Bazı sessizlikler vardır…
Sadece kulaklarımızla değil, kalbimizin en derin yerinde yankılanır.
Birinin sesi artık duyulmadığında değil, yokluğu bizi en çok susturduğunda başlar gerçek sessizlik.
Kayıplar böyledir işte.
Bir gün biri gider.
Bazen arkasından çarpan bir kapı bile olmaz.
Ama odada, kalpte, hayatta bir eksik kalır.
Ve o eksiklik zamanla büyür.
Büyüdükçe sesleri yutar, neşeyi boğar, umudu inceltir.
İlk zamanlar her şey daha gürültülüdür aslında. Gözyaşları, anılar, kalabalık taziye sofraları, “başın sağ olsun”lar… Ama zaman geçtikçe herkes unutur. Herkes devam eder.
Bir tek sen kalırsın o sessizliğin içinde.
Ve kaybettiğin kişiyle aranda, yalnızca senin duyabildiğin bir sessizlik konuşur.
İnsan birini kaybettiğinde, yalnızca onu değil; onunla birlikte olan bir yanını da kaybeder aslında.
Onunla güldüğün halini…
Onunla ağladığın cesareti…
Onunla sustuğun huzuru…
Bu yüzden bazı eksiklikler tamamlanmaz.
Çünkü o boşluklar, sevdiğimizin şekliyle doludur.
Ve o şekli kimse dolduramaz.
Ama yine de yaşamak zorundayız.
Sessizlikle dost olmayı öğrenerek…
Bir fotoğrafa bakıp içimizdeki sıcaklığı koruyarak…
Gözümüz dolsa da gülümsemeyi sürdürerek…
Çünkü kaybetmek sadece bir vedalaşma değildir.
Bazen sonsuza kadar içinde taşımaktır.
Adını anmadan, ama unutmadan…
Görmeden, ama hep yanında hissederek…
Sessizlik kalır.
Ama o sessizlik zamanla bir ağıt olmaktan çıkar.
Bir hatıraya dönüşür.
Ve hatıralar…
Yüreğimizin en derininde yaşamaya devam eder.