Cemreler Gönüllere Düşsün!
Mevsimsel döngüde yaşanan her kış, tarım ve ziraat açısından mücadele edilmesi gereken her türlü zararlı unsurların toprak altında uyuduğunu, tabiatları gereği kendi doğalarının neticesi olarak, toprağın dışına çıkmak için baharın gelmesini beklediğini ziraat ile uğraşanlar iyi bilir.
Bu zararlı unsurlarla konuşmak mümkün olsa, kendi doğaları gereği yaptıklarından memnun, yaşamak için yaptıklarının doğal olduğunu söyleyeceklerdir.
Cemrelerin düştüğü, baharın sıcaklığının hissedildiği, toprağın uyandığı, ağaçların çiçeğe durduğu, tomurcukların patlamaya hazırlandığı günler başlıyor.
Bu günlerde de kışı toprağın altında geçiren zararlı unsurlar, toprağın dışına çıkıp, bin bir emekle üretim sürecinin başladığı süreçte emeklerin heba olmasına neden olacak faaliyetlerine başladılar.
Ziraatla uğraşanlar da bunu iyi bildiklerinden ön tedbir alıp, ilaçlama faaliyetlerine sonbaharda başlarlar...
Yine uzun zamanın birikimiyle her dönem farklı ilaç birleşimleriyle, farklı tekniklerle mücadeleden kazançlı çıkmaya çalışırlar. Bazen o yörede var olan zararlı unsurların dışında başka bölgelerden gelenler, taşınanlar da olmaktaki, en zarar verenleri, ziraatçıyı en hazırlıksız yakalayanı da onlar olmakta… “Kuş gribi” denen salgının telef ettiği kırsaldaki tavukları unutmak ne mümkün…
Kadim bir dostumun ağaçlarına dadanan böcekle ilgili yaptığı mücadeleye rağmen, başarısızlığını ve bu başarısızlığın sebeplerini biraz da akademik bir üslupta anlatmış, bu mücadelenin topyekûn olması gerektiğine işaret etmiş, böceklerle yapılan bu mücadelenin o mezrada, o köyde, o ilçede veya il bazında kalıcı başarının topyekûn ve senkronize bir mücadeleyle başarılacağını vurgulamıştı…
Eksikliğin bu ortak eylemin sağlanamayışında olduğuna dikkat çekmişti…
Doğada yaşanan ziraatçı ile zararlı unsurlar arasındaki bu mücadelenin, toplum yapılarında yaşanan olaylarla benzeştiğini düşünüyoruz.
Dönemler itibariyle kendi emellerine, çıkarlarına dönük siyaseten yaşanan çekişmelerin, topluma verdiği zararların hafiflediği, yeniden ateşlendiği dönemler dikkate şayandır. Alelade asayiş sorunları hep olmuş, devlet de bu sorunları çözüm yönünde gereğini hep yapagelmiştir.
Ancak son zamanlarda bu hal biraz farklı gibi…
Görünmeyen bir elin yönettiği, dünya beşten küçüktür diyerek pervasız davranan küresel eşkıyalar, evrensel değerlerle her gün oynuyor, hedefleri doğrultusunda, toplum mühendisliği uygulamalarıyla toplumlar arasında sosyal çözülmeleri derinleştiriyorlar.
Dün bahar diyerek, demokrasiyi, adaleti getirmeyi vaat ederek, Irak’da, Libya’da, Mısır’da yaptıklarının yanlarına kar kaldığını görmenin verdiği cesaretle, Suriye’de kendi yazdıkları senaryoyu oynamaya devam ediyorlar. İslam coğrafyasında dökülen kanların yöneldiği asıl hedefin Türkiye olduğu aşikârdır.
Yaşadığımız sosyal çözülmenin derinleştirilmesi, kardeşin kardeşe düşman edilerek, İslam’da ayrışmanın körüklenmesine dönük bir süreç yönetiliyor. Kurallarını yazmadığımız bir oyun oynanıyor ve biz böyle bir oyunu oynamak durumunu yaşıyoruz istemesek de…
Yaşatılan kardeş kavgasının örtülü hedeflerinden birinin de; kırsalda faaliyetlerimizi durdurmak, ülkede tarım ve hayvancılık faaliyetlerinde üretim artışını kısıtlamak, sanayileşme yönünde durağanlık yaratarak, ülkeyi ekonomik darboğaza da götürürken, 4. Sanayi hamlesinin yaşandığı küresel süreçte, kısır çekişmelerle bilimsel atılımları da durdurmak olduğunu, her aklı başında insanın idrak etmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Başkalarının yazdığı senaryoda oynayan figüran olmaktan çıkıp, imani kardeşliğimizin temini, tesisi ve bu güzelliğin devamını sağlama yönünde, kendi senaryosunu yazan aktör olma yönünde atılan adımlara eşlik etmenin bir zaruret, bir erdem olduğu idrakinde olunması gerektiğini düşünüyoruz.
Aziz milletimizin her bir ferdinin; başkalarının yazdığı senaryoda oynayan figüran olmaktan çıkmak gerektiği, imani kardeşliğimizin temini, tesisi ve bu güzelliğin devamını sağlamak gerektiğinin, milli bir mesuliyet olduğu ve ecdadın tarihte bu mesuliyeti başarıyla yaşadığı bilgisine sahip olmamız, sorunları çözmemize yetmiyor.
Bizde bilgi yönüyle bir eksiklik yok. Eksik olan, sahibi olduğumuz bilgiyi nefsimizde hayata tatbik etmedeki duyuşsal alandaki kazanamadıklarımız…
Eğitimde çözemediğimiz temel meselemizin de ezberdeki bilgiye odaklanırken, bilgiyi hayata tatbik etmede, bizi biz kılan değerleri kazanmadaki önemsemezliğimizin bedelinin ne denli ağır olduğu idrakine varamayışımızdadır. Bu idraksizliğimiz, dışarıdan sızan zararlı unsurların verdiği zararlara karşı bizi savunmasız bırakmaktadır.
Hepimiz, imani açıdan kardeşliğin, ahir alemdeki mesuliyetinin ne olduğunu biliyoruz. Ancak, yaşadığımız süreçte; eğitimdeki iyileştirmeye açık alanımızın giderilemeyişinden dolayı, kışkırtmalarla, az bir dünyalık karşılığında, kardeşliğimizin gerekleri olan tutum, değer ve davranışlarla ters düşen söz ve eylemlere yöneliyor, yanlışları alkışlıyor, bu yolda kıyılan canlara, dökülen kanlara dur deme noktasındaki mesuliyetimizin idrakinde olamıyoruz.
Bu idrakte olanların gayretleri de; (ziraattaki zararlı unsurlarla, ağaçları kurutan böceklerle mücadeledeki başarısızlığımız gibi,) toplumsal meselelerimizde de topyekun bir mücadele olmadığından, topyekun mücadelenin farklı nedenlerle sağlanamadığından istenen kalıcı başarının sağlanması biraz zaman alacak gibi…
Bu mücadele toplumun her kesiminin içselleştirdiği ortak bir anlayışla ele alınmalı, eğitim bu sürecin odağında bulunmalıdır. Öğretmenler ve imamların senkronize çalışmalarının, bu sürecin verimliliği açısından kritik eşik olduğunu düşünüyoruz.
Kalıcı başarı için önce kutuplaşan gönüller ısınmalı, bizi biz kılan değerler yeniden kazanılmalıdır.
Baharın gelişiyle başlayan, cemrelerin bir bir düştüğü günümüzde, ısınan toprağın tesirinde gönlümüzün de ılıklaşması, nefsimizden ziyade neslin faydasına olacak söz ve eylemlere yönelmemizdir.
Tabiatı canlandıran, havayı-toprağı-suyu ısıtan cemrelerin gönlümüze de düşmesi en büyük duamızdır.
Doğayı ısıtan bu cemrelerin bugün taş kesmiş gönlümüze düşmesi, küresel aktörlerin tahrikinde, nefsimizin, peşinde yaşadığımız yanlışlara dur diyerek, milli birlik ve beraberliğin de sağlanmasını, Malazgirt’ten Çanakkale’ye, Yemen’den Sakarya’ya yapılan mücadelede, bu topraklar için toprağa düşen şehitlerin hatırasını incitmeden, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uyarak, biri birine kıyan değil de insanı yaşatma idesini gaye edinen, bu doğrultuda doğru davranışlara yönelen insanlar olmamıza vesile kılması Allah’tan (c.c.) en büyük duamızdır…
Metin AKGÜN
Eğitimde Kaliteyi Geliştirme Derneği Genel Başkanı |