2002 de çıraklık dönemi ile işe başladı.
Ürkek ve çekingendi, her adımda önünü arkasını kollardı!
Sözlerine dikkat ediyor, kulağı ABD-AB ve sokakta, gözü ise Genelkurmay binasının ışıklarında idi!
Çıraklık döneminde henüz devletin denetim ekiplerini-teftiş kurullarını felç edemediğinden, para-pul-avanta işlerini yabancılar üzerinden yürütmeye özen gösterirdi.
“Ben girdiğim ülkenin siyaset adamlarını parayla maymuna çeviririm” diyen İsrailli Ofer, “bana kefil olan Başbakan’ın ta kendisidir” diyen Yasin El-Kadı en yakın iş ortakları idiler!
Sonra ustalık dönemi geldi. Artık her şey yavaş-yavaş değişiyordu.
Türk Ordusunun Genelkurmay Başkanı ve Orgeneralleri zindana atılırken, Tombalak Paşa tipli sepetler göreve getirildi. Cemaat desteğiyle yapılan bu operasyondan sonra, Yargı baskı altına alındı. Yasama ve Yürütme zaten emir eri gibiydi. Basının bir kısmı, cepten bir kuruş çıkmadan devlet müteahhitlerinden toplanan haraçlarla satın alındı. Diğerleri ise devletin sopası gibi kullanılan polis ve vergi denetçileri ile diz çöktürüldü.
Artık kelimenin tam anlamıyla “Astığı astık kestiği kestik” idi…
Partisindeki herkes, görevleri Anayasa ile belirlenen bürokratlar, üniversiteler, iş dünyası, sendikalar hemen hepsi dillerini yuttular, vatan sevgisini ve meslek ahlâkını rafa saklayıp, önünde diz çöktüler.
Her şey açıkça yapılır hale gelmişti. Rüşvetler açıkça alınır verilir olmuştu!
Lüks oteller ve bahçeleri rüşvet tarlası haline gelmişti.
Ar damarı çatlamış, utanma duygusu yok olmuş, helal-haram gibi değerler birbirine karışmış, insanlar Allah adı kullanılarak aldatılır olmuştu…
Bunlar tamam da, tabiatın hükmünü yerine getirmesini engellemek veya geciktirmek, hastalıkları önceden engellemek ne parayla, ne güçle, ne sarayla ne de insanoğlunun iradesiyle olacak iş değildi ki!
Arada bir başlayan unutkanlıklar gün geçtikçe artmaya başlamıştı!
Bazı günler pijamalarla fırlıyor, bazen de Saraydaki Osmanlı Askerlerinin kıyafetlerini giyip Bizans’a savaş ilan ediyordu!
Özellikle “Diriliş” dizisinin oynadığı akşamlarda çok aktif hale geliyordu…
Esas korkunç olanı ise kendi adamlarından bazılarını, düşman olarak görmesi ve gördüğü yerde onlara saldırması idi! Bir keresinde bir Bakanını “Bizans Casusu” yerine koyup diğer Bakanlarının önünde tekme-tokat dövmüştü.
Son olay hepsinin üstüne tüy dikti!
Serok namıyla bilinen komutanı, “şeffaflık ve açıklık” konulu bir yasa hazırlığı için emir verip bir de yönetmelik çıkarınca, usta çıldırma noktasına geldi!
Ne muskalar yazıldı, ne kurşunlar döküldü, ne nefesi kuvvetli hocalar gizlice saraya sokulup okutuldu ama bir türlü sakinleşmedi.
Sırtına kupa tuttular, sülüklere kan aldırttılar, ayaklarının altına şap-zencefil karışımı sürdüler, inadından vaz geçsin diye keçi sütü içirdiler, kilolarca üzüm yedirdiler olmadı, olmadı, olmadı…
Komutan Serok, korkusundan koltuğu olduğu gibi bıraktı ve pencereden kaçıp, basın mensuplarının önüne çıktı. Ne kadar başarılı olduğunu anlattı, abisine bağlılığını yeniden ve bir kere daha ifade etti ve ağlayarak veda etti…
Çıraklık, Ustalık döneminden sonra Bunama dönemi başlamıştı…
Bir sabah danışmanlarını toplayıp emrini iletti;
“Tiz bana büyük bir donanma kurasız. Yelkenleri atlastan, halatları ibrişimden ola! Levendlerimin yayları gürgenden, okları sedir ağacından olsun!
Sakın ola kadırgalarıma top-tüfek koymayın! Biz imanımızla düşmanın donanmasının hakkından geliriz” dedi!
Bir tek jöleli danışman “Tamam Reis, ben Barbaros’u da alır gelirim” dedi ve çıktı. Gidiş o gidiş…
Yukarıda isimlerini saydığım, görevleri Anayasa tarafından emredilmiş Anayasal Kurumlar, Üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları, Basın kuruluşları şok olmuşlar gibi olayları seyrediyorlardı!
Bilmedikleri gerçek, Çıraklık-Ustalık-Bunama dönemlerinden sonra
“KAZIĞA OTURTMA” döneminin gelmekte olduğuydu…
Hadi şimdi, kazığa nasıl oturulursa acı azılır, diye tartışın bakalım!
Sağlık ve başarı dileklerimle 10 Mayıs 2016
Rifat Serdaroğlu