaya oturdum. Önce fazla gelen tömbeki kokusuna çabucak alıştım. Küflü bir ılıklık yüzüme vurdu içeride.  Çaydanlık, demlik çay tabağı sesleri masalardaki oyun için serilen yoğun halımsı dokudan emildiği için garip bir akustik vardı kıraathanede. "Yazınsal okuma süreçleri" diye bit kitaba başlamıştım. Bir alaylı, durumuyla ne kadar övünse de neler olup bittiğinden haberdar olabilmek adına akademik her şeye de vakıf olmalı ama sonunda laf arasında alaylı olduğu halde bunları bilmesiyle de böbürlenmeliydi. Böylece üzerine daha büyülü bir pelerin sarabilir, bu pelerinin yetenekten örüldüğüne herkesi inandırabilirdi. Kitabı açıp da oturunca buralarda pek görülmesine  alışkın olmayan  bir şey olduğumu garsonun anormal saygısından anladım. Böyle olurdu.  Daha önce takıldığım  bir iki mekana art arda gidince de böyle olmuştu. Önce inanılmaz bir saygı ve ilgi, sonra tanıdıkça samimiyet arttıkça benim onlara insan oldukları için değer verdiğimi anlamamaları;  kendini bir şey sanmaları ve en sonunda çay siparişini adeta yalvartmadan getirmemelerinin  ardından o mekana bir daha gitmemem. Evet her mekanda sıra böyle olurdu ve şaşmazdı. Aslında " hoş geldiniz hocam" safhasında aldanmayıp o mekandan ayağımı yavaşça kesmem gerekirdi. Ya da resmi bir tavır çizmeliydim. Belki ikisi de bana göre değildi, belki de insanların iç yüzünü görebilmek için bu durumu yaşamaktan bir oyun oynarcasına keyif alıyordum. Burada da öyle olacaktı. Gazetelere köşe yazıları yazan buradaki çayın  şekeriyle  doymaya çalışan biri olduğumu anladıklarında  bu durumu benim mütevazi tavırlarımla da  birleştirince saygı dolu "hocamları"  "Bekle bi saniye  ya" şeklinde vurgulanan hocamlara dönecekti.                       Yağmuru cam arkasından ve tepenizde sizi koruyan bir çatı altından (illa ev içi şartım yoktur) izlemek ve üstelik bu kokuyu duymak( canlı çiçek buketlerine çiçekçilerin abartılı kokular sıkması gibiydi burası; tömbekiyle kokulandırılmış yaşlıların gerçekliği daha da vurgulanıyordu sanki ).  "Ne alırsınız hocam" (Kel gözlüklü, kitap okuyan birine hocam demek gerekirdi hepsi başta böyle yapardı.  Beyefendi fazla restaurantvari,  arkadaşlarsa  kafe stiliydi) "Çay canım" dedim bu garson çocukların canım cicimli konusmalardan hoşlanmadığını adım gibi biliyordum. Kıraathanenin tam olarak da kelime manasını yaşadığım halde içeridekilerce de yadırgandığımı fark ettim. Çayım geldiği sırada anlatım teknikleri konusunda güzel şeyler öğreniyordum. 80 yaşlarında zor yürüyen bir amca ve yanında 85 yaşlarında bir diğeri arkamdaki masaya geçti. Dükkan sahibi olduğu anlaşılan adam onlara hoş geldin dedikten sonra 85 yaşlarında olanı masadan kaldırıp kızgınca benim duyabildiğim bir sesle  "Bak Basri'ye söyle böyle oyundan pat diye kalkacaksa gelmesin bir daha keyfi kalmıyor bu işin saygısızlık oluyor, diğerleri sizden sonra çok bozuk attı bana" dedi.  Sonra bana gelip." Bişey ister misin?" dedi.  "Ihlamur." " ada çayı var." " Olur." 80 ve 85 yaşlarındaki iki adam arka masamda resmen bağırarak konuşmaya başladı.  "Okudun mu bugünkü yazısını  Yılmaz Özdil'in"  "Pehh kaçar mı okudum tabi. Ne yazmış" "Şehit olan teğmeni anlatmış Türkiye ağladı ya."  "He bugününkini okumadım." " Al oku  çay içiyoz demi"  "Evet ver okıyım."( O çay işareti yaparken) Bu konuşmaların hemen ardından hepimizin çayları geldi ve yaş sırasına göre masalara dağılınca en son servis alan ben oldum. Sonra gene 85 yaşlarında bir başka amca da bu masaya selam vererek geldi oturdu. Çay işareti yaptı. "Basri gel hoş geldin" "hoş bulduk, hoş bulduk"   Gideyim ben de  gazete alayım bakayım Yılmaz Özdil ne yazmış gene bakalım. Radikal de alacam orada da çok iyi yazarlar var, Bi şey istiyonuz mu?" "Yok yok Radikal de alacaksan tamam daha ne olsun"   Ben çayımı bitirdikten sonra kalktım amca daha gelememişti ve çayı soğumuştu....
Ekleme Tarihi: 04 Mart 2016 - Cuma
Dr. İzzet Akın TÜTÜNCÜLER

Kahvehane

Yağmur , dükkanın kapısından çıkan nargile dumanlarının arasından düşüyordu. Yok yok gençlerin oturduğu nargile kafelerden biri değildi burası. İçilen tütünler de meyve  aromalı, hafif tatlı tütünler değil has tömbekiydi.    Dükkandan içeri girmeden  yaşı halin geçkin müşterilerin adeta ölümden saklanmak için buraya geldiklerini düşündüm.  Attığım ilk adımla ben de onların arasına karıştım. Bu ağır koku, bu yaşlanmış ve dingin bekleyiş, umutsuz ama pes etmemiş adamları seviyordum. Gençliğin kafaya önemsiz şeyleri çok takarak geçen yıllarına inat,  bu yaşlar ciddi şeyleri bir taraftan kafaya çok takarken bir taraftan çaresizce izlemek zorunda oluşun yaşlarıydı.   Elektriğin her an kesilebileceği,  ışıkların ansızın kapanabileceğine  kanaat getirdiğiniz yaşlar. Yani teşbihte hata olmaz;  zamanın ellerinizi ayaklarınızı bağlamışken, ömür  çilelerinin sizi  ha bire tekmelediği yaşlar.  Herkesin hayata direnişi farklıdır. Herkese bir idam mangası askerin suratına gülerek ya da onlara küfrederek ölmek nasip olmuyordu. 

                Böyle dirençli amcaların oturup demlendiği bu mekanda  dışarıyı direk gören bir masaya oturdum. Önce fazla gelen tömbeki kokusuna çabucak alıştım. Küflü bir ılıklık yüzüme vurdu içeride.  Çaydanlık, demlik çay tabağı sesleri masalardaki oyun için serilen yoğun halımsı dokudan emildiği için garip bir akustik vardı kıraathanede. "Yazınsal okuma süreçleri" diye bit kitaba başlamıştım. Bir alaylı, durumuyla ne kadar övünse de neler olup bittiğinden haberdar olabilmek adına akademik her şeye de vakıf olmalı ama sonunda laf arasında alaylı olduğu halde bunları bilmesiyle de böbürlenmeliydi. Böylece üzerine daha büyülü bir pelerin sarabilir, bu pelerinin yetenekten örüldüğüne herkesi inandırabilirdi. Kitabı açıp da oturunca buralarda pek görülmesine  alışkın olmayan  bir şey olduğumu garsonun anormal saygısından anladım. Böyle olurdu.  Daha önce takıldığım  bir iki mekana art arda gidince de böyle olmuştu. Önce inanılmaz bir saygı ve ilgi, sonra tanıdıkça samimiyet arttıkça benim onlara insan oldukları için değer verdiğimi anlamamaları;  kendini bir şey sanmaları ve en sonunda çay siparişini adeta yalvartmadan getirmemelerinin  ardından o mekana bir daha gitmemem. Evet her mekanda sıra böyle olurdu ve şaşmazdı. Aslında " hoş geldiniz hocam" safhasında aldanmayıp o mekandan ayağımı yavaşça kesmem gerekirdi. Ya da resmi bir tavır çizmeliydim. Belki ikisi de bana göre değildi, belki de insanların iç yüzünü görebilmek için bu durumu yaşamaktan bir oyun oynarcasına keyif alıyordum. Burada da öyle olacaktı. Gazetelere köşe yazıları yazan buradaki çayın  şekeriyle  doymaya çalışan biri olduğumu anladıklarında  bu durumu benim mütevazi tavırlarımla da  birleştirince saygı dolu "hocamları"  "Bekle bi saniye  ya" şeklinde vurgulanan hocamlara dönecekti.

 

                    Yağmuru cam arkasından ve tepenizde sizi koruyan bir çatı altından (illa ev içi şartım yoktur) izlemek ve üstelik bu kokuyu duymak( canlı çiçek buketlerine çiçekçilerin abartılı kokular sıkması gibiydi burası; tömbekiyle kokulandırılmış yaşlıların gerçekliği daha da vurgulanıyordu sanki ). 

"Ne alırsınız hocam"

(Kel gözlüklü, kitap okuyan birine hocam demek gerekirdi hepsi başta böyle yapardı.  Beyefendi fazla restaurantvari,  arkadaşlarsa  kafe stiliydi)

"Çay canım" dedim bu garson çocukların canım cicimli konusmalardan hoşlanmadığını adım gibi biliyordum.

Kıraathanenin tam olarak da kelime manasını yaşadığım halde içeridekilerce de yadırgandığımı fark ettim. Çayım geldiği sırada anlatım teknikleri konusunda güzel şeyler öğreniyordum. 80 yaşlarında zor yürüyen bir amca ve yanında 85 yaşlarında bir diğeri arkamdaki masaya geçti. Dükkan sahibi olduğu anlaşılan adam onlara hoş geldin dedikten sonra 85 yaşlarında olanı masadan kaldırıp kızgınca benim duyabildiğim bir sesle 

"Bak Basri'ye söyle böyle oyundan pat diye kalkacaksa gelmesin bir daha keyfi kalmıyor bu işin saygısızlık oluyor, diğerleri sizden sonra çok bozuk attı bana" dedi.  Sonra bana gelip." Bişey ister misin?" dedi. 

"Ihlamur."

" ada çayı var."

" Olur."

80 ve 85 yaşlarındaki iki adam arka masamda resmen bağırarak konuşmaya başladı. 

"Okudun mu bugünkü yazısını  Yılmaz Özdil'in" 

"Pehh kaçar mı okudum tabi. Ne yazmış"

"Şehit olan teğmeni anlatmış Türkiye ağladı ya."

 "He bugününkini okumadım."

" Al oku  çay içiyoz demi" 

"Evet ver okıyım."( O çay işareti yaparken)

Bu konuşmaların hemen ardından hepimizin çayları geldi ve yaş sırasına göre masalara dağılınca en son servis alan ben oldum. Sonra gene 85 yaşlarında bir başka amca da bu masaya selam vererek geldi oturdu. Çay işareti yaptı.

"Basri gel hoş geldin"

"hoş bulduk, hoş bulduk"

 

Gideyim ben de  gazete alayım bakayım Yılmaz Özdil ne yazmış gene bakalım. Radikal de alacam orada da çok iyi yazarlar var, Bi şey istiyonuz mu?"

"Yok yok Radikal de alacaksan tamam daha ne olsun"

 

Ben çayımı bitirdikten sonra kalktım amca daha gelememişti ve çayı soğumuştu....

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.