Çanakkale Haber

Turgut ÖZKUL
Köşe Yazarı
Turgut ÖZKUL
 

DİYANETİN GÜNAHI

DİYANETİN GÜNAHI Diyanet; din kurallarına tam uyma, bağlı olma durumu diye açıklanabilir. Öyleyse Diyanet İşleri Başkanlığı önce kendisi din kurallarına tam uymalı ki halk huzurunda bir saygınlığı olsun. İnsanlara yol gösterebilsin. Dinin kurallarının doğru uygulanmasında güvenilir bir kurum olarak toplum içinde yerini alabilsin. Ne yazık ki kurulduğu günden bu yana tartışmaların içinde bulunan bu kurum son yıllarda takındığı tavır ile dini kuralların toplumda daha iyi anlaşılması ve uygulanması ile vicdanları rahatlatması gerekirken, aksine güya dini etiketli siyasi kişiliklerin yapmış oldukları hataları kapatma, görmezden gelme, bahane bulma, açığını kapatma görevlerini üstlenerek hem kendisi hem de yöneticileri tartışmalara neden olmuş hem de toplumda ayrışmalara ve kamplaşmalara yol açarak birleştirici olma özelliğini kaybetmiş, diğer kurumlar gibi tamamen iktidarın emrine girmiş, din kurallarından daha çok siyasetin kurallarına bağlı bir görünüşe bürünmüştür. Yani din kurallarına bağlı olması gereken diyanet kurumu, yöneticilerinin siyasi gücün yanında yer alan tutumları ile daha çok siyaset kurallarına bağlanmıştır! Nasıl mı? Yandaş sendikalar ile kurum çalışanları arasına ayrımcılık sokulmuş, çıkar çatışması ile çalışma düzeni ve ahlakı zedelenmiştir. Atamalarda mesleki yeterliliğe ve yeteneğe bakılmamış bizdensin ya da onlardansın baskısı ile çalışma barışı ve adalet anlayışı bozulmuştur. Adalet anlayışının değil de iktidarın gücünün Demokles’in kılıcı gibi yöneticilerin ve çalışanların üzerinde sallanması, yöneticilerin ve çalışanların kendi iradelerini kullanmalarını engellemiş, ‘’Efendim acaba ne tepki gösterir?’’ korkusu, yandaşlık psikolojisi ile birleşince, vicdani kararlar alınırken dini kuralları öne çıkararak Allah’a hesap vermekten çok kula hesap verme ikiyüzlülüğü geçerli hal almıştır. Günah, işte tam da burada işlenmiştir. Bizlere yıllarca hutbelerden ‘’Allah’tan korkun’’ diye seslenenlerin kendileri ‘’Allah korkusu’’nu unutmuş. İktidar korkusunu benliklerine mıhlamışlardır. Görünüşte dini hayat yaşadıklarını sözleri ve giyinişleri ile hemen her an gözümüze sokanlar, davranışlarında düşük hayatları mesken tutmuşlardır. Lüksü, gösterişi ve ikiyüzlülüğü; sadeliğe, alçak gönüllülüğe ve dürüstlüğe tercih etmişlerdir. Ülkemizi ziyarete gelen Papa bile basit ucuz bir otomobili (algı operasyonu da olsa) kullanırken, Diyanetin başkanının Mercedes ve jakuzi merakını ne ile açıklarsınız? Öyle olmasaydı eğer; hutbeye her çıktıklarında ‘’Peygamberimiz dünya malına değer vermezdi. İki hurma ile karnını doyururdu. Ömrü boyunca bir kere bile olsun karnını tıka basa doyurmadı. Bir odalı evde yaşardı. Hasır üzerinde yatardı da hasırın izleri mübarek vücuduna iz yapardı. Eski bir hırkası vardı.’’ dedikten sonra dünya malı için iktidarın yanlışlarının peşine düşerler (onları eleştirmelerini geçtik) savunmak için bahaneler uydururlar mıydı hiç? Öyle olmasaydı eğer; gezi olayları sırasında Valide Sultan Cami’sine sığınan göstericilere yöneltilen ‘’Camide içki içtiler’’ yalanının peşine düşer, başkanı televizyonlara çıkar, ‘’görüntüleri var Cuma günü açıklayacağız’’ deyip kaç Cuma geçtiği halde yalanın meşrulaştırılması için yalan söyler, ‘’Allah korkusu’’ndan doğru söyleyen müezzinin görev yerini değiştirir, sürerler miydi hiç? Öyle olmasaydı eğer; vakıf yurtlarında ve cemaat evlerinde dini söylemler kullanılarak çocuklara zulümler, tacizler, tecavüzler yapılırken; toplumda sapık davranışlar büyük yer alırken, ‘’Siz ne yapıyorsunuz? Lut kavminin başına gelenleri ne çabuk unuttunuz? Bakın Allah kitabında ne diyor?’’ diyerek Allah’ın Evi diye nitelendirilen camilerde Müslümanlara seslenmez miydi? Hiç duydunuz mu diyanetin vaizleri ve imamları tarafından seslendirilen böyle biz vaaz? Onlar Allah’ın sözlerini bile kendi evinde yasakladılar. Siyasi iktidarın gündemine helal getirecek her dini söylemin üzerini örttüler. Siyasetin camilerin içlerine kadar sokulmasına göz yumdular, zemin hazırladılar. Camilerin içlerinde siyasilerin propaganda yapmalarına izin verdiler. Hatta kendileri yaptılar. Biz eleştiri getirip ‘’Neden bu davranışlarda bulunuyorsunuz? Doğrusu bu değil mi? Neden gerçekleri konuşmuyorsunuz?’’ dediğimizde artık kaçacak yol bulamayıp ‘’Ben bunları konuşursam görevimden olurum. Çocuklarım var üniversitede okuyan. Sonra ne yaparım?’’ gibi bahanelere sığınıp bol keseden konuşup bize vaaz verirken ‘’Rızkı Allah verir’’ diyenler, kendilerinin verdikleri bu vaazları unutup, dinin emrini söylediklerinde rızıklarından olacaklarının hesaplarını yaptılar. Tabi ki onlar nefislerinin esiri olmuşlardı. Herkesin Bilal-i Habeşi ya da Hz. İbrahim olacak imanı yoktu ki… Din denilince akıllarına hemen Allah’la kul arasındaki olan kadın, içki, kumar, oruç, namaz gibi davranışları sorgulamak geldi de; ‘’kul hakkı ile karşıma gelmeyin’’ diye emreden Allah’ın kul ile kul arasında olan yolsuzluk, hırsızlık, tecavüz, can alma, adaletsizlik, sömürü, devlet malına el koymak, meşru olmayan yollarla servet sahibi olmak, ihanet etmek gibi toplumu içten içe çürüten büyük günahları sorgulamak gelmedi. En büyük günahına ise 15 Temmuz darbe girişimi teşebbüsünden sonra başkanının ağzından şahit olduk; "FETÖ açık bir din istismarcısı ve gayri ahlaki bir sır hareketidir. FETÖ'nün sahte bir mehdi hareketidir." açıklamasını yapan Görmez, çok doğru olan bu cümleyi acaba daha önce göremediğinden mi söyle(ye)memişti? Yine FETÖ Cemaatinin yıllar önce uygulamaya başladığı uyduruk Kutlu Doğum Haftası uygulamasına sahip çıkarak yıllarca birlikte kutlamaları, Diyanet İşleri Başkanlığının bilgisizliğinden ve gerçeği görmemezliğinden mi kaynaklanmaktaydı yoksa siyasi iktidar bu cemaate yakın duruyor diye durumdan vazife çıkarıp sessiz kalması ile mi ilgiliydi acaba dersiniz? Diyanetin kendi araştırmasına göre Türkiye’nin %92’sinin Kuran-ı Kerim’in Türkçesini eline alıp hiç okumadığını düşünürsek; Müslümanları aydınlatmak ve yeni tuzaklara düşülmemesi için diğer cemaatler hakkında toplumu yeterince bilgilendiriyor mu dersiniz? Örneğin kedicikli tarikatın söylemleri ve eylemlerinin İslam Dini’ne ne kadar uygun olup olmadığı ile ilgili bir uyarısını ya da eleştirisini işittiniz mi? ‘’Alnı secdeye gelenlerin’’ ihanetini bir daha yaşamamak, tuzağa düşmemek için Diyanet yeterince çalışıyor mu dersiniz? Devletin kurumları doğru yönetilmezse eğer işte böyle boşluklar ortaya çıkar. O boşlukları zararlı ve hain örgütler ele geçirir. Hatta onları kötü amaçları uğrunda kullanır ve sonuçta da devlet ve millet zarar görür. Devlet ve millet olarak uyanık durmak zorundayız. Ne demişti komutan: ‘’UYURSAN ÖLÜRSÜN’’!.. Biz de ekleyelim: ‘’KANDIRILIRSAN ÖLÜRSÜN’’!..
Ekleme Tarihi: 31 Ocak 2017 - Salı
Turgut ÖZKUL

DİYANETİN GÜNAHI

DİYANETİN GÜNAHI Diyanet; din kurallarına tam uyma, bağlı olma durumu diye açıklanabilir. Öyleyse Diyanet İşleri Başkanlığı önce kendisi din kurallarına tam uymalı ki halk huzurunda bir saygınlığı olsun. İnsanlara yol gösterebilsin. Dinin kurallarının doğru uygulanmasında güvenilir bir kurum olarak toplum içinde yerini alabilsin. Ne yazık ki kurulduğu günden bu yana tartışmaların içinde bulunan bu kurum son yıllarda takındığı tavır ile dini kuralların toplumda daha iyi anlaşılması ve uygulanması ile vicdanları rahatlatması gerekirken, aksine güya dini etiketli siyasi kişiliklerin yapmış oldukları hataları kapatma, görmezden gelme, bahane bulma, açığını kapatma görevlerini üstlenerek hem kendisi hem de yöneticileri tartışmalara neden olmuş hem de toplumda ayrışmalara ve kamplaşmalara yol açarak birleştirici olma özelliğini kaybetmiş, diğer kurumlar gibi tamamen iktidarın emrine girmiş, din kurallarından daha çok siyasetin kurallarına bağlı bir görünüşe bürünmüştür. Yani din kurallarına bağlı olması gereken diyanet kurumu, yöneticilerinin siyasi gücün yanında yer alan tutumları ile daha çok siyaset kurallarına bağlanmıştır! Nasıl mı? Yandaş sendikalar ile kurum çalışanları arasına ayrımcılık sokulmuş, çıkar çatışması ile çalışma düzeni ve ahlakı zedelenmiştir. Atamalarda mesleki yeterliliğe ve yeteneğe bakılmamış bizdensin ya da onlardansın baskısı ile çalışma barışı ve adalet anlayışı bozulmuştur. Adalet anlayışının değil de iktidarın gücünün Demokles’in kılıcı gibi yöneticilerin ve çalışanların üzerinde sallanması, yöneticilerin ve çalışanların kendi iradelerini kullanmalarını engellemiş, ‘’Efendim acaba ne tepki gösterir?’’ korkusu, yandaşlık psikolojisi ile birleşince, vicdani kararlar alınırken dini kuralları öne çıkararak Allah’a hesap vermekten çok kula hesap verme ikiyüzlülüğü geçerli hal almıştır. Günah, işte tam da burada işlenmiştir. Bizlere yıllarca hutbelerden ‘’Allah’tan korkun’’ diye seslenenlerin kendileri ‘’Allah korkusu’’nu unutmuş. İktidar korkusunu benliklerine mıhlamışlardır. Görünüşte dini hayat yaşadıklarını sözleri ve giyinişleri ile hemen her an gözümüze sokanlar, davranışlarında düşük hayatları mesken tutmuşlardır. Lüksü, gösterişi ve ikiyüzlülüğü; sadeliğe, alçak gönüllülüğe ve dürüstlüğe tercih etmişlerdir. Ülkemizi ziyarete gelen Papa bile basit ucuz bir otomobili (algı operasyonu da olsa) kullanırken, Diyanetin başkanının Mercedes ve jakuzi merakını ne ile açıklarsınız? Öyle olmasaydı eğer; hutbeye her çıktıklarında ‘’Peygamberimiz dünya malına değer vermezdi. İki hurma ile karnını doyururdu. Ömrü boyunca bir kere bile olsun karnını tıka basa doyurmadı. Bir odalı evde yaşardı. Hasır üzerinde yatardı da hasırın izleri mübarek vücuduna iz yapardı. Eski bir hırkası vardı.’’ dedikten sonra dünya malı için iktidarın yanlışlarının peşine düşerler (onları eleştirmelerini geçtik) savunmak için bahaneler uydururlar mıydı hiç? Öyle olmasaydı eğer; gezi olayları sırasında Valide Sultan Cami’sine sığınan göstericilere yöneltilen ‘’Camide içki içtiler’’ yalanının peşine düşer, başkanı televizyonlara çıkar, ‘’görüntüleri var Cuma günü açıklayacağız’’ deyip kaç Cuma geçtiği halde yalanın meşrulaştırılması için yalan söyler, ‘’Allah korkusu’’ndan doğru söyleyen müezzinin görev yerini değiştirir, sürerler miydi hiç? Öyle olmasaydı eğer; vakıf yurtlarında ve cemaat evlerinde dini söylemler kullanılarak çocuklara zulümler, tacizler, tecavüzler yapılırken; toplumda sapık davranışlar büyük yer alırken, ‘’Siz ne yapıyorsunuz? Lut kavminin başına gelenleri ne çabuk unuttunuz? Bakın Allah kitabında ne diyor?’’ diyerek Allah’ın Evi diye nitelendirilen camilerde Müslümanlara seslenmez miydi? Hiç duydunuz mu diyanetin vaizleri ve imamları tarafından seslendirilen böyle biz vaaz? Onlar Allah’ın sözlerini bile kendi evinde yasakladılar. Siyasi iktidarın gündemine helal getirecek her dini söylemin üzerini örttüler. Siyasetin camilerin içlerine kadar sokulmasına göz yumdular, zemin hazırladılar. Camilerin içlerinde siyasilerin propaganda yapmalarına izin verdiler. Hatta kendileri yaptılar. Biz eleştiri getirip ‘’Neden bu davranışlarda bulunuyorsunuz? Doğrusu bu değil mi? Neden gerçekleri konuşmuyorsunuz?’’ dediğimizde artık kaçacak yol bulamayıp ‘’Ben bunları konuşursam görevimden olurum. Çocuklarım var üniversitede okuyan. Sonra ne yaparım?’’ gibi bahanelere sığınıp bol keseden konuşup bize vaaz verirken ‘’Rızkı Allah verir’’ diyenler, kendilerinin verdikleri bu vaazları unutup, dinin emrini söylediklerinde rızıklarından olacaklarının hesaplarını yaptılar. Tabi ki onlar nefislerinin esiri olmuşlardı. Herkesin Bilal-i Habeşi ya da Hz. İbrahim olacak imanı yoktu ki… Din denilince akıllarına hemen Allah’la kul arasındaki olan kadın, içki, kumar, oruç, namaz gibi davranışları sorgulamak geldi de; ‘’kul hakkı ile karşıma gelmeyin’’ diye emreden Allah’ın kul ile kul arasında olan yolsuzluk, hırsızlık, tecavüz, can alma, adaletsizlik, sömürü, devlet malına el koymak, meşru olmayan yollarla servet sahibi olmak, ihanet etmek gibi toplumu içten içe çürüten büyük günahları sorgulamak gelmedi. En büyük günahına ise 15 Temmuz darbe girişimi teşebbüsünden sonra başkanının ağzından şahit olduk; "FETÖ açık bir din istismarcısı ve gayri ahlaki bir sır hareketidir. FETÖ'nün sahte bir mehdi hareketidir." açıklamasını yapan Görmez, çok doğru olan bu cümleyi acaba daha önce göremediğinden mi söyle(ye)memişti? Yine FETÖ Cemaatinin yıllar önce uygulamaya başladığı uyduruk Kutlu Doğum Haftası uygulamasına sahip çıkarak yıllarca birlikte kutlamaları, Diyanet İşleri Başkanlığının bilgisizliğinden ve gerçeği görmemezliğinden mi kaynaklanmaktaydı yoksa siyasi iktidar bu cemaate yakın duruyor diye durumdan vazife çıkarıp sessiz kalması ile mi ilgiliydi acaba dersiniz? Diyanetin kendi araştırmasına göre Türkiye’nin %92’sinin Kuran-ı Kerim’in Türkçesini eline alıp hiç okumadığını düşünürsek; Müslümanları aydınlatmak ve yeni tuzaklara düşülmemesi için diğer cemaatler hakkında toplumu yeterince bilgilendiriyor mu dersiniz? Örneğin kedicikli tarikatın söylemleri ve eylemlerinin İslam Dini’ne ne kadar uygun olup olmadığı ile ilgili bir uyarısını ya da eleştirisini işittiniz mi? ‘’Alnı secdeye gelenlerin’’ ihanetini bir daha yaşamamak, tuzağa düşmemek için Diyanet yeterince çalışıyor mu dersiniz? Devletin kurumları doğru yönetilmezse eğer işte böyle boşluklar ortaya çıkar. O boşlukları zararlı ve hain örgütler ele geçirir. Hatta onları kötü amaçları uğrunda kullanır ve sonuçta da devlet ve millet zarar görür. Devlet ve millet olarak uyanık durmak zorundayız. Ne demişti komutan: ‘’UYURSAN ÖLÜRSÜN’’!.. Biz de ekleyelim: ‘’KANDIRILIRSAN ÖLÜRSÜN’’!..
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve canakkaleninsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.