Bu yazımızı okuyan bazılarının; "Türk'ün Peygamberi de nereden çıktı" dediklerini duyar gibiyim. Her şeye rağmen bir yaraya parmak basmak zorundayız.
Her kavme bir Peygamber gönderildiğine göre Türk Kavmine (milletine) gönderilen Peygamberi neden bilemiyoruz? Birer Türk olarak bunu bilmek bizim hakkımız değil midir? İşte bu müktesep haktan ve meraktan hareketle bu araştırmayı yapma lüzumunu gördük.
Türk denince, hemen ırkçılık damgası vuran, Arap-Fars dendiği zaman ağzının suyu akanların yanlış anlamalarına izin verilmemesi için öncelikle şu açıklamayı yapmak lüzumunu görüyoruz:
Hz. Muhammed, "Son Peygamber" olup, bütün Alemlere Rahmet olarak gönderildi.
Kainat onun hürmetine yaratıldı. Bütün İnsanlar, Cinler ve Peygamberler ondan Şefaat dileyecekler. O bütün kainatın Peygamberidir.
Diğer Peygamberler Kavim Peygamberidirler. Buna hiç birimizin itirazı yok.
Bu İman ve İnanç çerçevesi içerisinde kalarak, bu güne kadar diğer kavimlerin Peygamberlerinin bilindiğini, ancak Türk Kavmine gönderilen Peygamberin kasıtlı olarak gizlenmesi düşündürcüdür.
Şimdi Ayetlerin ışığında bu konuyu aydınlatmaya çalışalım: Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'inde; "Andolsun ki biz, Allah'a kulluk edin diye her Ümmet'e bir Peygamber gönderdik..."(Nahl s.36) buyurmaktadır.
Bir başka Ayetinde; "Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir Peygamberi memleketlerinin ana merkezine göndermedikçe, o memleketi helak edici değildir."(Nahl s.59) buyurmaktadır. Her kavme mutlaka bir Peygamber gönderildiğini bu iki Ayet-i Kerime'den anlamaktayız.
Bazı araştırmacılar, Hz. İbrahim'in babasının takma adının (Hazar Bölgesinden geldiği için) Azer olduğu, asıl adının Tarekh (Taruh) olduğu ve Tarekh, Tarıkh, Türükh'den hareketle TÜRK olduğunu ve KANTURA adında Türk bir hanımla evlendiğini beyan etmektedirler. Hz. Muhammed'in; "Kantura Oğullarına ilişmeyiniz. Mürüvvet, nimet ve saltanat onların olacak" mealinde bir de Hadisi vardır.
İbrahim tezinden hareketle, Hz. İsmail'in soyundan gelen Hz. Muhammed'in de Türk olduğu ileri sürülmektedir. Arap kaynaklarında Peygamber Efendimize ve Ailesine "Arab-ı Müstağribe" denilmektedir. Yani "Garip Arap, Yabancı Arap, sonradan Araplaşan" manalarına gelmektedir.
Yine Peyganber Efendimiz; "Ben Arabım, Arap benden değil" derken, bir bakıma "Arab-ı Müstağribe" olduğunu anlatmak istemiş olabilir. Evs ve Hazreç kabilelerinden olan Hz. Muhammed'in KURT??? (Hazreç) kabilesinden olması bir tesadüf olabilir mi?
Mısır Kralı Mukavkis, Peygamber Efendimize dört Cariye (taze genç kız) gönderir. Bu dört kızın Türk Sahabi oldukları beyan edilmektedir. ??????
Dedesi İbrahim'in geleneğine uyan Hz. Muhammed, Mariye İsimli Türk Kızı ile evlenir. Mariye'den oğlu İbrahim doğar.(Hz. Hüseyin de Türktür. Ayyıldız Yayınları????) Bu konuya başka bir araştırmada geniş yer vereceğiz.
Biz asıl konumuza gelelim:
Türk'ün Peygamberini düşünüp dururken, Arslan BULUT'un "Türklüğün Yeni Dünya Düzeni" başlıklı araştırmasını okuyunca, Türk'ün Peygamberini öğrenmiş olduk. Ayrıca millet olarak nasıl aldatıldığımızı, uyutulduğumuzu acı bir şekilde öğrenmiş olduk. Hemen Yavuz Sultan Selim'in zamanına giderek, İran ve Mısır seferleri ile bağlantı kurduk:
Yavuz Sultan Selim, İran ve Mısır'a sefer yaptığında, İran'da ŞİA Mezhebinden yaklaşık 1000, Mısır'da EŞ'ARİ Mezhebinden yaklaşık 1000 dolayında Alimi, işsiz kaldıkları gerekçesi ile Anadolu ve İstanbul Medreselerine yerleştirmiştir. Yavuz Selim'in Alimlere olan saygısından dolayı yapmış olduğu en gafilce bu hata, Osmanlı'nın sonunu hazırlamıştır.
Yavuz'un İran ve Mısır'a sefer yapmasının asıl nedeni toprak olmayıp, İslam adına İslam'a zarar veren ŞİA ve EŞ'ARİ (şimdiki Vahhabilik hopphop atmalar başladı...eş'arilikle vahhabilik arasında bağ yok) fitnesini bastırmak gayesini taşıyordu. Bir toplumu Alimler bozar, yine Alimler dizer.. Alim bozulursa Alem bozulur...
Aslında İran ve Mısır'daki Fitnenin ve sapıklığın müsebbipleri ve uygulayıcıları yine bu "Sapık Alimler" idi. O zaman İran'da, Humeyni gibi "Kadınlarla Fiil-i Livata'yı" meşru gören Sapık Mezhep İmamı Alimler mevcuttu.(Tavzihul Mesail-Tahrirul Vesile s.61-62)
Zamanın İstanbul ve Anadolu Üniversitelerinde Türk olup, AKILCILIĞA ????dayanan İmam-ı MATURİDİ'nin Ekolünün geçerli olduğu bir çağda, bu Sapık Alimlerin Medreselere yerleştirilmeleri sonucu, NAKİLCİLİĞE???? dayanan Arap ve Pers Ekolünün geçerli kılınması sonumuzu hazırlamıştır. Bu NAKİLCİLER aynı zamanda İCTİHAT KAPILARINI da kapatmışlardı. Bu dönemden sonra Osmanlı yeniliklere kapandığı için, gerilemeye başladı. Matbaa'nın 150 yıl kadar Osmanlı'ya girmesine engel olan Türk Alimler değil, İctihat Kapılarını kapatan işte bu Nakilci Sapık Alimlerdi.
Bu Sapık Alimler, Kur'an Tefsirlerimizle oynayarak Türk'ün Peygamberi ZULKARNEYN'in ??? Rum Hükümdarı İSKENDER olduğunu ileri sürdüler. Bu durumda İskender'in Mü'min olması gerekirdi. Halbuki İskender, Tahrif Edilmiş bir Din olan Hristiyanlığa inanıyordu. Yavuz'un gününden bu güne kadar hala Tefsir ve Meallerimizde ŞİA ve EŞARİ'nin tesirini görmek mümkündür. Zülkarneyn'i "Veli mi, Nebi mi" tartışmasına sokan bu Alimler, Kur'an-ı Kerim'de ismi zikredilen 28 Peygamberi, Din Dersi kitaplarımıza 25 Peygamber olarak yazdırmayı başarmışlardır. Asıl amaçları, Türk'e gönderilen Peygamberden söz ettirmemek, onu yok saymaktır. ????
Vani Mehmet Efendi eserinde "Kehf Süresinde" kıssası geçen Zülkarneyn'in, Oğuz Han olduğuna işaret etmiştir. Kur'an-ı Kerim'in El Kehf Süresi'nde 85. Ayetten, 92. Ayete kadar Zulkarneyn'nin Kıssa'sı anlatılır: "O da (batıya ulaşmak için) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş'in battığı yere(Okyanus kıyısına) vardığı zaman, Güneş'i (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu.- Sonra Zulkarneyn(doğuya doğru) bir yol tuttu.- Nihayet Güneş'in doğduğu yere (uzak doğuya) vardığı zaman Güneş'i öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onlara, Güneş'ten kendilerini koruyacak bir siper yapmamıştık.- Sonra da(güneyden kuzeye doğru üçüncü) bir yol tuttu." Diye buyurulmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de, Zulkarneyn'nin Doğuya, Batıya ve Güneyden Kuzeye üç ayrı sefer yaptığı belirtilmektedir. Oğuz Han'ın 126 yıl süren Hanlığı sırasında, Turan ve Hindistan'a, Irak, İran, Şam ve Mısır'a kadar yürüdüğü, oralara Vali tayin edip, yurduna döndüğü anlaşılmaktadır.
Bilge Kağan Kitabelerinde şöyle diyor; "Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına (kutuplarda altı ay gece, altı ay gündüz olur) kadar ülkelerde yaşayan bütün milletler hep bana bağlıdır. Bunca milleti düzene soktum. Artık karışıklık yok. Türk Kağanı Ötüken'de oldukça, ülkede düzen bozulmaz."
Yine Vani Mehmet Efendiye göre, Oğuz Han'ın kurduğu hakimiyet ve yapmış olduğu seferler, Zulkarneyn'in yapmış olduğu seferlerle çok benzerlik arzetmektedir. Bu nedenle Oğuz Han adı ile anılan Türk'ün Peygamberi'nin ZULKARNEYN ile aynı kişi olduğu görüşü gittikçe kuvvet kazanmaktadır. Tarikçilere göre aynı dönemde yaşayan iki kişinin, aynı dönemde Dünya Hakimiyeti olamaz. Öyle ise bahsi geçen bu iki isim aynı kişidir denilmekltedir.