Edebi Röportajlar Üzerine…
Roma İmparatorluğu döneminde kullanılan haber levhaları, Acta Diurna (Acta Publica), ilk günlük gazete ya da resmi gazete olarak kabul edilir. Roma döneminde yönetim ve halk arasında haberleşme Acta Senatus, Acta Urbis, Acta Publica adı verilen resmi gazete niteliğindeki bültenlerle sağlanırdı. Eski Çin’de hanedanlık tarafından Dibao adı verilen resmi gazeteler yayınlanırdı. Ortaçağda 14. Yy’da aristokrasinin kullandığı haber kâğıtları, matbaanın icadı, 17. Yy’dan sonra ticari kapitalizmin gelişmesiyle burjuvazinin kullandığı haber kâğıtları günümüzdeki gazeteleri ortaya çıkarmıştır. Gazete kelimesi ilk kez 1536’da Venedik’te kullanılmıştır. Günümüzdeki anlamda ilk gazete ise 1605’te Johann Carolus tarafından Strasborgh’da Almanca “aller Fürnemmen und gedenckwürdigen Historie” adıyla yayınlanmıştır.
Bilinen en eski dergi, 1663'te Hamburg’da yayımlanan edebiyat ve felsefe dergisi Erbauliche Monaths Unterredungen'dir. Magazine (dergi) ismini ilk kullanan Edward Cave’nin editörlüğünü yaptığı 1731'de Londra’da yayınlanan ve ilk genel kültür dergisi The Gentleman’s Magazine’dir. Arapça kaynaklı makhazin (ambar) isminden türemiş askeri kökenli materiel (askeri ambar) İngilizce isim kökenidir. Resimli haber dergilerinin öncüsü ise Berlin’de 1892’de yayınlanan Berliner Illustrirte Zeitung’tur. Dergi haftalık olayları fotoğraflarla yayınlanan röportajlarla birlikte vermekteydi. Modern gazetecilikle beraber röportaj türü de gelişmiştir.
Osmanlı Devleti’nde yayınlanan ilk gazete 1795’te Pera’da (Beyoğlu) Fransa elçisi Verninac-Saint-Maur tarafından kurulan Bulletin de Nouvelles’tir. 1828'de yayınlanan Vekâyi-i Mısriyye Osmanlı Türkçesi'yle yayın yapan ilk gazetedir. Takvim-i Vekayi 11 Kasım 1831'de yayımlanmaya başlanan ilk Osmanlı resmi gazetesi, 31 Temmuz 1840 tarihinde İngiliz diplomat William Churchill tarafından kurulan Ceride-i Havadis ilk yarı resmi Osmanlı gazetesidir. Osmanlılarda ilk dergi 1849’da yayınlanan Vekayi-i Tıbbiye, ilk resimli dergi ise 1862’de yayınlanan Mir’at’tır. İlk özel gazete ise 22 Ekim 1860'ta Şinasi ve Agah Efendi tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahval’dir.
Türkiye’de edebiyatçıların öncülüğünde gelişen gazetelerde röportaj yazı türü de yer almaya başlamıştı. Arapça bir kelime olan mülakât, karşılıklı buluşmak, görüşmek demektir. Türkçede bunun için görüşme, söyleşi ya da konuşma terimleri önerilmiştir.
Günümüzde mülakat yerine Fransızcadan Türkçeye giren "reportage" kelimesinin Türkçe telaffuzu olan röportaj kullanılmaktadır. Röportaj kelimesi, Latincede “getirmek, toplamak” anlamlarında kullanılan “reportare” kelimesinden gelir.
Kendi uzmanlık alanlarında tanınmış kişilerle hayatları, çalışmaları, eserleri ya da istenilen herhangi bir konuda sorulu-cevaplı olarak karşılıklı konuşmaların yazıya geçirilmesine mülâkat denir. Mülakat sözcüğüne karşılık günümüzde söyleşi anlaşılmaktadır. Röportaj ise mülakatı da içeren edebi bir yazı türüdür.
Seyahatnameler röportajın ilk örneklerini oluşturur. Türkçe sözlükte röportaj kısaca “Bir olayın yakınına gidip atmosferi vererek gerçekleştirilen tanıklıktır.” Modern anlamda 19. Yy’da ortaya çıkan
yazım türü olan röportajın tarihi Halikarnassos (Bordum) doğumlu Herodotos’a hatta MÖ. 9.Yy’da İzmir’de yaşadığı sanılan Homeros’a kadar uzanmaktadır.
Antik çağın diğer ozanları da gezilerinde gördüğü yerleri ve insanları anlatarak çeşitli halk ve ülkeler hakkında toplumsal ve coğrafi bilgileri geleceğe taşıdılar.
Türk edebiyatında röportaj türünün ilk örneklerinin Evliya Çelebi tarafından verildiği görüşü yaygındır. İkinci örnek ise Ruşen Eşref Ünaydın’ın Diyorlar ki adlı eseridir.
Ruşen Eşref Ünaydın, Türk edebiyatında sanatçıyla söyleşi türünün ilk örneğini vermiştir. Ünaydın’ın ilk defa 18 Ocak 1917’de Abdülhak Hamid’le Türk Yurdu dergisinde yaptığı söyleşi ise ilk edebi söyleşidir. Ünaydın, 1914-1918 yılları arasında ikisi kadın 18 sanatçıyla edebi ziyaret ve söyleşi gerçekleştirmiş, bu söyleşiler Servet-i Fünun ile Türk Yurdu dergilerinde “Edebi Ziyaretler ve Mülakatlar” başlığıyla yayımlanmıştır. Vakit gazetesinde devam eden söyleşiler, 1918’de de Diyorlar ki adıyla bir kitapta toplanmıştır.
Söyleşi gerçekleştirdiği edebiyatçılardan bazıları, A. Hamid Tarhan, Nigâr Hanım, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edip Adıvar, Ömer Seyfettin, Ahmet Haşim’dir. Yazarlarla birlikte söyleşi yapılan ortamla ilgili gözlem ve betimlemeler de vermektedir. Genelde soru-yanıt yöntemiyle söyleşen Ünaydın’ın görüşmelerini röportaj değil edebi söyleşi diye nitelemek gerekir.
Röportajda söyleşide olduğu gibi yüz yüze konuşma zorunluluğu yoktur, farklı kaynaklardan bilgi derlemek, yakınlarıyla görüşme yoluyla gerçekleştirilebilir. Röportaj söyleşiyi de içermekle beraber araştırma ve soruşturmayı da gerektiren bir gazetecilik faaliyeti sayılmaktadır.
Ünaydın’ın 1918’de Yeni Mecmua’da yayınlanan “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülâkat” başlıklı yazı dizisi röportajın toplumsal ve siyasal içerik kazanmasına katkı sağlamıştır. Bu görüşmenin yayımlanmasıyla röportaj türüne yönelim artmıştır.
Dünyada ilk edebi söyleşi örneğini Fransız yazar Jules Huret 1981’de L’Echo de Paris gazetesinde yayımlamıştır. Huret, edebiyatçılarla yaptığı 65 söyleşiyi 1913 yılında Enquête sur l'évolution littéraire adlı kitapta toplamıştır.
Ruşen Eşref Ünaydın, Mustafa Baydar’la yaptığı söyleşide Jules Huret’in röportaj kitabından habersiz olduğunu belirtir (Mustafa Baydar, Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, İletişim Yayınları, 2015, s. 328).
“Türk Edebiyatında ‘Edebi Röportaj” adlı makalesinde Edebi röportajların geniş bir kaynakçasını da veren Nuri Sağlam, edebi röportajın Batı kaynaklı olmadığını, merak sonucu ortaya çıktığını ifade eder (Türk Araştırmaları Literatür Dergisi, cilt 4, sayı 8, 2006, s. 415-478). Ruşen Eşref Ünaydın’ın röportajları Ruşen Eşref Ünaydın Bütün Eserleri adıyla Necat Birinci ve Nuri Sağlam tarafından hazırlanarak Türk Dil Kurumu Yayınları tarafından 2000’de yeniden yayımlanmıştı. 14 ciltlik eserin birinci cildinde Diyorlar ki, ikinci ciltte ise Atatürk’le yapılan röportajlar yer almaktadır.
1997’de İsmail Parlatır, İnci Enginün, Orhan Okay, Zeynep Kerman, Kâzım Yetiş ve Necat Birinci’nin Güzel Yazılar, Röportajlar adıyla hazırladıkları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış 43 röportajlık edebi röportaj antolojisinde Ruşen Eşref Ünaydın’ın Diyorlar ki’de yer alan Ahmet Haşim’le yaptığı röportajı ilk sıraya yerleştirilmiştir.
Edebiyat sorunları hakkındaki görüş ve düşünceleri yansıtan yapıtıyla zamanın genç kuşaklarını da etkileyen Ünaydın, sonraki yıllarda benzer söyleşiler yapılmasına öncü olmuştur. Kitapta söyleşi yapılan sanatçılar karikatürist Cem ‘in (Cemil Cem) çizdiği birer karikatürle yer almaktadır.
1932’de gazeteci-yazar Hikmet Feridun Es dönemin önde gelen 43 edebiyatçısıyla kısa röportajlar yapmış ve Bugün de Diyorlar ki adıyla kitaplaştırmıştır. Ünaydın’ın yolunu izleyen Es, Falih Rıfkı Atay ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi seçkin edebiyat ustalarıyla yapılan anket derlemesiyle “edebiyat söyleşisi” alanında ilk yapıtlardan birini ortaya koymuştur.
Nusret Safa Coşkun Açıksöz gazetesinde 1936 yılında milli edebiyat konulu röportajlar yapmış, bu röportajlar 1938’de Milli Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz? adıyla yayımlanmıştır. Kitapta, 29 şair ve yazarın yanıtına yer açılmıştır. Şaban Özdemir, Nusret Safa Coşkun’un yayınlamadığı röportajların devamını derleyerek kitabı 2018’de yeniden yayımlamıştır. Bu kitapta ise 46 şair ve yazarın görüşleri yer alır.
1942’de öykülere 1 ay gibi çok kısa bir süre ara verdiği dönemde Haber Akşam Postası gazetesi için muhabirlik yapan Sait Faik Abasıyanık, mahkemelerdeki röportajlarını kendi gözlemlerini de katarak “Mahkemelerde” başlığı ile yayınlamıştır. Abasıyanık’ın 28 mahkeme röportajı 1956 yılında Varlık Yayınları tarafından Mahkeme Kapısı adıyla kitaplaştırılmıştır. Mahkemelerde tutuklananların öykülerini kaleme alan Sait Faik, Şahmerdan kitabında da yer alan öyküsünden yargılanmasından sonra gazete muhabirliğini pek uzun sürdürmemiş, ancak, 1947’de Yedigün Dergisi'nde yayınlanmış 8 röportajına 1955'te Tüneldeki Çocuk adlı kitabında yer vermişti.
Sait Faik’i Yorumlayanlar Eleştirinin Eleştirisi (2020) adlı kitabında Mehmet Rifat, Sait Faik ile Sabri Esat Siyavuşgil’in yargılanmasıyla ilgili, “Sait Faik’in ‘Çelme’ başlıklı hikâyesi ikinci kez 1940’ta Varlık dergisinde yayınlandığında, derginin sahibi ve mesul müdürü Sabri Esat’tır. Hikâye aracılığıyla halkı askerlikten soğutmakla suçlanan Sait Faik ile Sabri Esat ‘Divanı Harb’i boylarlar. Savunma sonucunda da ikinci duruşmada beraat ederler.” demektedir.
1950-1960’lı yıllarda röportaj türünde eserler altın çağını yaşamıştır. 1953 yılında Varlık dergisinin yayımladığı Edebiyatçılarımız Konuşuyor dönemin şair ve yazarlarıyla yapılan konuşmaları içermektedir. Kitapta yazılı olarak verilmiş sorulara yazılı yanıtlar alınmış 20 röportaja yer verilmektedir. Şair ve yazarlar doğum tarihlerine göre sıralanmış her röportajın başına da sanatçının birer portre fotoğrafı ile kısa birer biyografisi konmuştur.
Gazeteci yazar Mustafa Baydar 1960’da yayımlanan Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar’da 1950-1960 arası Halide Edip Adıvar’dan Tahsin Yücel’e eski ve yeni parlamaya başlayan 50 sanatçıyla yaptığı söyleşiyle edebi söyleşi türünün önemli bir eserine daha imza atmıştı. Röportajların kimi gazete ve dergilerde kimisi de ilk defa bu kitapta bir araya toplanmıştır. Baydar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile yaptığı röportajı da Zoraki Diplomat’ın Dedikleri (1970) adıyla yayımlamıştı.
Şair gazeteci Halit Gavsi Ozansoy da anket ve gazete röportajlarıyla tanınır. Röportajlarla başladığı söyleşi türünü 1962’de edebiyatçılarla yaptığı söyleşilerle sürdüren Ozansoy’un 2016’da Beş Kuşak Konuşuyor ve 40 Yıl Sonra Diyorlar ki adıyla röportajları Ali İhsan Kolcu tarafından kitaplaştırılmıştır.
Gazete röportajlarıyla tanınan Necmi Onur’un Yeni Gazete’de Ünlü Yazarlarımız Nasıl Çalışıyor başlığıyla röportaj dizisi (1970-1971) yayınlanmıştır.
1976’da Yaşar Nabi Nayır Edebiyatçılarımız Konuşuyor’daki 20 röportaja 23 röportaj ekleyerek Dünkü ve Bugünkü Edebiyatçılarımız Konuşuyor’u yayımlar.
Muzaffer Uyguner’in yayına hazırladığı Sait Faik Bütün Eserleri Açık Hava Oteli Konuşmalar Mektuplar adlı kitapta “Konuşmalar” adlı bölümde Sait Faik’le yapılmış bir kısmı edebî, 15 kısa röportaj bulunmaktadır. 1980’de Bilgi Yayınevi’nden yayımlanan kitabın “Röportajlar” alt başlığı altında da Sait Faik’in gezdiği çeşitli sanat müzeleriyle ilgili görüşleri yer almaktadır. Sait Faik’le yapılan röportajlar 2005’te Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Hikâyecinin Kaderi-Bütün Yapıtları: Yazılar adlı kitapta da yer almıştı.
Refik Durbaş, Ahmed Arif’le uzun bir söyleşi gerçekleştirmiştir. Söyleşi önce Cumhuriyet gazetesinde daha sonra Ahmed Arif Anlatıyor Kalbim Dinamit Kuyusu (1990) adıyla kitap olarak yayımlanmıştır. Kitabın ilk baskısı Cem Yayınevi tarafından yapılmıştır.
Oktay Rifat’ın 1992’de yayımlanan Konuşmalar adlı kitabının ikinci bölümünde şairle yapılan 22 söyleşi yer almaktadır.
Etem Çalık 1993’te Edebi Mülâkatlar adıyla çeşitli dergilerde yayımlanmış mülakatlar arasından seçtiği 37 mülakatın yer aldığı bir edebi röportaj antolojisi yayımlamıştır.
Şiiri ve şairi tanımanın en güzel yolu şairin dizeleriyle yapılan gezidir. Halil Korkmaz, Şiir Hangi Sözcüklerle Yazılmalı ki (Yön Yayıncılık, 1993) adlı edebi söyleşi kitabında röportaj yaptığı şairin kendi dizelerinden örnekler üzerinden şairlere sorular yöneltmiştir.
Oktay Akbal’ın 1979 yılında yaptığı daha önce herhangi bir dergi ve gazetede yayımlanmamış röportajları 1999’da Çağdaş Yayınları’ndan Şairler ve Ben adlı kitapta “Altı Şairle Söyleşi” başlığıyla yayımlanmıştı. Sabahattin Kudret Aksal, Melih Cevdet Anday, Salâh Birsel, Necati Cumalı, Ceyhun Atuf Kansu ve Cahit Külebi’yle yapılan röportajlar Akbal’ın şiir üzerine yazılarını da topladığı Adam Yayınları’ndan 1982’de yayımlanan Önce Şiir Vardı kitabında da yer alır.
Behçet Necatigil’le yapılan röportajlar Düzyazılar 2 adıyla “Konuşmalar Konferanslar” alt başlığıyla Cem Yayınları tarafından 1983’te yayımlanmıştı. 1999’da da Düzyazılar II adıyla Yapı Kredi Yayınları’nda yeniden yayımlanmıştır. Kitapta Necatigil’le yapılan 33 röportaj yer bulmaktadır.
Hikmet Altınkaynak, 2000’de Yeni Bin Yılın Edebiyatçıları Söyleşiler kitabında 53 edebiyatçıyla yaptığı röportajı bir araya getirmiştir. Bir bölümü gazete ve dergilerde yayımlanmış bir bölümü de ilk kez bu kitapta yer almıştır.
Mehmet Nuri Yardım, 2000’de Romancılar Konuşuyor’da 54 romancıyla yapılan röportajları bir araya getirmiştir. 2001’de de Kelâm ve Kalem Konuşmalar adlı kitapta düşün insanlarıyla yaptığı 35 röportajı derlemiştir.
Kaan Özkan’ın Tahsin Yücel’le yaptığı 7 röportaj 2001’de Görünmez Adam: Tahsin Yücel Kitabı adıyla yayımlanmıştır. 2003’te Feridun Andaç’ın yayına hazırladığı Sözcüklerin Diliyle Konuşmak Tahsin Yücel ile Yüz Yüze adlı kitapta da Tahsin Yücel’le yapılmış röportajlar bulunmaktadır.
Öztürk Emiroğlu, 1950-1980 yılları arasında Hisar dergisinde yayımlanmış röportajları 2001’de Hisar’da Kültür ve Sanat Konuşmaları adıyla bir kitapta toplamıştır.
Zeynep Aliye 2001’de kimiyle yüz yüze görüşerek kimiyle görüşmeyip bilgi vermekle yetindiği 28 edebi röportajın yer aldığı Yüz Yüze Edebiyat Söyleşi adlı bir röportaj kitabı yayımlamıştır.
Adnan Benk kurup yönettiği Çağdaş Eleştiri dergisinde yayımlanmış söyleşilerini 2001’de Çağdaş Eleştiri Söyleşiler Yazılar adıyla derlemiştir.
Selim İleri, Attilâ İlhan’la yaptığı söyleşileri 2002’de Nâm-ı Diğer Kaptan “Attilâ İlhan’ı Dinledim” adıyla kitaplaştırmıştır. Attilâ İlhan´ın yıllarca asistanlığını yürüten Belgin Sarmaşık ise Attilâ İlhan’la yapılan söyleşileri 2004’te Attila İlhan: Açtırma Kutuyu - Röportajlar - 1 (1946-1983) ile Söyletme Kötüyü - Röportajlar 2 (1983-1987) adlı iki kitapta toplamıştır.
Ece Ayhan 1993’te Şiirin Bir Altın Çağı adlı kitabının içinde yer alan çeşitli sanatçılarla yaptığı söyleşileri 2002’de Hay Hak! Söyleşiler adıyla başka bir kitapta daha toplamıştır. Kitapta toplam 35 söyleşi yer alıyor.
Sermet Sami Uysal, 1954 yılında dönemin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan söyleşileri 2004’te Eşlerine Göre Ediplerimiz adıyla aynı adla bir kitapta toplamıştır.
Mustafa Armağan, Refik Ahmet Sevengil’in 1935 yılında Her Gün Bir Ediple adıyla yayınladığı gazete röportajlarını 2004’te aynı adla kitaplaştırmıştır. Kitapta sırasıyla Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Etem İzzet Benice’ye 19 edebiyatçıyla yapılan söyleşi yer almaktadır. Tahsin Yıldırım da Ziya Osman Saba’nın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış söyleşilerini 2004’te Konuşanlar, Bir Hüzünle Sesinde adıyla derlemiştir. Seval Şahin Gümüş, Berna Moran’la çeşitli dergilerde yapılan röportajları 2004’te Edebiyat Üzerine Makaleler /Röportajlar adıyla kitaplaştırmıştır.
Sâmiha Ayverdi evinde yaptığı sohbetleri sonra röportaj şeklinde kaleme alarak 2005’te Mülâkatlar adıyla kitaplaştırmıştır. Kitabında Salih Zeki, Ömer Rıza Doğrul, Behçet Yazar, Enis Behiç Koryürek, Safiye Erol ve Burhan Toprak gibi yazarlara yer vermiştir.
2007’de gazeteci yazarlarla yapılan sohbetleri Vasfiye Özkoçak Babıâli Sohbetleri: Ustalar, Ustalarını ve Anılarını Anlatıyor adıyla kitaplaştırmıştır.
Doğan Hızlan, 1997’de edebiyat dünyamızın tanınmış isimleriyle radyo ve televizyon sohbetlerini ve söyleşilerini, Söyleşiler, 2018’de Yazı Kalır adıyla bir araya getirmiştir.
Yazar eleştirmen Feridun Andaç da 1997’de yazın ve kültür yaşamımızın seçkin adları ile yapmış olduğu söyleşileri Söz Uçar Yazı Kalır Bu Günün Yazın ve Kültür Coğrafyası adıyla yayımlamıştır.
Siyaset, magazin, kültür, sanat, spor ve iş dünyasının ünlüleriyle röportajlar yapan Nuriye Akman 2000-2004 arasında gazetelerde yayımlananları derleyerek Mayın Tarlası Sınırı Zorlayan Sorular (2002) ve Başka Sorum Yok (2004) adıyla yayımlamıştır. Nuriye Akman, Füsun Özbilgen, Leyla Umar gibi yazar ve gazeteciler de röportajlarıyla tanınmaktadır.
2
Söyleşi mi Röportaj mı?
Hikmet Çetinkaya’ya göre röportaj yazısı günümüzde pek bilinmemekte röportaj dendiğinde söyleşi anlaşılmaktadır. (Söyleşi mi, Röportaj mı?, Atilla Girgin, Der Yayınları, 2007) Röportaj gazeteciliğe en yakın tür olarak görülmekte, gazetecilik ve edebiyat arasında bir yerde duran bir yazı türü olarak tanımlanmaktadır. Röportaj makale, deneme, sohbet, fıkra, eleştiri ve haber yazısı gibi bir gazete metni (yazısı) türü olarak edebiyattan beslendiği için bir edebiyat dalı olarak da kabul edilmektedir. Sözlükler röportajı konusu bir soruşturma ve araştırma olan gazete ya da dergi yazısı diye tanımlıyor.
Edebiyat kurgusal, röportajlar bazen fotoğraflarla da belgelenen gerçekçi metinlerdir. Röportajcı olaya kendi görüşlerini de katar ve yorumlayarak hikâye eder. Söyleşi ve Röportaj arasındaki farkları da şöyle sıralayabiliriz:
Röportajın en belirgin özelliği gözlem ve tanıklığa dayanmasıdır. Röportaj söyleşiyi de içerir, söyleşi röportaj içermez. Röportaj soru-yanıt aktaran metinlerden oluştuğu kadar gözlem, tasvir (betimleme) ve öznel (kişisel) ifadelerden de oluşmaktadır. Söyleşi genellikle en az bir kişiyle ve yüz yüze yapılır, röportajda ise birden fazla kişiyle görüşme yapılabilir veya konuşmadan da bir kişinin portresi yazılabilir. Röportajda özne olmayabilir hatta bir çiçek, bir hayvan, bir mekân üzerine yazılabilir. Söyleşi röportaj yapılan kişiyi merkeze alır, görüşmeci mümkün olduğu kadar geri plânda kalır. Röportajda duygu, düşünce ve yorumları yansıtmaktan kaçınılmaz, öyküleme üslubu vardır. Söyleşide konuşulan kişinin düşünceleri yer alır, röportajda yazı üslubu öne çıkabilir. (Soru Sorma Sanatı, Dünyada ve Türkiye’de Röportaj ve Söyleşi Geleneği, Sedef Kabaş, Doğan Kitap, 2009)
Röportaj, inceleme, araştırma ve gözlem gerektiren konularda kaleme alınmış yazı türü olarak tanımlanır. Basın sözlüğünde soruşturma ve araştırma yöntemiyle hazırlanan haber yazısı olarak ifade edilir. Röportaj, bir yazarın yazısını okur karşısında “konuşur gibi” kaleme aldığı, okura sorular soruyormuşçasına yine kendisinin yanıtladığı canlı ve içten bir anlatıma dayalı yazı türüdür.
Edebiyatçılara göre röportaj edebiyat sanatının bir kolu, edebi bir türdür. Röportajın öykü, roman, deneme ve gezi yazısıyla kesişen yanları vardır. İlgi çekici konularda, sorunları, kişi, yer ve olayları yerinde tanıtma amaçlı, belge ve resmi belgelere de dayanan, görsel öğelerle de desteklenmiş yalın (açık) ve anlaşılır bir dille yazılmış öğretici nitelikli bir yazı türüdür. Önemli bazı yazarlarımız röportajlarını kitaplaştırmışlardır.
Milliyet Sanat Dergisi röportaj özel sayısında (Sanat Dergisinin Soruşturması: Röportaj Yazarları, Röportajın Bir Edebiyat Dalı Olduğunda Birleşiyor, sayı 147, 29 Ağustos 1975, s. 6) röportaj hakkında Hikmet Feridun Es, “Haber dediğimiz nesnenin ‘olmuştur’, ‘bulmuştur’, gibi tel örgüleri ile sınırlandırdığı alanın öbür yanında ise röportaj başlar. Ve ‘olmuştur’, ‘bulmuştur’ diye anlatılandan da daha ‘insan ilgisi’ ve ayrıntılara girerek…” demektedir. (Milliyet Sanat dergisinden aktaran, F. Damla Kayayerli, Türkiye’de Röportaj Geleneği Bağlamında Yaşar Kemal’in Röportajları Üzerinden Nitel Bir Değerlendirme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Medya Ve İletişim Sistemleri Yüksek Lisans Programı, 2012, s.12)
Hikmet Feridun Es, haberin sınırlandırdığı alanın öbür yanına geçip ayrıntılara girdiğinde röportajın başladığını dile getirmiştir.
Yaşar Kemal’e göre, “Haber gerçeğin kaba yansıması; röportajsa yaşamın özüne doğru iniştir. Röportaj bir edebiyat sayılabilir mi? Bu soruyla çok karşılaştım. Röportaj bir edebiyat sayılmak ne,
röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik, onun edebiyat gücüdür.” (Milliyet Sanat, 1975, s. 8)
Naci Sadullah Danış, röportajla ilgisi olmayan yazı türünün neredeyse bulunmadığını ifade ederken Nâzım Hikmet’in “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı “ ile “Taranta Babu'ya Mektuplar” adlı şiirlerini, şiir biçimine sokulmuş röportaj olarak değerlendirir.
Tanıklık ve gözlem sonucu elde edilen gerçek veriyi edebiyattan güç alıp anlatma sanatıdır röportaj. Röportajın özellikleri genel hatlarıyla şöyle sıralanabilir:
Gerçeklikten yola çıkan anlatım biçimi, tanıklıktan yararlanma, öznel bir doğruluğu sunma ve edebiyattan beslenme.
Söyleşi gerçeklerden ayrılamaz ve kurgusal olamaz. Haberde verilmeyen ayrıntıları kapsayan röportajın söyleşiden farkıysa yazım tekniğidir. Gazete yazım türleri arasında en sübjektif (öznel) olanı olarak gösterilir. Röportajcı fotoğraf makinesinin objektifi gibidir gerçeği kişisel görüşlerini katarak sübjektif bir doğruluk ölçütü içinden geçirip habercilik işleviyle gerçek biçimde yansıtır. Olayı yansıtırken içerikte nesnellik, üslupta öznellik vardır.
Röportajcılar kurgusal anlatım biçimi olan romanı geçmişin edebiyatı, röportajı ise bugünün yazı türü olarak ifade ederler. Röportaj sadece fikirlerin aktarımı değil çevrenin betimlenmesi, tasvir edilmesi yani bir tür canlandırmadır.
Röportaj konularına göre çeşitli türlere ayrılmaktadır: Portre röportajları, gezi/izlenim röportajları ve konu/haber röportajları.
Türkiye’de röportajın tarihine bakıldığında mülakat kavramı olarak ortaya çıktığı görülüyor. Portre röportajlarında görüşülen kişinin tanıtılması amaçlanır. Bu alanda ilk örnek edebi röportaj türündeki Diyorlar ki de bir portre röportajdır.
Mülakatçılık üzerine Ruşen Eşref Ünaydın, “Bir konuşmayı, renklerini ve vasıflarını belirterek canlandırmak için konuyla ilgili konuşanın kişiliğini biliş, eserini tanıyış, görüş tarzını kavrayış, konuşma tarzındaki özelliği seziş gibi âdeta ressam meziyetleri diyebileceğim birtakım tasvir kabiliyeti bir araya getirilmezse, mülakatçılığın ne demek olduğunu denememişlerse başkaları ağzından ziyafet çekme hükmüne bağlanıverecek derecede basit görünür de sanılan başarılı bir sonuç elde edilemez.” demektedir. (Ruşen Eşref Ünaydın’dan Hasan Âli Yücel’e “Diyorlar ki” İçin Bir Mektup, Nuri Sağlam, Kitabevi Yayınları, 2001, s. 127) Çoğu röportajlar, gezi yazısıyla iç içe sunulur. Bütün gezginler birer röportajcıdır da denebilir. Bu tür röportaj yazıları gezi/izlenim röportajı türü içine girmektedir.
Seydi Ali Reis’in Çağatayca yazılan 1554 tarihli Mir'atü'l-Memalik (Memleketlerin Aynası) adlı eseri ilk Türk seyahatnamesi, Evliya Çelebi Seyahatname’si ise ilk Türk röportaj örneği olarak kabul edilmektedir. Gezip gördüğü yerlerin toplumsal yaşamını ve sorunlarını anlatır.
Nâmık Kemal’in 1867 ramazanına ait gözlemlerini aktaran “Ramazan Ta'rîf-i Ahvâline Dair Mektup” başlıklı üç sayılık bir seri makalesi “mahallî röportaj” türünün ilk örneğidir. Basiret gazetesini yayımlayan Ali Efendi ‘nin daha sonra İstanbul Mektupları adıyla basılan (hazırlayan Nuri sağlam)
1870-1878 arasında kaleme aldığı Şehir Mektubu başlıklı yazıları, Ahmet Rasim’in 1912’de yayınladığı Şehir Mektupları da şehir yaşamının konu edildiği röportaj türünün ilk örnekleri sayılabilir.
Cenap Şahabettin, Falih Rıfkı Atay, Hikmet Feridun Es gezi yazılarındaki röportajlarla dikkat çekmektedir. Melih Cevdet Anday, Çetin Altan, İlhan Selçuk gibi yazarlar gezi izlenimlerini yazarken röportaj yöntemini kullanmışlardır.
Röportaj yazısı araştırmacı gazeteciliğin bir yan koludur. Konu haber röportajlarıysa bilgi ve detay içerir. Araştırmacı gazetecilik de bu türden röportajları içermektedir. Savaş röportajları bu türün arasında sayılabilir. Times gazetesi savaş muhabiri William Howard Russell ilk savaş röportajı örneklerini vermiştir.
Ekim Devrimi ve Rusya’daki iç savaşı aktaran ve bu konu hakkında yazılmış Dünyayı Sarsan On Gün’ün yazarı Amerikalı gazeteci John Reed, İspanya iç savaşını izleyen, Guernica’nın bombalanışını dünyaya duyuran The Times savaş muhabiri İngiliz gazeteci George Lowther Steer, Vietnam savaşını aktaran Seymour Myron Hersh de örnek gösterilebilir.
Röportajlar anlatım biçimlerine göreyse, öyküleyici, betimleyici, açıklamalı ve tartışmacı olarak türlere ayrılmaktadır. Kısaca röportajlar, okuyucuyu ortamla bütünleştiren, zaman ve mekânın içindeymiş gibi hissetmesini sağlayan bir anlatım biçimiyle verilmektedir.
Bu türde eserlere Söyleşiler (Nurullah Ataç), Eşref Saat (Şevket Rado), Dilimiz Üstüne Konuşmalar (Melih Cevdet Anday), Muharrir Bu Ya (Ahmet Rasim) gibi yapıtları örnek verebiliriz. Röportaj yazısı yazarları arasında da Cenap Şahabettin, Attilâ İlhan ve Hasan Ali Yücel gibi isimler sayılabilir.
Nurullah Ataç, 1942-1945’te Cumhuriyet gazetesi ile 1945-1953’te Ulus gazetesinde yazdığı 90 yazıyı 1962’de Söyleşiler’de biraya getirmiştir. Ulus’ta yayımlanmış olanlarında bir varlıkla konuşur gibi sorular sorup kendi yanıtlayarak yazılarına bir röportaj havası vermiştir.
Çağdaş Röportaj Türkiye’de 1950 sonrası gelişmiştir. Yaşar Kemal Türkiye’de çağdaş röportajın kurucusu olarak kabul edilmektedir. Yaşar Kemal’in Bir Bulut Kaynıyor (1974) adlı röportaj kitabında Çetin Altan, Abidin Dino ve Sait Faik yer almışlardı. Gazetede yayımlanan röportajlarıyla Fikret Otyam ve Orhan Kemal gibi yazarları etkilemiştir.
Yaşar Kemal ve Fikret Otyam’ın röportaj yazılarında Anadolu’daki toplumsal sorunlar gözlemlere dayanıp irdelenerek edebi bir dille aktarılmıştır. Yaşar Kemal’in röportaj yazıları Bu Diyar Baştan Başa adıyla yayımlanmıştır. Yaşar Kemal, röportajı Binbir Çiçekli Bahçe (2009) adlı kitapta “haberin varamadığı yere yere varandır” şeklinde ifade ederek şöyle diyordu:
“Ben Vietnam savaşını ne haberlerden, ne de bilimsel araştırmalardan öğrenebildim, daha da ileri gidersem televizyon filmlerinden de öğrenmedim; ancak Vietnam savaşı üstüne birkaç röportaj okuyuncadır ki bu korkunç savaşın dehşetine varabildim.” (s. 115)
1960’lardan sonra önemli röportaj örneklerini verenler arasında, Halit Çapın, Yılmaz Çetiner, Nail Güreli, Cengiz Tuncer, Mete Akyol, Necmi onur, Kerim Korcan, Mustafa Ekmekçi, Dursun Akçam, Erol Toy gibi isimler sayılabilir
1955’te Çukurova Yan Yana ila Yaşar Kemal, 1959’da Ha Bu Diyar ile Fikret Otyam ve 1964’te İç Göç ile Tahir Kutsi Makal çağdaş röportaj türündeki ilk kitap örneklerini verdi. Fakir Baykurt, 1980
sonrasında kaleme aldığı öykülerde yurtdışında yaşayan işçilerin sorunlarını öykülerde geçen insanların anlatımlarından yararlanarak röportaj-hikâye üslubuyla kaleme almıştır.
Ancak günümüzde sanat ve edebiyatla haşir neşir olmayan, kitap okunmayan bir ortamın doğal sonucu olarak da araştırma, inceleme ve soruşturmalara dayanan bilgi, birikim ve emek gerektiren bir yazın türü olan röportaj yazıları gazetelerde eskisi kadar yer bulamamaktadır.
Röportaj yazınının sürdürülmesi “röportaj bal gibi edebiyattır” diyen Yaşar Kemal gibi ustaların açtığı yolda çaba göstererek ilerleyebilecek toplumsal sorunlara da daha duyarlıklı ve toplumsal olaylara derinliğine inebilecek gazeteci ile yazarların ilgi göstermesiyle mümkün olacaktır.
3
Edebi Söyleşilerinden Örnekler, Görüşler…
Çağının sorunlarını biliyorsan sanatçısın, değilsen ne ozan ne sanatçı ne de insansın.
(Tahsin Saraç)
Sınıflarını edebiyat derslerinin kazandırdığı itibarla geçtiğini söyler Yakup Kadri Karaosmanoğlu. (Dünkü ve Bugünkü Edebiyatçılarımız Konuşuyor, Varlık Yayınları, 1976, s. 9)
Her şey edebiyatı sevmekle başlar diyor Ahmet Hamdi Tanpınar ve ekliyor “Gençlere verecek tek nasihatim, bir jurnal (günlük) tutmalarıdır. İnsan her şeyi kendinden, hayatından çıkarır.” (s .53)
“Dışarıya kapalı bir dille yazıyoruz (…) Bizim en büyük sorunumuz kendimizi beğenmememiz, okumamamız. (… ) Gençler iki büyük madeni buldular: Halkın Dili ve Halkın Kendisi. “ (Ahmet Hamdi Tanpınar)
Toplumun yarınına karıncalar gibi çöp taşımakla mutluyum.” (s. 89) diyor Fazıl Hüsnü Dağlarca ve ekliyor “Dile, toplum sorunlarına bütün eli kalem tutanların eğilmelerini isterdim. “(s. 91)
“Politika dışı kalmak, Fransızca deyimiyle apolitik bir varlık olmak insanın elinde değildir. Bu bakımdan her yazar her ozan gibi, geniş anlamda ben de politikanın içindeyim. “ (Oktay Rifat)
“Ozanın dili, kişiliği demektir.” (Melih Cevdet Anday) “Her yeni şiir derinlerdeki içgüdülerin, tutkuların yeni biçimlerde verilişidir.”(s. 121) diyor Behçet Necatigil ve ekliyor “Önemli olan şairler değil, şiirler.” (s. 125)
“Soyut devimsiz olandır. Evrense baş döndürücü bir devim içinde. Her şey geçip gidiyor.” (Orhan Hançerlioğlu) “Her sanat, alıcısını da elbette kendisi yetiştirir.”(s. 142) diyor Cahit Külebi ve ekliyor “Doğuda, hele bizde ozanlar her zaman boldur. Sıkıntılarını şiirle anlatmak isteyenlerin sayısı azaldıkça; buna karşılık, şiiri yazmadan da sevenlerin sayısı arttıkça, o ölçü kadar bizde kendimizi Batılılaşma yolunda ilerlemiş sayabiliriz. Elbette ki bu durum kendiliğinden gerçekleşemez. Her alanda olduğu gibi, işin temeli eğitim düzeyimizin yükselmesine bağlıdır.” (s. 143)
“Şiir edebiyatın özüdür. Benim için nerde bir roman, öykü, oyun ya da deneme varsa orda bir şiir sorunu da vardır.” (s. 155) diyor Sabahattin Kudret Aksal) ve ekliyor “Yaygındır şiir, vardığı sonuç yönünden yaygındır. “ (s. 156) “Batının üç dört yüzyılda yaşadığı bir şiir serüvenini biz bir yüzyıldan daha kısa bir süre içinde yaşayıvermişizdir. Geliştirmeden, iyice içimize sindirmeden yaşamış, tüketmeden bırakıvermişizdir.“ (Sabahattin Kudret Aksal) Şiddet ve acıklı karakterlerin kesin hatlarla çizilmiş olduğu konuların kötü edebiyat denilen şeye dâhil olduğunu ifade eden Oktay Akbal, “Öyle sanırım ki, en büyük sanatçılar bile hayatları boyunca en başarılı eserlerini veremediklerinden şikâyet edip durmuşlardır.” (s. 175) diyor.
“Kemal Tahir Bey Batı’dan kültür emperyalizmi olarak üstümüze çöken üstyapı kopyacılığına karşı direkt olarak halkla bağlantılı olmayı, Selçuklu olsun, Osmanlı olsun, hepsini batıdan gelene yeğlemeyi öneriyor. Ben, geçmişten elimizde kalanı değerlendirmek konusunda onlara katılıyorum ama ulusal ve yeni bileşimi yapmak için bu malzemenin yeterli olduğuna inanmıyorum.” (s. 194) diyen Attila İlhan, batıdan alacağımız pozitif kafanın elimizdeki ulusal malzemeyi değerlendirme olanağı sağlayacağına inandığını belirtiyor.
Dili hep araç bilip özene bezene kullanmayı yeğleyenlerden olduğunu belirten Metin Eloğlu, “Her ‘gerçek’ etkiler kişiyi; bu etkilenişler yeni bir ‘gerçek’e dönüşürken de en doğru çizgisini kendi çizer.” (s. 212) diyor ve ekliyor “Ozan şiirle savaşamaz; tüm boğuşmaları kendisiyle, gerçek Ben’iyledir. Dil’i zorluyorsa, imgeleri şımartıyorsa, ses tellerini dikenliyorsa, o kavganın buyruğuyla oluyor bu; ‘Şairâne işgüzarlık’tan değil...” (s. 215) “Şiirin hammaddesi sözcüklerdir. Bununla birlikte, çoğu öznel durum ve deneyleri anlatmakta dil epeyce yoksuldur.” (s. 219) diyen Osman Türkay, “Bu dil yoksulluğu içinde şiir, gene de sözcüklerin anlatamayacağı bir evren kurar, tıpkı müzik gibi.” (s. 220) diye de ekliyor.
Türkay’ın açıklamasına göre duygu ve aklın birlikteliğini en uygun ifade eden biçim, şiir...
Şairin işinin soyutu somutlamak olduğunu belirten Edip Cansever, “kısaca, şiirsel sözün yaşamdaki yerini bulmasını sağlamak” (s. 228) diye ekliyor.
“Çağındaki sorunların bilincindeysen çağının sanatçısısın, yok eğer, insanlık onurunun kurtarılması savaşında gencecikler başak gibi biçilirken, sen şiirinde ince dizersen, çağ dışı kalmışsın demektir; dolayısıyla ne ozan, ne sanatçı, ne de insansın.” diyor Tahsin Saraç (s.242)
Özdemir Asaf 1978 yılında yayımladığı Yalnızlık Paylaşılmaz’daki şiirlerinde yalnızlık teması işler. Şiirle özdeyişin yine iç içe olduğu görülür. Ne var ki, artık özdeyiş şiirdeki öz duygu ile bütünleşmiştir. Şair, kitaba “Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur” diye başlamaktadır. “Şiirin karşısında çaresiz ve zavallı bir düşkündür şair; bir cüzzamlı!.. Şairin belleğindeki yara bir türlü kabuk bağlamaz, zamanın irini sızar durur yüzlerine” diyor Osman Hakan A. (Şiir Hangi Sözcüklerle Yazılmalı ki, Halil Korkmaz, Yön Yayıncılık, 1993, s.12)
Osman Hakan A., “Tarih ve toplumun özüne yerleştirdiği şiiri, bir “Bayram” ve “Mutlak zamanın tortusu” olarak adlandırır Octavia Paz.”diyor. Hippocrates’in şu sözünü de anımsatıyor, “Sanat sonsuz, hayat kısa”dır. (s. 10)
Şairlerin yazmadıkları şiiri aradığını belirtir Sunay Akın. “Çünkü şairin en güzel şiiri henüz yazmamış olduğu şiiridir!” (s. 14)
İlk Nobel - Ödüllü Meksikalı, evrensel şair-düşünür-romancı Octavia Paz’ın dediklerini anımsatan Sunay Akın da, “Octavio Paz, tek bir şiirin varlığından sözedilemeyeceğini, her şairin yazdığı ayrı ayrı şiirlerin olduğunu söyler.” (s. 14) diyerek, ayrı ayrı şiirlerin tek bir şiirden daha önemli olduğuna dikkat çekiyor.
Ve “12 Eylül sonrasında kitap okuyan insanlar topluma yazı dışı insanlar tarafından ‘yasa dışı’ olarak tanıtılmadı mı?” (s. 14) diye soruyordu Akın.
Şairler bize lâzım ve onlar genç ölmemeliydi; 12 Eylül’ün yasadışı ilan ettiklerini aramıyor mu insanlık şimdi?
Mutlu bir aşk mı düşlediğin Açıkmavi bir mutluluk mu?
diye soruyor şair Hüseyin Alemdar bir şiirinde. (s. 20)
Ve herşeye
Yetişme duygusu. (Ataol Behramoğlu)
dizesi için “Yine bizim kuşağı ve sonrakilere özetler” diyen Ataol Behramoğlu, “Ne Yağmur… Ne Şiirler…” adlı şiirindeki “Hayatımızın kanadığını görmüyor musun” dizesi için de, “60’lı yılların militan gençliğine ve bir sonrakilere ağıt.” (s. 33) diyor ve ekliyor: “Kanımızla Yazılmıştır Hayatın destanı.”
“Şiir umuttur.” diyor Nevzat Çelik, “Belleksiz insan yenilir! Şiir de!” (s. 51-s. 53)
Susmak
İlk şiir
Şiir-
İkinci ağlayıştır. (Kubilay Köseoğlu)
Kubilay Köseoğlu “Aşk, gizlerimizin, bir başkasının gizleriyle gizlice buluşmasıdır.” (s.92) diyor belki de Jean Paul Sartre’ye öykünerek . Sartre, Bulantı adlı romanda, “Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkûmdur.” der. “İki fırtınanın tam ortasındaki uçurumda doğuyor şiir.” (s.92) diyerek ekliyor Köseoğlu:
“Bilgeler, peygamberler, filozoflar, şairler, bilginler…
“Önceden gören sonraya kalan insanlar…
“Kartal görkemiyle yalnız gökyüzünde, kanatları güneşe dokunsa da.” (s. 95)
Ya şiir, neyi değiştirir, bilincin
Andacı olmazsa bize. (Mustafa Köz)
Marks’ın “Yaşamımızı belirleyen, bilincimiz değil; bilincimizi belirleyen, yaşamın kendisidir” sözünü anımsatan Mustafa Köz, ““Şiir, yaşamın orijinidir. Tek sözcük bile yaşanana denk düşer çoğu zaman.” diyor. (s. 99)
Şiir eylemin önünde gider ama duyarlılıklarımızı bilince dönüştürmek gerekir diyor şair Mustafa Köz ve ekliyor: “Bilince dönüşmeyen sayıklamalar, mırıldanmalar ise şiir değil, ‘karınca duası’dır”. (s. 99) Şiirlerinde hep sevda, umut ve arkadaşlığı aradığını belirten Cahit Külebi sevmekten ve yoksunluktan yana şiir yazmasını şiirinin karakteristiğine bağlar.
“Şiir kahve içmez, cinayet işler. “ (Özkan Mert)
“Çünkü şiir dünyaya bir sataşmadır.” diyor Özkan Mert. (s. 108) “Evet bir çağsonu estetiğiyle kirli sularda yüzüyoruz. Her şey geçti… Dostluk, aşk, gelecek, tatlı sohbetler…” diyen Lale Müldür “aşkın nasıl bir şey olduğunu” anımsamamızı da istiyor. (s. 110) “Şairin eylemi zaman-dışı’dır. Her şair sadece bulunduğu an’a ait değil, bununla beraber, geçmişe ve geleceğe aittir.” (Hasan Öztoprak)
Her şiirin sonunda bir çığlıktır beklenen (Sennur Sezer)
Sennur Sezer, “Ne kaldı sizden, insanlardan, aşktan, şiirden… Arıyorum. Sesinizi duyamıyorum. Afişler, reklamlar, sağır bir duvarlar dizisi örtüyor. Şiirin üstünü de. Bu yüzden şiiri kazıyorum, biriktiriyorum. Arındırmaya çalışıyorum. Üstündeki küften, boş sözlerden özentiden.” diyor (s. 129) ve ekliyor:
“Bir senaryoyu yaşıyor gibiyiz: Üret, tüket, üret… Suratını değiştir, elbiseni, papucunu, yürümeni. Ama yaşaman aynı kalsın. Gök daralsın. Soluğunu tut. Modası geçti insan olmanın. Ekrana bak. Televizyonun ekranına. Bilgisayarın ekranına. Yanıt orada. Çözüm orada. İnsan yüzü yok. Yasak. “Ben aşkı düşünüyorum. İnsanı vareden olguyu. Tırnaklarımla kazıyarak çevremizi saran karanlığı. Yaşasın diye bir sap papatya, bir kök karanfil, bir çocuk sesi. Soruyorum, ne kaldı geriye bunca yaşanandan?” (Sennur Sezer)
“Şiir çaredir, çaresizlik gibi de yaşanır.” (Afşar Timuçin)
“Çokları aşk diye yalanı yaşadı. Oysa bizim her tutkumuzda yer yerinden oynardı.” (s. 133) diyen Afşar Timuçin, “İnsan tek başına hiçtir. İnsan bir başkasıyla bir olduğu, başkalarıyla yanyana geldiği ölçüde insandır” diye de ekliyor. (s. 134) “Devlerle cüceler aynı şeydir. Önemli olan insan boyutlarında olmak. Gerçek düşünce ve gerçek sanat insan boyutlarındadır. Duyguları, düşünceleri, çabayı, amacı bölüşebildiğimiz ölçüde insanız. İnsan bölüştükçe insanlaşır, kendinden verdikçe. “ (Afşar Timuçin)
“Şair, dünyadan hiçbir şey beklemeden dünyayı sonuna kadar yaşayabilen böylece de sonuna kadar ölebilen kişidir.” diyor Mehmet Yaşın. (s. 140)
Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmed Arif’in hayattayken yayımlanan tek şiir kitabıdır. Ahmed Arif bu yapıtıyla toplumcu-gerçekçi şiirimizde büyük bir iz bırakmış, edebiyatımızın unutulmaz şairleri arasına girmeyi başarmıştı. 1968’de ilk baskısını Bilgi Yayınevi’nin yaptığı kitap farklı yayınevleri tarafından da defalarca basıldı.
Belinde Diyarbekir kuşağı Zulasında kimbilir hangi hınç, hangi mısra Yürür namus bildiği yolda... Yürür yine de yalınayak ve ayakları yanarak. (Ahmed Arif)
Ahmed Arif, “Ben şiirleri bekletirim. Mesela şimdi 20 yıldır hiç dokunamadığım şiir var. Öyle kalsın. Damıtılsın. Bir yere takılmışımdır. Oraya layık, oraya yakışan bir bölüm buluncaya kadar beklesin. Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın. Ben buna çok saygı duyarım.” (Ahmed Arif Anlatıyor Kalbim Dinamit Kuyusu, Refik Durbaş, Piya Kitaplığı, 1997, s. 23) “Otuzüç Kurşun”u bir ağıt olarak yazdım. Bugün de öyle düşünüyorum. Klasik ağıt. Bizim Türkçemizde sözlü ağıtlar var ya, şivan. Öyle kaleme aldım. Yayımlayacağım filan hiçbir zaman aklıma gelmedi.” (s. 27)
“Madem öyle, kitabımın adı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ olsun dedim.
“Kimin hasretiyle’ diyorlar. (… ) Tabii sevgili de var bunun içinde. (…) Ama bunun yanında bizim halkımızın mutluluğu, gelecek bakımından güvenli bir hayata kavuşmasının hasreti de olacaktır.“ (s. 73)
İki yaprak arasında kıyılmış Bir parçası var kalbimin İncecik, ak kağıtlara sarılır, Dar vakit yanar da verir kendini, Dostun susan dudağına… (Ahmed Arif)
“Önce şiir vardı. Her şey şiirden doğdu… Bu dünya şiirsiz yaratılmış olamaz. İnsanoğlu şiirle konuştu ilk kez. Şiir yazmak için yarattı ilk sözcükleri… Bu yüzden ozanlar bir çeşit evliya, ermiş, peygamber sayılmışlardır eski zamanlarda. Bugün bile gerçek ozanlar toplumların öncüsü sözcüsü, yol göstericisi oluyorsa bunu, şiirin evrensel diline, gücüne borçludurlar… Onlar insanlık ulusunun, bir gün er geç kurulacak o büyük, tek ulusun, tek toplumun öncüleridir.”(Önce Şiir Vardı, Oktay Akbal, Adam Yayıncılık, 1982, s. 7)
Şair ve çevirmen Erdoğan Alkan, Arthur Rimbaud'nun yaşamı, sanatı ve tüm şiirlerini incelediği Ateş Hırsızı (Broy Yayınları, 1993) adında bir biyografik kitap yayınlamıştı. Alkan, şiir akımlarını ve şiirin temel konularını ele aldığı önemli bir yapıta daha imza atar: Şiir Sanatı. Kitapta, Rimbaud’nun şair Paul Demeny’ye yazdığı mektuba da yer verir. Rimbaud, Demeny’ye şiir hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle ifade etmektedir:
“Bilici olmak, görülmezi gören olmak gerekir diyorum. Tüm duyuları uzun süre, sonsuzca ve bilinçle bozup değiştirerek kendini bilici, görülmezi gören kılar ozan. Sevginin, acının, çılgınlığın bütün biçimlerini bozup değiştirmekle kendini bilici kılar; tüm ağuları kendi arar, onları kendinde tüketir ve
bunların ancak özünü alıkor. Dille anlatılmaz bir kıyınçtır ki bu, burada ozanın artık büyük bir inanca, tam insanüstü bir güce gereksinimi vardır, bu acıda ozan ayrıca herkes arasında büyük hasta, büyük cani, büyük lanetli olur, -ve de yüce Bilgin! ... Demek ozan gerçekten ateş hırsızıdır.” (Şiir Sanatı Erdoğan Alkan, Yön Yayıncılık, 1995, s. 154)
Derleyen: TAMER UYSAL