PANAYIRIMIZI EKSİKSİZ YAZMAYA ÇALIŞTIK! OKUYUP EKSİKLERİ BELİRTİRSENİZ GELECEK KUŞAKLARA BİR KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ! Bir Balkan kültürümüz olan, çocukluğumuzun, gençliğimizin vazgeçilmezi panayırlar da yok oldu, bitti artık. Bir süre çocuklara ve torunlara anlatılır. 4-5 Kuşaktan sonra diğer kültür değerlerimiz gibi unutulur yok olur gider. Bir de Üniversite araştırmalarına araştırma konusu olur.
BİGA PANAYIRLARI
PANAYIRIMIZI EKSİKSİZ YAZMAYA ÇALIŞTIK!
OKUYUP EKSİKLERİ BELİRTİRSENİZ
GELECEK KUŞAKLARA BİR KATKIDA BULUNABİLİRSİNİZ!
Bir Balkan kültürümüz olan, çocukluğumuzun, gençliğimizin vazgeçilmezi panayırlar da yok oldu, bitti artık. Bir süre çocuklara ve torunlara anlatılır. 4-5 Kuşaktan sonra diğer kültür değerlerimiz gibi unutulur yok olur gider. Bir de Üniversite araştırmalarına araştırma konusu olur.
Panayırların ışıltılı dünyasına ilk adım anne-babalarla birlikte gündüz vakti atılır. Panayır yerinde başlangıçta babasının veya annesinin elini sıkıca tutan ürkek çocukları düşünün. O güne kadar sadece ip salıncakta sallanan çocukların yaşadığı şaşkınlığı siz tahmin edin. Dönen salıncaklar, atlıkarıncalar, dönme dolap ve daha niceleri…
Kısa zamanda ortama uyum sağlayan, arsızca her oyuncağa binmek isteyen, isteğini kabul ettirmek için kendini yerlere atan çocuklar…
İlk yıllarda, gündüzleri baba ve kardeş ile, biraz büyüyünce gündüzleri kardeş ile veya arkadaşları ile gidilen panayıra, biraz daha büyüyüp delikanlık başlangıcında geceleri arkadaşlar ile gidilirdi.
Panayıra genelde aç gelinirdi. Panayır gezmesinden önce nar gibi kızartılmış, oğlak çevirmesi yemeden olmazdı.
Panayırda, doğal olarak önce ilginç gelen çadırlar ziyaret edilirdi. Minik gezici hayvanat bahçeleri gibi çadırlardaki küçük kafeslerde kurt, tilki, domuz, ayı, yılanlar ve bilhassa büyük kara yılanları bulunurdu. Çok nadir de olsa bazan Fok balığı da olurdu.
Merkezkaç kuvvetini bilinmediği için motosikletlerin silindir duvarlarında yaptığı gösteri şaşkınlıkla izlenirdi. Motosikletler silindirin duvarında düşmeden dolaşırlardı. Hele finalde sürücülerin yüzlerine Türk bayrağı kapatarak motorlarını sürmeleri yok mu, bütün izleyenlerin coşkulu alkışlarına neden olurdu.
Sigara tablacıları, diğer deyimle halkacılar ayrı bir renk katardı panayıra. Bunu genellikle kadınlar yapardı. Parlak jelatinler içinde Harman, Bafra, Yenice, Gelincik, Yaka sigaraları tabla üzerinde belli aralıklarla durur, bunlar halkalara geçirilmeye çalışılırdı. Hafif ağaç halkalar, çarpmanın etkisiyle hedeften sapar, nadiren sigara kazanan çıkardı.
Unutulmayalım penaltıcıları… Kendini futbolcu sananların terbiye olduğu yer. 3 Gole bir malbora sigarası. Son dönem kaleciler bayan oldu ve toplar da neredeyse deniz topuna döndü. 1 Gole 1 malbora. Topa değmenle, top üst filelerde. Boş kaleye bile gol atmak ne mümkün.
Tombalacılar, basit hediyeler veren piyangocular dışında çakmak, sigara tablası, güzel çakılar, benzeri ürünleri tezgâhta olan çekilişçiler vardı. İyi sayılacak bir para verip zarflardan birini seçersiniz. Ama zarflarda genelikle boş veya ödenen paranın çok altında hediyeler çıkardı. Bazen de büyük ikramiye kendi adamlarına kazandırılır ve böylece müşteri kızıştırılırdı. Bilinirdi ki büyük ikramiyi kazanan adam hediyeyi el ayak çekildikten sonra geri getirecektir.
Panayır yerinin yanında hayvan pazarı da bulunuyordu. Hayvanlarını satan köylülere mal satmak isteyen esnafların kurdukları tezgâhların yanında falcılar, hokkabazlar, cambazlar, dansözler yer almakta gecikmezdi. Her şey 3-5 kuruş para içindi.
Düve veya danasını satmak üzere hayvan panayırına götürüp, satanlardan belediye bir rüsum (harç) almaktadır. Gözüne kestirdikleri köylüler ile anlaşan bazı alıcılar “istersen rüsum parası cebinde kalsın, hayvanı pazar dışına çıkar, dışarıda alalım” derler. Belediyeye vergi vermeyeyim derken tüm paradan olurdu bunlar. Alıcı anında hayvan ile birlikte yok oluverir. Çünkü aldığı para ile alış-veriş yapmak istediğinde sahte çıkıverir.
Gençlerin sıkça gittiği yerlerden biri de langırt çadırlarıydı. Oynamaktan bıkmaz ve yorulmazlardı. Çaktırmadan da tüfekçi kızlar seyredilirdi. Aynı çadırın içindeydi. Süslü esmer güzeli makyajlı kızlar cilvelerle tüfek atmaya çağırırlardı. Paralı müşteri gitmesin diye hoşça sohpetlerle samimiyet yaratmaya çalışırlardı.
Falcılar vardı, denizkızları. Çığırtkanlar sizi çadıra davet ederlerdi. Göğüsleri pullu bikiniyle örtülü belden aşağısı balık şeklinde olan balık kızlar seyredilirdi. Kimileri de fal baktırırdı. Fal sırasında paraları da kayboluverirdi.
Cambazların gösteri yaptığı büyük çadırlarda tel cambazları, trapezciler nefes kesen gösteriler yaparlardı. Boncuk unutulmayan tel cambazıydı. Poposundaki minik ampul yanıp sönerdi.
Uçan sandalyeler dediğimiz salıncaklar çok hızlı dönerdi. Bu nedenle bu ad verilmişti. Dönme anında ilk binenlerin bağırış, çağırışları gırla giderdi. Dönme dolapların önünde nışanlılar, sözlüler ve sevgililer akşamları kuyruklar oluştururdu. Panayırlar gençlere tanışma ve görüşme ortamı yaratırdı. Hatta bazan da kız kaçma olayları yaşanırdı.
Yetmişli yılların sonunda büyük çadırlarıyla fal bakan Mandrake, Şah-mat gibi hokkabazlar panayırlara gelmeye başlar. Bunlar çeşitli gösteriler yaptıktan sonra fal bakarlardı. Bu falın da ücreti oldukça yüksekti. Fal baktırmak isteyenler ücreti ödedikten sonra dileklerini bir kâğıda yazarlar, falcının yardımcısı bu kâğıtları toplar, büyükçe bir kasenin içinde seyircinin gözü önünde yakardı. Gösterinin ilerleyen aşamasında falcı elindeki çubuk ile çanaktaki küllere batırır ve dileklerimizin olup olmayacağını söylerdi.
Şimdi panayırların en merak edilen gösterisine gelelim; aç açlar. Bazen iki çadır yan yana kurulurdu. Hele geceleri tıklım tıklım olurdu. Yoğun talebi karşılamak için gündüz matineleri de yapılırdı. Seyirciler birbirini tanımazdan gelirlerdi. Panayırda dolaşanlara aç-aç çadırları cinselliği görsel açıdan sunarlardı. Müzik eşliğinde mayolu hanımlar bazen toplu olarak, bazen tek tek oryantal danslar yaparlardı. Pullu sütyenlerini çıkarır gibi yapıp seyircileri coştururlardı. Aç-aç tezahüratı belli bir noktaya gelince oynayan kadın sütyenini çıkarıp sallarken bir eliyle göğüslerini kapatırdı. Yavaş yavaş ellerini indirir, ilk defa gençler çıplak göğüs görürdü. Sonrası tezahürat artarak devam ederdi. Genellikle kadınlar açmadan içeri kaçardı. O zaman aç aç çadırında kıyamet kopardı. Seyirciyi yatıştırmak için güya çadırın patronu sahneye gelir ve “Bu kız yeni, acemi, kusura bakmayın, diğerleri açacak” der, seyirciyi yatıştırmaya çalışır, diğer kadınlar sahneye fırlayarak oynamaya başlardı… Gösteri bitiminde yasak meyveyi görenler sessizce birbirini görmezden gelip panayırın kalabalığına karışır giderlerdi.
Eğlence dışında alışveriş çadırlarıydı doluydu panayırlar. Ayakkabı, elbise satanlar bir yanda, oyuncak satanlar diğer bir yandaydı. Çömlekçiler, mutfak eşyası, ıvır zıvır satanlar, kısacası ne ararsan vardı panayır çadırlarında.
Aygaz’ın, Arçelik’in ilk piyasaya çıktığı yıllarda tanıtım tırları panayırlara gelmeye başladı. Buzdolapları, çamaşır makineleri hayranlıkla seyredilirdi.
Harçlıklar biter, gidilemeyen, alınamayan şeylere imrenerek bakar, bir sonraki panayıra denilerek evlere dönülürdü.
O ışıltılı panayırların ömrü 3-5 gün sürerdi. Sonra kurulduğu gibi ansızın kaybolup giderdi panayır. Bazen geride bir kaç günlüğüne atlıkarınca, uçan sandalyeler kalırdı. Sanki büyü bozulur panayır yeri olan Biga çınarlığı eski haline döner, sessizliğine bürünüverirdi…..
BİGA PANAYIRI (FOTOĞRAFLARLA)
Engin GÜRSU