3 Ocak 2020'de FOX TV'de yayınlanan; Avustralya'ya savaş ilan eden iki Türk'ün hikayesini konu edinen “TÜRK İŞİ DONDURMA” filmini izledim…
Karaoğlanı, Malkoçoğlu’nu sinemada izlerken ayakta alkışlayan jenerasyondan biri olarak, gözlerim nemli, ecdadın tarihi derinlikteki bizi biz kılan değerlerin zirvesi izlerken, “Türk Her Yerde Türk’tür” dedim bir anda…
Harput Sancak Haber Sitesinin köşe yazarı Numan Aladağ’ın da sık sık kullandığı bu tanımlama, bu tarihi olayla canlanmış, dudaklarımdan dökülüvermişti bir anda…
Bir anda duygularımı coşturan bu filmin, yönetmen koltuğunda, Ayla filminin yönetmenliğini üstlenen Can Ulkay’ın oturduğu “Turkish'i Dondurma’nın” senaryosunu Gürkan Tanyaş kaleme almış.
Filmin başrollerinde Şebnem Bozoklu, Erkan Kolçak Köstendil ve Ali Atay'ın bulunduğunu gerçek bir öyküden uyarlanan filmin kadrosunda Will Thorp, Marleen Mathews, Tristan Alexander ve James Farley gibi isimler yer alıyordu…
Filmin konusu; Çanakkale Savaşı sırasında Avustralya'da yaşayan iki Türk'ün ülkeleri için verdikleri mücadeleyi konu ediyor. Avustralya’da yaşayan iki Türk, geçimlerini devecilik ve el arabası ile dondurma satarak sağlar. 1915 yılında memleketlerinde savaş çıktığını öğrenen ikili, Çanakkale’ye cepheye gitmeye karar verir. Ancak, yetkililer onların adadan çıkmalarına izin vermez. Bu sırada Avustralya’da Türkler aleyhine propaganda yapılmaya başlanır. İngilizler’in Avustralya’da asker devşirmek için broşür dağıttığını öğrenen iki Türk, ülkelerinde veremedikleri mücadeleyi Avustralya’da vermeye karar verir.”
Filmin anlattığı bu eşsiz destan; Avustralya’nın Queensland eyaletine bağlı Bundaberg şehrinde, uzun yıllar ikamet eden yazarımız Numan Aladağ'ın da, her yıl 18 Mart Çanakkale zaferi ve 30 Ağustos zafer bayramında kaleme aldığı ve Prof. Dr. Sencer İmer’in de, Avustralya - Türkiye ekonomik ilişkileri konusunu kaleme aldığı yazılarında andıkları, iki isimsiz kahramanın “Broken Hill Savaşı” diye zikrettiği, yaşanmış bir tarihtir aslında…
1914 Yılında Avustralya’nın Silver şehrine yerleşmiş iki Osmanlı, orada çalışarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Çanakkale Savaşı sırasında Halife’lerinin İngilizlere karşı Sancak-ı Şerif çıkardığını ve cümle İslam âlemini cihada çağrıldığını öğrenirler. Bu sırada Çanakkale cephesine gönderilmek üzere Avusturalya’dan asker toplama seferberliği başlatılmıştır.
İki isimsiz Kahraman Türk genci, ikamet ettikleri şehrin valisinin makamına çıkarak;
”Halifemiz size karşı harp (Savaş) ilan etmiş. Bizim de buna icabet etmek vazifemizdir. Fakat biz sizin bu kadar zamandır ekmeğinizi yedik. Bırakın gidelim. Sizinle cephede savaşalım. Burada size karşı bir harekette bulunmayı, tarihi Türk geleneklerine göre nankörlük sayıyoruz.” Vali gülmüş ve iki Kahraman Türk’ün taleplerini reddetmiş: ”Bizi tehdit mi ediyorsunuz? Haddinizi bilin, oturun yerinizde!” İki Kahraman da : ”Eh ne yapalım, bizden günah gitti” diye söylenerek ayrılmışlar. Hemen her şeylerini satmışlar. İki makinalı tüfekle bol cephane edinmişler. Sonra?
Sonra da Çanakkale’ye gönderilmek üzere limana sevk edilecek olan Anzak askerlerini taşıyan trenin geçeceği dar bir boğaza gidip mevzilenmişler. Namazlarını kılıp helallaştıktan sonra, kazdıkları siperlere yerleşmişler.
Yüzlerce Anzak askerlerini taşıyan bu tren, üzerinde elde dikilmiş bir Osmanlı bayrağının dalgalandığı bu siperlerin hizasına geldiğinde, bu iki isimsiz kahramanın, sökülen raylar ve üzerine yığdıkları taşlarla treni durdurmuş ve çatışmaya başlamışlar…
Yüzlerce ölü, yaralı ve kayıp verilen “Broken Hill Savaşı”, aklın durduğu yerdir…
Etraftaki tepelerde, kalabalık “Osmanlı Kuvveti” arayan Avusturalya ordusu, bu savaşta, koca treni durdurup da yüzlerce ölü ve yaralı verilen, “Broken Hill Savaşı”, sadece iki Şehit Kahraman Türk’ün olabileceğine çok zor inanmışlar.
Neredeyse bizim bugün, bir grup aydınımız kadar gafil olan ve
Türkün mücadele azmini, bizi biz kılan millî ve manevi değerlerini tanımayan, İslam’ın gönüllerindeki hakimiyetini bilmeyen İngiliz valiye de; o iki Kahraman Türk’ün mübarek na’aşlarını, başını eğerek selamlamaktan başka yapacak bir şey kalmamış… Bizdeki dahili ve harici bedhahların bugün yaşadıkları psikoloji benzeri hal içerisinde…
3 Ocak 2020'de FOX TV'de izlediğimiz “TÜRK İŞİ DONDURMA” Filmi, bu yaşanmış olayı perdeye taşımıştı…
Bizi bir kılan değerlerin aktarılabildiği neslin, fert olarak neler başardığını, tarihin şeref levhalarında, Anadolu'nun fetih sürecinden, vatan kılınması yönünde verilen şehitleri, alperenlerin ödediği bedelleri, yedi düvele karşı verdiğimiz milli mücadele şehitlerimizi unutmamalıyız…
Yakın tarihimizde, dün 15 Temmuzda yaşadık. Ömer HALİSDEMİR’i, Hüseyin GÖRAL’ı, Cuma DAĞ’ı, Fethi SEKİN’i ve diğerlerini de…
Bugün için önemli olan da; gerek sınır içi, gerek sınır ötesinde, bugün Irak’ta, Suriye’de verilen mücadelenin, Libya’da da devam edeceği bir süreçte; ecdadın izinde yeni destanların yazılmakta olduğunun farkındalığıdır…
Yarınlarda da benzer mücadelenin verilme sürecinin yaşanması halinde; vazifeye atılmak için içerişinde bulunduğu vaziyetin, imkân ve şeraitini düşünmeyen bir nesli yetiştirmek gerektiğini bir an dahi unutmamak gerektir…
Küresel eşkıyaların hedefinde olan bizim; bizi biz kılan milli ve manevi değerlerimiz ekseninde yetişmemiz, istikbalimiz olan çocuklarımızı bu değerlere sahip olmalarını sağlamak, mecburiyetimiz ve mesuliyetimizdir…
Çocuklarımıza temel esasçı felsefeye dayalı, Matematik-Türkçe-Fen Bilimleri dersleri ile sınırlı kalınmayıp, bizi bir kılan, milli ve manevi değerlerimizle buluşturmalıyız…
2023 Eğitim Vizyonumuzda;
Öğretim programlarımızda ve ilgili derslerimizin ders kitaplarında; 1914 Yılında Avustralya’nın Silver şehrine yerleşmiş iki Osmanlının verdiği Silver şehrinde, “Broken Hill” savaşı ve mücadelelerindeki asalet de yer almalı,
Mo-tun'un (Mete Han) M.Ö. 176'da yaptığı büyük fetih sonrası, Çin İmparatoruna yazdığı mektupta; “eli yay tutabilen kavimlerin hepsi Hun oldu” demektedir. Yani, Mo-tun'un devleti içinde toplanan kavimlerin hepsinin Hun adı altında birleştiği görülmektedir. Mo-tun’da (Mete Han)bir tek devlet, bir tek halk ve bir tek hakan anlayışı ve inanışı görüldüğü (Ögel, 1982, 110).yönüyle, Dünya medeniyet tarihinde; “Vatandaşlık bağıyla millet olma”, vizyonunu, “Kültür temelinde Millet” olma inceliğini, çağlar üstü devlet anlayışının ciddiyetine dikkat çekilmeli,
Dünya medeniyet tarihinde; Kişi Hak ve Hürriyeti açısından önem taşıyan; Kişi olmanın önemine yaptığı vurgu ve tespitle dikkat çeken, “Şahsiyete” verdiği önemi ve kişiliğin tespitini taşa yazan bu necip milleti;
Orhun Abidelerinde, Kül Tigin Yazıtları Kuzey Yüzünde yer alan;
"Zamanı Tanrı yaşar. Kişioğlu hep ölmek için türemiş."
Satırlarıyla abideleştiren ecdadını, tanıtmak, ecdadından utanmak yerine, iftihar etmesi yönünde aydınlatmak gerektiğini düşünüyorum…
Bu açıda, aldığı/alacağı doğru eğitim ile aydınlanan her bir ferdimiz, ecdadından aldığı feyz ile yer, zaman, mekân ne olursa olsun, ecdadına yakışan tavır, söz, söylem ve eylemiyle fark yaratarak, istikbalde, bizden sonra gelen neslimiz de “Türk Her Yerde Türk’tür” dedirtir inşallah…
----------
1. (ÖGEL, Bahaeddin, (1982), Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına Kadar), Ankara: Başbakanlık Basımevi. )
Metin AKGÜN
Maarif Müfettişi
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı