Medeniyetlerin doğmasında en büyük etken nüfustur. Yeterli nüfusun oluşmasında en büyük etken ise iklimdir. Tarıma ve yaşama uygun iklim havzalarında insan nüfusu hızla artmış, medeniyetler doğmuştur. Buna örnek olarak Sümer, Nil (Nil demek Mısır demektir), İndus, Pencap ve Çin’i gösterebiliriz.
Medeniyetleri yıkılışında ise başta iklim değişikliği, depremler, salgın hastalıklar ve istilalar olmuştur. Tarih bu olayları kaydetmiştir. Bugün uçsuz bucaksız çöllerde eski medeniyetlerin izleri bulunmaktadır. Bazı büyük tatlı su denizleri, gölleri yeraltına çekilmiştir. Tuz gölü ve Konya ovasının altındaki tatlı su denizini aşırı sulama ile kuruttuk. Karapınar, tekrar çölleşiyor. Aşırı sulama sebebiyle Konya ovasında çökmeler, obruk oluşumları arttı. Obruklar, Ege bölgesinde görülmeye başladı. Yine aşırı sulama sebebiyle GAP bölgesinde 200 bin dönüm arazi tuz birikmesinden çölleşme yolunda.
Vahşi bir sanayileşmeden sonra “Batıda yaşayan insanoğlunun aklına çevreyi korumak gelmiştir. Ancak, kendini koruyan Batı, kirletici sanayileri bizim gibi “Üçüncü Dünya” ülkelerine transfer etmiştir.
Bugün dünyayı kirleten ülkeler içinde ÇİN açık ara birincidir. Ardından partneri ABD gelmektedir. Çevre ve doğal hayatı koruma politikalarının başını AB’nin ülkeleri ve vatandaşları çekmektedir. Buna karşı Ulusüstü Şirketler (ÇUŞ, yani çok uluslu şirketler denilince sanki çok sayıda farklı ülkeden ortaklara sahip olduğu sanılıyor. Aksine az sayıda ailenin elinde) başta Amazonlar olmak üzere elli yılda yarıdan fazlası yok edilen tropik ormanları yok etmekle meşgul. Bu politikalara biraz kafa tutan liderler, Brezilya’da olduğu gibi sivil darbe ile iktidar değiştirilmektedir. Yüksek Mahkeme, seçimi kazanması garanti gözüken eski cumhurbaşkanını, Lula da Silva’yı seçime sokmadığı bilinmektedir
Bilim adamları ve çevreciler, Grönland ve Kuzey Kutbu’ndaki buzulların hızla erimekte olduğunu, suların yükselmesiyle deniz kenarındaki birçok kentin ve adanın su altında kalacağını dile getirirken: bazı bilim dergilerinde buzlar eridikten sonra Grönland ve Kutup dairesindeki kara parçalarından çıkarılacak ender bulunan madenlerin çokluğu konusunda makaleler artarda yayınlanmaktadır. Acı bir gerçek, bilim insanı (yerine akademik ünvan) sıfatını taşıyan çok sayıda akademisyen beyinlerini ve ruhlarını başta ulusüstü şirketler ve holdinglere teslim etmişlerdir.
Mars yüzeyindeki araştırmalarında birinci amacı ilerleyen yıllarda maden çıkarmak ve dünyaya getirmek düşüncesidir.
Ruhunu paraya teslim etmiş bilim insanı ve bürokratları en çok sağlık-ilaç-Gıda-Tohum ve eğitim sektörlerinde görürüz. Eğitim sizi şaşırtmasın, kirlelerin para düzenini içselleştirmesi, paraya tapmayı normal göstermek için, şirketlere hizmet etmeyi birinci vazife bilecek dehalar için EĞİTİM ŞARTTIR.
Bu düzenin dışında kalanları önce paraya tapan vatandaş sevmez; sonra meslektaşları sevmez, sonra da devlet sevmez. Sağlık alanında çok satılan (doğal olarak çok kazandıran) ilaçların ve bazı tedavi metotlarının işe yaramadığını söyleyen / ispatlayan doktorların uğradığı saldırılar buna örnektir.
Para kazanmak için “HERŞEY MÜBAH” anlayışı yerleşince, bir zamanlar yüzdüğünüz, balık tuttuğunuz ve suyunu içtiğiniz dereler, ırmaklar, nehirler ve göllerde bırakın balığı, canlı yaşamın kalmamasını NORMAL karşılarsınız. Sahte gıdayı, kansorejen gıdayı çocuğunuzun önüne sorgulamadan koyar, sizden başka herkesin ahlaklı olmasını beklersiniz. Aksi olunca da şaşırırsınız.
Gelelim Corona virüsüne. İleride covid-19’un üzerinde oynanan bir virüs olduğu ortaya çıkacak. Wuhan’daki viroloji labaratuvarından çıktığı da konuşulacak. Ancak günümüze gelelim.
Öncelikle nezle, grip ve benzeri soğuk algınlıkları, yaşlı ve direnci zayıf insanların düşmanı, ölüm sebebidir. Bu bilinen bir şeydir.
Gelelim tarihe, Amerika kıtasını bir avuç İspanyol askeri ve maceracı ele geçirmedi. Önce grip ve sonra çiçek yerli nüfusu yirmide bire indirdi. Yerliler bağışıklık kazanana kadar kadar yok olmaya devam ettiler.
Kuzey Amerika için da aynı şeyleri söyleyebiliriz. Yerli nüfusu çok kısa bir sürede yirmi milyondan 250 bine indi. İngilizler, yerliler çiçek mikrobu bulaşmış battaniye dağıttılar. ABD ise, bizonları yok ederek insanları açlığa mahkûm etti, açlıkla yok etti. Ateş suyunu (Alkol) ve veremi saymıyorum.
Gelelim yaşlılara ve sakatlara: Eski efsaneler, üretmeyen, avlanamayan, kendine bakamayan yaşlıların ölüme terkedildiğini anlatır. Yarı yerleşik hayatta, hatta yerleşik hayatın başında da böyleydi. Eski Yunan metinleri, Spartalıların yaşlıları ölüme terk ettiklerini yazar. Yirminci yüzyılın başına kadar Eskimolar, yaşlı ve hastalarını ölüme terk ederlerdi.
Avrupa’da ve Amerika’da CADI diye yakılan kadınların çoğu YALNIZ kalmış yaşlı kadınlardı.
Kısacası yaşlılar için durum birkaç yüzyıl öncesine kadar durum pek iç açıcı değildi.
Liberal devrimle başlayan, Reganizm ve Thatcherizm (Margaret Thatcher) başını çektiği, teorisyenliğini Milton Friedmanın çektiği neo-liberal politikalarla sosyal devlete savaş açıldı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra önce Avrupa’da sosyal devlet yok edildi.
Şimdi ise tüketmiyorsan yoksun anlayışı geliştirildi. Katıldığım sempozyumlarda 6 Sigma, yalın yönetim gibi yeni iş metotlarını anlatanlar sunumların sonunda hep şunları söylediler: “Bunun sonucunda X kişiyi azalttık (yani işten çıkardık).
Günümüzde TÜKETEMİYORSAN YOKSUN” anlayışı pompalanıyor. Yeterince harcayamayanlar yok hükmünde görülüyor.
Yok hükmünde olanların dışında neo-liberal para düzenine uzayan ömür ve emekli olan insanlar problem oldular. Bu sebepten başta Türkiye olmak üzere emekli olma yaşı sürekli yükseltiliyor. Şu an milyonları aşan EYT, yani “Emekliliği Yaşa Takılan” var.
Kriz dönemlerinde ALLAMELER, krizleri fırsata çevirmekten söz ederler. Şu an Neo-Liberalizmin son temsilcileri, başta ABD ve İngiltere bu krizi fırsata çeviriyor. Ölecek olan milyonlarca yaşlı, kronik hasta, uyuşturucu müptelası devlet bütçesini ferahlatacak. Sağlık
harcamaları, emekli maaş ödemeleri düşecek. Kısmen konut problemi çözülecek, nüfus gençleşecek. Para harcayamayan, üstüne külfet yaratan yaşlı nüfus azalacak. Amerika’da sokaklarda milyonlarca insan yaşıyor. Corona salgınında bunların sayısı azalacak. ABD’de bazı üniversiteler ve think tank kuruluşları “TÜKETMEYEN NÜFUS” üzerine kafa yoruyorlardı, uygulama (!) ayaklarına geldi.
Ne olacak derseniz:
-Önce para diyen liderler gidecek.!
-Avrupa’da çöken sağlık sistemi yenilenecek, SOSYAL DEVLET düşüncesi tekrar canlanacak.
-Sağlık ve eğitime önem verilecek.
-Sağlık alanı başta olmak üzere kritik sanayi dallarında üretim Çin’den Avrupa’ya taşınacak.
-Bazı ülkelerde faşist yönetim anlayışı iktidara gelecek.
-Nüfus gençleşecek, uyuşturucu kullanımı ve sigara tüketimi azalacak.
-Bütçeden yaşlı ve hastalar için ayrılan ödemeleri azalacak. -Konut problemi azalacak.
-Sanayi üretimi artacak.
-Rekabet edebilirliği artacak.
Ülkemize gelince; hangi atasözü uygun düşer, bilemiyorum? “Şaşkın ördek kıçın kıçın yüzermiş”! veya “Nereye gittiğini bilmeyen gemiye rüzgâr fayda etmezmiş”.
Kendi ekonomik krizimiz ve ucube başkanlık sistemimiz sayesinde yatırım yapılmaz bir ülke konumundayız. Aslında Endüstri 4.0 bize büyük avantaj sağlamıştı. “Ucuz işçilik” dönemi bitmiş, yerini “Nitelikli iş gücü” kavramı almıştı.
Çin’in sanayi bölgelerinde asgari ücret ülkemizden daha yüksek. Bazı sanayi kuruluşları imalatlarını Türkiye’ye taşımıştı. Bu süreçte, maalesef “Hukuk Devleti” olan yolculuğumuz, “Kanun Devleti”nin de gerisine düşüp, keyfi yönetim anlayışına hâkim olunca ülkemizden yurt dışına sermaye ve sermayedar çıkışı başlattı. Avrupa’ya ihracat yapan firmalarımız Doğu Avrupa’da fabrika kurmaya başladılar. Hukuk işlerse, Çin’den taşınacak fabrikaların bir kısmı Türkiye’ye gelir.
İngiltere’yi örnek alarak kurduğumuz “Sağlık sistemi ve Şehir Hastaneleri” modeli çökecek. Şehir hastaneleri devletleştirilecek. Doktor ve sağlık personeli ordumuz eriyecek.? Bu konuda ileride sıkıntı çekeceğiz. Ekonomideki, kar garantili YAP-İŞLET modeli terk edilecek.
Özel hastaneler bu süreçte çökecek gibi gözüküyor. Geç alınan tedbirlerin, bilimden uzak kararlar salgının yayılmasına, ekonomik krizi daha da arttıracak. İşşiz milyonlara yenileri eklenecek. Küçük esnaf yok olacak. İntiharlar olacak, sosyal patlamalar olacak. Her yere öfke hâkim olacak.
Var olan siyasi partiler tarihin çöplüğüne gidecek. Başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçilecek. Sosyal devlet, karma ekonomi ve anlayışı tekrar hâkim olacak. Diyanet
bütçesi, cami ve imam sayısı ve tarikatlar sorgulanacak. Dindar ve kindar eğitim anlayışı tarihin çöplüğünü boylayacak.
KISACASI HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK
Ekrem Hayri Peker