Çanakkale Haber

Turgut ÖZKUL
Köşe Yazarı
Turgut ÖZKUL
 

ÖZGÜRLÜKSÜZ KALMAK

Özgürlük; hava, su, ekmek gibi ekmek hayatın olmazsa olmazıdır. İnsan eğer nefsinde haksızlığa karşı isyan duygusunu yeşertmemişse özgürlüksüz kalmaya mahkûmdur.  Anne karnından çıkıp da Dünya denilen gezegenin havasını ilk soluduğumuzda, göbek bağımız kesildiğinde, ilk çığlıkla birlikte özgürlüğümüze kavuşmuş oluruz. Yaratıcı bize sağlam bir irade ve özgürlüğümüzü kullanacağımız bir yaşam bağışlamıştır artık.  Özgürlüğümüz daha ilk dünyaya gelişimizle birlikte sınırlanmaya, engellenmeye çalışılır. En sevdiklerimiz tarafından. Niyet elbette ki iyidir, koruyucu olmak, emaneti korumak üzerine düzenlenmiştir her şey. Önce kundakta ellerimiz, kollarımız bağlanır. Sonra beşikte sıkıca sarmalanır. Modern beşiklerde ise yatağın etrafı hapishanenin parmaklıkları gibidir. Bazen metalden, bazen ahşaptan. Ağlayarak beşiğe yatar. Ağlayarak beşikte uyanırız. Bu ağlamalar ve çığlıklar isyan denemeleridir aslında. Her attığımız çığlık ve her ağlayış ciğerlerimizi ve kaslarımızı güçlendirir. Kendimizi bulmamıza yardım eder. Hayata hazırlar bizi. Özgürlüğe kavuşma ihtiyacı damarlarımızda her ağlayışta akan kanın dışarıya doğru olan çılgın basıncı ile gösterir kendini. Kanımız bile özgür kalmak istiyordur sanki. Oysaki kanın bedenden ayrılıp özgür kalması bedenin ölümüdür aslında. Böyle bir çelişki durumu görünüyor da olsa dünyada kişinin özgürlük isteği çoğu kere acı ve baskı ile karşılaştığından yaşanır, gerçek bir durumu anlatır. Başkalarına bir zararımız olmadığı, onların özgürlüklerini sınırlamadığı, onlara zarar vermediği sürece kendi özgürlüğümüzü kullanmamızın hiç kimseye bir zararı yoktur. Öyleyse Tanrı bile bize özgür bir irade verip bu özgürlüğü kullanmamızı sonuçlarına katlanmamız koşulu ile bizi özgür bıraktığı halde bir takım egemen güçlerin, kişilerin, cemaatlerin, tarikatların, şirketlerin vb. oluşumların bizim özgürlüğümüzü kullanmamıza engel olmaları, bunu kendilerine verilmiş bir hak olarak görmeleri nedendir? Kutsallıkları ve dokunulmazlıkları nereden gelmektedir? Elbette ki nefislerinin esiri olmuş zalim kişiliklerin yani toplumun belli bir kesiminin diğer insanlar üzerinde üstünlük kurması (hegemonyası) isteği ile özgürlüklerimiz sınırlanmaya çalışılmaktadır. İşte tam da burada adalet kavramı ortaya çıkmaktadır. Egemen güç bu özgürlük sınırlamasında bencil davrandığında yani kendine adaletli hatta fazla adaletli diğer kesime ise adaletsiz davrandığında özgürlüklerinin sınırlandığını, yok edildiğini gören insanlar ne yapmalıdır? Nasıl davranış göstermelidir? Toplumsal olayları incelediğimizde burada üç türlü davranış sergilendiğini görürüz. Birincisi özgürlüğünü koruma isteği ile egemen güce karşı isyankâr davranış. İkincisi nimetlerden faydalanmak için zalim gücün yanında yer almak.  Üçüncüsü var olan özgürlüklerin de kaybolacağını düşünerek korkak ve kolaycı bir tutum geliştirerek esasında karşı olmalarına rağmen zulme sessiz kalmak, susmak! Burada özgürlüksüz kalmamızı ya da özgürlüğümüze sahip olmamızı belirleyen durum üçüncü duruşa sahip olan sessiz yığınların duruşlarını değiştirmelerine, özgürlüklerine sahip çıkarak köleleşmeye karşı isyan sergilemelerine bağlıdır.  İlk önceleri kölelere zincir/pranga vurulurdu. Modernleşme ve insan haklarının gelişmesi ile birlikte işin şekli değişti. Şimdi toplumda modern köleler görüyoruz. Vicdanı ile cüzdanı arasına sıkıştırılmış. Özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçirilmiş, elindeki var olanı da kaybetme korkusu ile sindirilmiş, o kıvama getirilmiş, çaresiz yalnız insanlar. Bireysel olarak çırpınışları özgürlüklerini korumalarına yeterli olmuyor. Çünkü üstünlük kuran egemen güç özgürlük düşmanları teşkilatlanmış, cemaatleşmiş, şirketleşmiş çıkarları için birlikte hareket ediyorlar.  Sessiz kalanlar bilmiyorlar mı ki onlar özgürlüğümüzü; havamızı, suyumuzu, ekmeğimizi çalıyorlar. Onların özgürlüğü çoğalırken bizimki günden güne azalıyor, yok oluyor. Nereye kadar? Özgürlük susmak değil haykırmak, çığlık atmaktır. Beşikteki çocuğun bile elinden ekmeğini alın, ağzından memesini alın; çığlık atar, ağlar, bağırır. Siz neden susuyorsunuz ey insanlar? Bu suskunluk nereye kadar? Allah’ın bize verdiği ruhumuz özgürdür. Köleleştirilen ise nefsimiz ve bedenimizdir. Hayatı ‘’oku’’yan her insan özgürlüğün de şiirini okumalı, yazmalı, söylemeli. Hem de yüksek sesle. Hem de koro halinde. Hem de hep birlikte. Özgürlüksüz kalmak, nefessiz kalmak gibidir.  Boğulursunuz!
Ekleme Tarihi: 09 Aralık 2017 - Cumartesi
Turgut ÖZKUL

ÖZGÜRLÜKSÜZ KALMAK

Özgürlük; hava, su, ekmek gibi ekmek hayatın olmazsa olmazıdır. İnsan eğer nefsinde haksızlığa karşı isyan duygusunu yeşertmemişse özgürlüksüz kalmaya mahkûmdur. 
Anne karnından çıkıp da Dünya denilen gezegenin havasını ilk soluduğumuzda, göbek bağımız kesildiğinde, ilk çığlıkla birlikte özgürlüğümüze kavuşmuş oluruz. Yaratıcı bize sağlam bir irade ve özgürlüğümüzü kullanacağımız bir yaşam bağışlamıştır artık. 
Özgürlüğümüz daha ilk dünyaya gelişimizle birlikte sınırlanmaya, engellenmeye çalışılır. En sevdiklerimiz tarafından. Niyet elbette ki iyidir, koruyucu olmak, emaneti korumak üzerine düzenlenmiştir her şey.
Önce kundakta ellerimiz, kollarımız bağlanır. Sonra beşikte sıkıca sarmalanır. Modern beşiklerde ise yatağın etrafı hapishanenin parmaklıkları gibidir. Bazen metalden, bazen ahşaptan. Ağlayarak beşiğe yatar. Ağlayarak beşikte uyanırız. Bu ağlamalar ve çığlıklar isyan denemeleridir aslında. Her attığımız çığlık ve her ağlayış ciğerlerimizi ve kaslarımızı güçlendirir. Kendimizi bulmamıza yardım eder. Hayata hazırlar bizi. Özgürlüğe kavuşma ihtiyacı damarlarımızda her ağlayışta akan kanın dışarıya doğru olan çılgın basıncı ile gösterir kendini. Kanımız bile özgür kalmak istiyordur sanki. Oysaki kanın bedenden ayrılıp özgür kalması bedenin ölümüdür aslında. Böyle bir çelişki durumu görünüyor da olsa dünyada kişinin özgürlük isteği çoğu kere acı ve baskı ile karşılaştığından yaşanır, gerçek bir durumu anlatır.
Başkalarına bir zararımız olmadığı, onların özgürlüklerini sınırlamadığı, onlara zarar vermediği sürece kendi özgürlüğümüzü kullanmamızın hiç kimseye bir zararı yoktur. Öyleyse Tanrı bile bize özgür bir irade verip bu özgürlüğü kullanmamızı sonuçlarına katlanmamız koşulu ile bizi özgür bıraktığı halde bir takım egemen güçlerin, kişilerin, cemaatlerin, tarikatların, şirketlerin vb. oluşumların bizim özgürlüğümüzü kullanmamıza engel olmaları, bunu kendilerine verilmiş bir hak olarak görmeleri nedendir? Kutsallıkları ve dokunulmazlıkları nereden gelmektedir?
Elbette ki nefislerinin esiri olmuş zalim kişiliklerin yani toplumun belli bir kesiminin diğer insanlar üzerinde üstünlük kurması (hegemonyası) isteği ile özgürlüklerimiz sınırlanmaya çalışılmaktadır. İşte tam da burada adalet kavramı ortaya çıkmaktadır. Egemen güç bu özgürlük sınırlamasında bencil davrandığında yani kendine adaletli hatta fazla adaletli diğer kesime ise adaletsiz davrandığında özgürlüklerinin sınırlandığını, yok edildiğini gören insanlar ne yapmalıdır? Nasıl davranış göstermelidir?
Toplumsal olayları incelediğimizde burada üç türlü davranış sergilendiğini görürüz. Birincisi özgürlüğünü koruma isteği ile egemen güce karşı isyankâr davranış. İkincisi nimetlerden faydalanmak için zalim gücün yanında yer almak.  Üçüncüsü var olan özgürlüklerin de kaybolacağını düşünerek korkak ve kolaycı bir tutum geliştirerek esasında karşı olmalarına rağmen zulme sessiz kalmak, susmak!
Burada özgürlüksüz kalmamızı ya da özgürlüğümüze sahip olmamızı belirleyen durum üçüncü duruşa sahip olan sessiz yığınların duruşlarını değiştirmelerine, özgürlüklerine sahip çıkarak köleleşmeye karşı isyan sergilemelerine bağlıdır. 
İlk önceleri kölelere zincir/pranga vurulurdu. Modernleşme ve insan haklarının gelişmesi ile birlikte işin şekli değişti. Şimdi toplumda modern köleler görüyoruz. Vicdanı ile cüzdanı arasına sıkıştırılmış. Özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçirilmiş, elindeki var olanı da kaybetme korkusu ile sindirilmiş, o kıvama getirilmiş, çaresiz yalnız insanlar. Bireysel olarak çırpınışları özgürlüklerini korumalarına yeterli olmuyor. Çünkü üstünlük kuran egemen güç özgürlük düşmanları teşkilatlanmış, cemaatleşmiş, şirketleşmiş çıkarları için birlikte hareket ediyorlar. 
Sessiz kalanlar bilmiyorlar mı ki onlar özgürlüğümüzü; havamızı, suyumuzu, ekmeğimizi çalıyorlar. Onların özgürlüğü çoğalırken bizimki günden güne azalıyor, yok oluyor. Nereye kadar?
Özgürlük susmak değil haykırmak, çığlık atmaktır. Beşikteki çocuğun bile elinden ekmeğini alın, ağzından memesini alın; çığlık atar, ağlar, bağırır. Siz neden susuyorsunuz ey insanlar? Bu suskunluk nereye kadar?
Allah’ın bize verdiği ruhumuz özgürdür. Köleleştirilen ise nefsimiz ve bedenimizdir. Hayatı ‘’oku’’yan her insan özgürlüğün de şiirini okumalı, yazmalı, söylemeli. Hem de yüksek sesle. Hem de koro halinde. Hem de hep birlikte.
Özgürlüksüz kalmak, nefessiz kalmak gibidir. 
Boğulursunuz!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.