“Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.”
Yukarıdaki söz Celal Yalınız’a ait. Celal Yalınız nam ı diğer “Sakallı Celal” halk filozofu diye bilinir. Diyalektik tanığı insanlar bilir. Yaşamı boyunca hiç kitap yazmamıştır ancak birçok deyişi en duayen muhabbetlerin vazgeçilmez sözlerindendir. Benzetmek ne kadar doğru olur bilmem ama kinik filozof Diyojen’e (Diogenes) benzetirim ve her ikisini de çok severim. Araştırmacı Yazar Orhan Karaveli hakkında bir kitap yazmıştır: “Bir Bilinmeyen Ünlü’nün Yaşam Öyküsü: Sakallı Celal” …
Yıllarca kentleşme konusunda da Mübeccel Kıray, Ruşen Keleş, İlhan Tekeli ve yabancı kaynakları (David Harvey, Henri Levebvre, Lewis Mumford vs.) okudum, okurum. Herhangi bir konuda kitap türünde belli referanslar dışında pek ayrım yapmıyorum. Bilgi hazneme değer katacak her şeyi okurum. Zaman zaman da kendi adıma kentleşme konusunu kaleme alıyorum.
Limbus için (Cennet Cehennem arası, Cehennemin başı) şöyle der Dante Alighieri: “Ama şunu bilmelisin ki, bunlara gelinceye dek, hiçbir insan ruhu kurtarılmış değildir.”
Dante Allegri'nin bunlara gelinceye dekten kastı “ilahi Komedya”sında saydıkları bu güzel sözü söyleyen Sokrates’ten, öğrencilerinden Platon, Aristo) ve sofistlerden bazıları, bunlardan sözederek, “Sen ki, bilime ve her sanata şeref veriyorsun, söyle bana diğerlerinden ayrı bulundurulacak kadar şan ve şeref sahibi olan bu ruhlar kimlerdir?” (Oda Yayınları, 7.Basım, s.18) demişti.
Onların iyi birer yurttaş olmaları yanı sıra insanlık adına kattıkları büyük değerler vardı çünkü.
Değil mi ki kentlilik bilinci ve iyi bir yurttaş olmanın gereği yaşadığınız çevreye değer vermektir. Ve bu konuda bilinçli birer yurttaş olarak hayatı, yaşadığımız çevreyi ve koşulları sorgulamak da gerekti.
Hasan Ertürk ile Neslihan Sam’ın birlikte yayınladıkları “Kent Ekonomisi” kitabı bu alanda okuduğum en değerli kaynaklardan birisi. Yıllar önce bu kitabı alırken de uzun yıllar tanış olduğumuz kitabevi sahibi bayan ”o ders kitabı ama” demişti bana "olsun" demiştim. Kitapta Hasan Hoca kenti, sosyal, kültürel ve ticari faaliyetlerin yoğun olduğu yer diye tanımlamış. Kent adına yapılanları bu tür akademik kaynaklarla karşılaştırarak değerlendirmeye çalışıyorum.
Bu pazar da özellikle havanın güzelliğini fırsat bilip annemin rahatsızlığına iyi gelir ümidiyle kendimizi dışarı attık. Bursa’da olduğumuz zaman Altıparmak’ta bir büfenin önüne konmuş banklarda oturuyoruz. Adı halk arasında “Arap Parkı” diye bilinir. Körfez ülkelerindeki savaştan önce gelip Bursa’da ev kiralayan Arapların sevdikleri bir yer olmasından dolayı adı böyle kalmıştı. (Yıllar yıllar önce ise burada şimdiki banka şubesinin olduğu yerde bir kahvehane ve bir akaryakıt istasyonu bulunuyordu.)
Annem kalabalığı ve konuşmayı seven bir insandır. Oradan da Kültür Park'a geçmeye karar verdik. Pazar günü tahmin ettiğimiz gibi park hıncahınç kalabalıktı. Tatili ve güzel havayı fırsat bilen parka gelmişti. Süs erikleri, yalancı manolyalar çiçeklerini pembe pembe açmıştı. Kırmızı, eflatun, sarı, beyaz, fare kulakları, şeytan minareleri, hindibalar, ballıbabalarlarla beraber insanlar da yemyeşil çimenliklere yayılmışlardı. Güzellikler ve çirkinlikler aynı tabloda: Koşuşturan çocuklar fotoğraf çekilenler vs. Parkta dikkatimi çeken ilk şey kalabalık dışında araç yoğunluğu oldu. Bu kadar çocuk ve dolaştırılan sahipli hayvanlar arasında yadırgadım. Yayalara parkı ücretsiz yapan belediye girişlerde her araçtan ücret keserek bu dolaşımı teşvik etmiyor muydu?”.
Park dışı trafik ise felaket. Her geçen gün kalabalık ve kentiçi trafik giderek yoğunlaşıyor.
Park olma şansını yitirmiş AVM dolu meydanlar, gereksiz ya da boş yere kentsel dönüşüm adı altında yıkılarak yeniden inşa edilen ve gökyüzüne yükselen devasa yapılar... Bursa’da son yıllarda gereksiz gördüğüm projelerin yanı sıra bunu göç ile plansız kentleşme, sonuçta sosyal ve ekonomik koşulların tetiklediği bir manzara olarak görüyorum.
Çocuklara, engellilere ve yaşlılara hitap etmeyen bir kentte “kentlilik bilinci’nden sözedilebilir mi?” Hani nerede oyun alanları, bisiklet parkurları, koşu pistleri vs. Yaşlı Anamın halini göze alarak yaşlı birinin yorulup oturabileceği banklar…
Belediye o kadar ekstrem konularla ilgileniyor ki mesela “Süt Emzirme Kabinleri”. Sanırsınız belediyeler Avrupa’nın en çağdaş şehirlerinden biri yapmak için her şeyi yapıyor. Büyükşehir’in (Bursa’da) belli başlı icraatları; Olimpik Stadyum, Skypark, skatepark vs … Bursa’yı iyi bildiğini zanneden yıllarca Basın biriminde görev yapmış yazmış çizmiş ve bizzat açılışlarda Belediye Başkanına kurdele kesmek için tepside makas tutmuş bir karakter olarak (FSM Bulvarı, Doğu Batı Yakın Çevre Yolu, Zoo Park, Zafer Plaza, Şehir kütüphanesi anımsadıklarım ki FSM Bulvarı 1998’de ilk görev aldığım açılış töreni idi) Bursa’daki olumlu olumsuz değişmeleri yakından takip edip değerlendirebiliyorum da…
Bursa’daki kitap fuarı düzenlenen yer misal görev aldığım dönemde yapılmıştır. Yeşil kuşak oluşturmak amacıyla yapılıp bugün Bursa’lıların nefes almasını sağlayan ender köşelerden Botanik park projesi de öyle…
Sonra Bursa’ya yapılan gelmiş geçmiş en önemli yatırım (bana göre sosyal projedir) Bursaray adı verilen hafif raylı sistem de öyle. Ve bir sürü otopark…
O günlerden bu güne bu anlamda ciddi yatırım yok. Saydığımız ekstrem yatırımlar dışında… Bana kalırsa hepsi “beyaz film sendromu” yani hastalığı ölü doğmuş kısır ve gereksiz yatırımlardır.
Otopark sorunu bu trafik karmaşasında büyük sorun. Hasan Hoca da detaylarıyla benim hastalık dediğim diğer konularda da çözümler sunmuş. Dünya’dan örnekler göstererek (Örneğin Singapur’daki trafikte kart uygulaması, İngiltere’deki girişi yasaklı bölgeler uygulaması vergiler vs.) Ancak bizim belediyeler ne yapıyor yıllardır yasal olarak hukuk nezdinde mahkum edilmesine rağmen (Örneğin Mersin’de) Sokaklarda, caddelerde otopark yapan araçlardan para topluyor, Aynı şey mi? Araç kullanımını teşvik ediyor aslında: “Ayrıca yolların genişletilmesi, park yeri gibi tamamlayıcı yatırımlara talebi arttırırken, daha çok araç kullanımına da neden olabilmektedir.”diyor kitapta da (Güncellenmiş 3.Baskı, s. 239).
Hatırlar mısınız bilmem eskiden tek plaka çift plaka vb uygulamalar yapılırdı trafikte. Bursa’ya ana arterlerden girişte büyük bir hava kirliliği ile karşılaşıyorsunuz. Kentin üstünde kabus gibi bir kirlilik, bir karanlık…
1950’lerden sonra Amerikancı liberal işbirlikçilerin siyasal karar alma süreçlerinde etkili olmasından bu yana Türkiye'de demiryollarının sökülerek karayollarının teşvik edilmesiyle birlikte reklamla da özendirilen otomobil sayısı ve akaryakıt bağımlılığı artmıştır. Oysa bunlar ülke ve toplum yararına kullanılması sınırlı ve planlı tutulması gereken araçlardı. Herkes köyüne sokağına yol istiyor diyerek bahane eden, topu topu o zamandan bu yana yapılan 30 km lik demiryolu ağıyla yetinen…
Yapılanlar (sözde estetik adına) kaş yapayım derken göz çıkarmaktı. Günümüzde tarihi doğal güzellikleriyle her şeye rağmen en çok göç alan Bursa kaybedilmiş kentlerimizden birisidir. Ne yazık ki sorumlusu büyük ve metropol olmuş bir kentte hala kentlilik bilincine erişememiş yöneticilerle onları sorgulama niteliğine henüz erişememiş yapılanlarla yetinen bireylerdir. Uzun zamandır da izleyip görüyoruz. Ne demişti yine Sakallı Celal, başka bir sözünde o da yanlış mı?
“Türkiye’de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar.”
Tamer UYSAL