İRTİCA BUDUR!
En sade anlatımıyla irtica, pozitif hukukun yerine şer’i hukuku koymaktır…
Hilafet, Şeriat, Medrese’nin toplamından nur topu gibi bir irtica çıkar!
Türkiye Cumhuriyetinde Anayasa Cumhur’un Başı tarafından rafa kaldırıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı gibi bir kurum lağvedildiğinden(!) herkes “İrtica gelsin” diyebilir ve bunun gerçekleşmesi için rahatça çalışabilir! Nasılsa Anayasa kararlarına uymamak moda oldu.
Anayasanın ilk dört maddesi ile 174. Maddesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yasa ile belirlenmiş görevleri zaten “Süs” olsun, “Desen” olsun diye oralara konmuştur!
Hem hukuk devleti de neymiş yahu! Yesinler sizin hukuk devletinizi!
Hepimiz Cumhur’un Başı’na ve her biri birbirinden allame aile fertlerine biat edelim ve rahata kavuşalım. Seçim meçim koyuver gitsin!
Yaşadığı müddetçe Tayyip, o ölünce Haseki Sultanın denetiminde İtalyan Bilal, takiben damat Bakan, sonrası Allah Kerim…
Buraya kadar yazılanlar size şaka veya abartılı geliyor olabilir.
İyi de, içinizde bir kişi; “Hayır Serdaroğlu, Türkiye’de tüm kurumlar Anayasaya uymakta ve Savcılarımız, ‘Cumhuriyet’i koruma’ görevlerini eksiksiz yapmaktadırlar, diyebilir mi?” Diyemez, kimse diyemez…
Size bu haftadan iki örnek vereyim;
Diyanet İşleri Başkanı, maaşını devletimizden alan bir memurdur. Okuma yazma bilir. Gösterişi yasaklayan dinimiz emirlerine karşın, sünnet çocukları gibi
süslü-püslü sırmalı cübbesi, işlemeli sarığı bile vardır! Her şeyi bilir de, Anayasayı bilmez, soyadı gibi görmez!
“Md 174; Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden inkılap kanunlarının, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz.”
Başkan Görmez, anayasa ve yasaları çiğneyerek, Medrese eğitimine geçilmesini istedi!
Başkent Ankara’da, Savcıların gözleri önünde, Yargıtay’ın “terör örgütü” olarak kabul ettiği Hizb-ut Tahrir örgütü üyeleri, Hilafeti tekrar getireceklerini açıkça söylediler.
Bu iki “Ağır Suç” işlenirken ne yazık ki kimse parmağını bile kıpırdatmadı.
Hak sustu, hukuk sustu, kanun sustu, adalet sustu, vicdan sustu, devlet görevlileri sustu!
Bundan sonra ne olacağına gelince; Görünen iki olasılık var!
Ya, Şeriat yanlıları kazanacak ve öncelikle bugünkü Yargıç ve Savcıların kelleleri gidecek, ya da bizler yani Cumhuriyet ve Demokrasi yanlıları kazanacağız ve görevlerini yapmayanları Bağımsız Türk Yargısına göndereceğiz.
Yani her iki durumda da her gün suç işlenirken seyreden, yolsuzlukları örten, Cumhuriyetin damarları birer birer koparılırken görmezden gelen, kamu görevlileri hesap verecekler…
Devlet olmanın gereği, hesap sorabilmektir!
Devlet hainden, demokrasi düşmanı mürteciden, hırsızdan, bölücüden, ülkesini satandan yasalar çerçevesinde hesap sormalıdır. Hesap sormayan devlet çökmeye, yıkılmaya mahkûmdur.
Böylesine zor durumlar, milletlerin başına çok nadir olarak gelir.
Devletin tüm kurum ve kurallarıyla işgal edildiği, kilitlendiği ortamda tek çıkış yolu vardır. O da milletin kaderine el koymasıdır.
Türk Milleti, aynen Kurtuluş Savaşı öncesi gibi ayağa kalkmalı, biraraya gelmeli ve ülkenin kaderine el koymalıdır. Bu “el koyma” mevcut siyasi partilerden bağımsız ve sürekli olmalıdır.
Türk Milleti öncelikle neyi istemediğini açıkça ortaya koymalıdır. Türk Milletinin her ferdi, Ortaçağdan kalma din devleti modelini ve bölücülerin taleplerini reddettiğini açık ve net olarak ortaya koymalıdır. Bu süreçte demokratik direniş ve demokratik örgütlenme çalışmalarını sizlerle paylaşmaya başlayacağız.
Her zaman söylediğim gibi, Türk Milleti istesin, bu iki derdi de başımızdan kısa sürede atar.
Çünkü çare sizsiniz, çare Türk Milletidir, çaresiz değilsiniz…
Sağlık ve başarı dileklerimle 10 Mart 2016
Rifat Serdaroğlu