Her yerde,özellikle gençler arasında Sosyalist-Komünist militanların tutuklulukları ya da idamları erişilmez bir destan gibi anlatılr.Haklarında kitaplar yazılır,anma törenleri düzenlenir.Deniz Gezmiş'ler,Yusuf İnan'lar,Mahir Çayan'lar vb. hep anlatılır.Dönemlerinde Rus,Çin,Komünist diktatoryasına Türkiye'yi peş keş çekmeye çalışan bu adamlar topluma birer ''Kahraman''gibi gösterilmeye çalışılırken,öte yanda Ülkücülerden hiç söz edilmez.
Halbuki vatan ve Allah sevdası ile ülkesini Küfrün tüm Emperyalist saldırılarına karşı(Komünizm-Kapitalizm vb.) korumaya çalışan yürekleri vatan ve Allah sevgisi ile dolu Kahraman Ülkücü yiğitler de vardı bu ülkede.
Onlar yaşamlarında yiğitçe mücadele verdiler.
Onlar dar ağaçlarına yürürken de adeta destan yazdılar.
Onlardan kimse söz etmiyor.
İhanetin takdir gördüğü ülkemde 2 kahraman,şehit Ülkücünün dar ağacı hikayesini paylaşmak istiyorum.
İbretle okumanızı diliyorum.
ŞEHİT 2 ÜLKÜCÜNÜN
DARAĞACINA
YÜRÜYÜŞ HİKAYESİ
İşte 12 Eylül döneminde idam edilen 2 isim..
Halil Esendağ ve Selçuk Duracık..
2 şehidin idamında bulunan İmam Apdullah Hoca anlatıyor..
xxx
Halil Esendağ ve Selçuk Duracık idam sehbasına götürülürken “Son arzuları” sorulduğunda, ikisi de cenazelerin ailelerine verilmesini istemişlerdi. Telkinde bulunmak için yanlarında olmuştum. Bana çok saygılı davranmışlardı. Kendilerine:
-“Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahret hayatına açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allah’a iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara.” Denildiğinde, gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu.
-“ Az sonra Allah’a kavuşacaksınız” dedim.
-“Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza selam söyleyin, ölümümüze üzülmesinler” demişlerdi.
İkişer rekat namaz kılmışlardı. Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum… Yüzleri o kadar nurlanmıştı ki…
Görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıkmıştık. Bahçe projektörlerle aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi… Sehpalar kurulmuş yağlı urgan parlıyordu. Ürpertici bir manzaraydı… Az sonra iki genç insanın dünyaları değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum… Altmışı geçmiş yaşımla dünyadan alacağım fazla bir lezzet kalmadığı halde, nefsim çok korkmuştu… Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissetmiştim. Böyle bir anda korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı gerektirirdi…
İnfaza önce Selçuk’tan başlanmıştı. Selçuk’un yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik:
-“Allah’a gidiyorsun Selçuk!” demiştim.
Tebessümle başını sallamıştı… Tekbir getiriyordu.
Sehpanın altındaki tabureye çıkmıştı. Cellat, Selçuk’un boynuna urganı geçirirken, Selçuk cellata bir şey söylemişti. Cellat, bir an önce duraklamıştı. Selçuk Kelimeyi Şehadet getiriyordu…
Cellat, koluyla koluyla tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde ruhunu teslim etmişti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, askerlerin yardımıyla Savcı Bey Selçuk’un boynundan urganı kendi çıkartmıştı… Selçuk’u masaya yatırmışlardı. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin okumuştum…
Daha sonra Halil’i getirmişlerdi. Onunda boynuna yaftası takılmıştı. Ona da:
-“Halil, Allah’a gidiyorsun” dedim. O da, tebessümle başını sallayarak:
-“Biliyorum Hoca!” demişti.
O da bir tekbir getirerek sehpaya yürümüştü. Urgan boynuna geçirilirken o da, Cellat’a bir şeyler söylemişti. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelimeyi şehadet getirirken, Cellat tabureyi ayağının altından çekmişti. Halil’de, Selçuk gibi boynu kıbleye bakar halde, ruhunu teslim etmişti. Halil’in de boğazından urganı Savcı Bey çıkardıktan sonra, masaya yatırmışlardı…
Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu…
Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okumuştum.
Mesleğim gereği nice ölüm görmüştüm; fakat onlar hiç ölüye benzemiyordu… Onlarda yorgun bir müminin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in Cellat’a ne söylediğini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan Cellat’ın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un neler söylediğini sorduğumda:
-“Ben Böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar ise <Hakkını helal et> dediler.” Diyerek içini çekiyordu” demişti Abdullah Hoca…
(Sıtkı ŞEREMETLİ'nin 12 EYLÜL ANILARI kitabından alınmıştır)
Anasayfa
Yazarlar
Sıtkı ŞEREMETLİ
Yazı Detayı
Bu yazı 645+ kez okundu.
ŞEHİT 2 ÜLKÜCÜNÜN DARAĞACINA YÜRÜYÜŞ HİKAYESİ (Sıtkı ŞEREMETLİ)
Her yerde,özellikle gençler arasında Sosyalist-Komünist militanların tutuklulukları ya da idamları erişilmez bir destan gibi anlatılr.Haklarında kitaplar yazılır,anma törenleri düzenlenir.Deniz Gezmiş'ler,Yusuf İnan'lar,Mahir Çayan'lar vb. hep anlatılır.Dönemlerinde Rus,Çin,Komünist diktatoryasına Türkiye'yi peş keş çekmeye çalışan bu adamlar topluma birer ''Kahraman''gibi gösterilmeye çalışılırken,öte yanda Ülkücülerden hiç söz edilmez.
Halbuki vatan ve Allah sevdası ile ülkesini Küfrün tüm Emperyalist saldırılarına karşı(Komünizm-Kapitalizm vb.) korumaya çalışan yürekleri vatan ve Allah sevgisi ile dolu Kahraman Ülkücü yiğitler de vardı bu ülkede.
Onlar yaşamlarında yiğitçe mücadele verdiler.
Onlar dar ağaçlarına yürürken de adeta destan yazdılar.
Onlardan kimse söz etmiyor.
İhanetin takdir gördüğü ülkemde 2 kahraman,şehit Ülkücünün dar ağacı hikayesini paylaşmak istiyorum.
İbretle okumanızı diliyorum.
ŞEHİT 2 ÜLKÜCÜNÜN
DARAĞACINA
YÜRÜYÜŞ HİKAYESİ
İşte 12 Eylül döneminde idam edilen 2 isim..
Halil Esendağ ve Selçuk Duracık..
2 şehidin idamında bulunan İmam Apdullah Hoca anlatıyor..
xxx
Halil Esendağ ve Selçuk Duracık idam sehbasına götürülürken “Son arzuları” sorulduğunda, ikisi de cenazelerin ailelerine verilmesini istemişlerdi. Telkinde bulunmak için yanlarında olmuştum. Bana çok saygılı davranmışlardı. Kendilerine:
-“Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahret hayatına açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allah’a iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara.” Denildiğinde, gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu.
-“ Az sonra Allah’a kavuşacaksınız” dedim.
-“Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza selam söyleyin, ölümümüze üzülmesinler” demişlerdi.
İkişer rekat namaz kılmışlardı. Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum… Yüzleri o kadar nurlanmıştı ki…
Görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıkmıştık. Bahçe projektörlerle aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi… Sehpalar kurulmuş yağlı urgan parlıyordu. Ürpertici bir manzaraydı… Az sonra iki genç insanın dünyaları değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum… Altmışı geçmiş yaşımla dünyadan alacağım fazla bir lezzet kalmadığı halde, nefsim çok korkmuştu… Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissetmiştim. Böyle bir anda korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı gerektirirdi…
İnfaza önce Selçuk’tan başlanmıştı. Selçuk’un yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik:
-“Allah’a gidiyorsun Selçuk!” demiştim.
Tebessümle başını sallamıştı… Tekbir getiriyordu.
Sehpanın altındaki tabureye çıkmıştı. Cellat, Selçuk’un boynuna urganı geçirirken, Selçuk cellata bir şey söylemişti. Cellat, bir an önce duraklamıştı. Selçuk Kelimeyi Şehadet getiriyordu…
Cellat, koluyla koluyla tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde ruhunu teslim etmişti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, askerlerin yardımıyla Savcı Bey Selçuk’un boynundan urganı kendi çıkartmıştı… Selçuk’u masaya yatırmışlardı. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin okumuştum…
Daha sonra Halil’i getirmişlerdi. Onunda boynuna yaftası takılmıştı. Ona da:
-“Halil, Allah’a gidiyorsun” dedim. O da, tebessümle başını sallayarak:
-“Biliyorum Hoca!” demişti.
O da bir tekbir getirerek sehpaya yürümüştü. Urgan boynuna geçirilirken o da, Cellat’a bir şeyler söylemişti. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelimeyi şehadet getirirken, Cellat tabureyi ayağının altından çekmişti. Halil’de, Selçuk gibi boynu kıbleye bakar halde, ruhunu teslim etmişti. Halil’in de boğazından urganı Savcı Bey çıkardıktan sonra, masaya yatırmışlardı…
Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu…
Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okumuştum.
Mesleğim gereği nice ölüm görmüştüm; fakat onlar hiç ölüye benzemiyordu… Onlarda yorgun bir müminin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in Cellat’a ne söylediğini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan Cellat’ın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un neler söylediğini sorduğumda:
-“Ben Böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar ise <Hakkını helal et> dediler.” Diyerek içini çekiyordu” demişti Abdullah Hoca…
(Sıtkı ŞEREMETLİ'nin 12 EYLÜL ANILARI kitabından alınmıştır)
Ekleme
Tarihi: 23 Kasım 2015 - Pazartesi
ŞEHİT 2 ÜLKÜCÜNÜN DARAĞACINA YÜRÜYÜŞ HİKAYESİ (Sıtkı ŞEREMETLİ)
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.