Gez dünyayı gör Konya’yı demişler. Benim de bir vesile ile Konya’ya yolum düştü. İşimizden arta kalan zamanda biraz dolaşalım dedik. Daha önce de geldiğimden Konya’nın içinde gezilebilecek yerleri gezmiştim. Mevlana müzesi, Alaattin tepesi gibi. Adını duyduğum ama gezemediğim Selçuklu ilçesine bağlı Sille köyünü ziyaret edeyim dedim. Sille köyü beş bin yıllık geçmişi, tarihi mekânları ve evleri ile gerçekten gezilebilecek çok da uzak olmayan ulaşımı kolay şirin yerlerden biriydi. Köyün etrafını çevreleyen tepelerdeki mağaralar, geçmişin yaşanmışlıklarını belgeleyen mezarlıkları geniş yer tutuyordu. Eski ve uzun bir tarih dilimine yayılan uygarlığın izlerini hemen hemen her insani kalıntının yüzeyinde okuyabilir, dokunabilirdiniz. Tarihi mezarlıkların baş taşları zamana inat ayakta sizi karşılıyordu. Hepsini gezip zaman yolculuğunda bulunduk, zevk aldık. Ama bir yere geldik ki üzüldük.
Memleketin garip durumunu yansıtıyordu. Yok olan değerlerimizden biri daha sahipsiz, öksüzdü. Bir tepeciğin üzerinde ağaç eski bir kapıyı açtık ve içeri girdik. Sonradan öğrendik. 350 yıllık eski bir Rum evi atölyeye dönüştürülmüş. Adeta bir mağarayı andırıyordu. Silleli çömlekçi Yaşar Usta karşımızdaydı. Yıllardır bu tarihi evden bozma atölyesinde testiler, saksılar, kupalar, bardaklar, fincanlar yapıyordu Yaşar Usta.
Biz içeri girdiğimizde çalışmıyordu. İki misafiri vardı. Herhalde komşularıydı. Hasta olduğunu, üşüttüğünü söyledi. Çalışmıyordu. Yüzünün solgunluğu hasta olduğunu doğruluyordu. Sadece ziyarete gelen bizim gibi bir iki ziyaretçiyi karşılamak ve onlara satış yapıp ekmeğini kazanmak için ayakta olduğunu anladık. Yılların yorgunluğu ve umutsuzluğu yüzüne yansımıştı. Sille’de son çömlekçi o artık. Uzatmaları oynuyor. Ondan sonra bu mesleği devam ettirecek birisi yok artık.
Yaşar Usta’yı fazla yormamak için bir şeyler alırken ayaküstü sohbet ettik:
- Senden sonra bu mesleği devam ettirecek birisi var mı, Yaşar Usta?
- Yok, dedi.
- Destek var mı?
- Yok be hocam, dedi acı acı. 30 yıldan sonra vergiden muaf tuttular. Hepsi bu.
- Peki devlet, üniversite sana destek oluyor mu? Diyorum.
- Yok, diyor. Üniversiteden geliyorlar. Toprak alıyorlar. Öğrencilere meslek ile ilgili bilgiler veriyorum. Ama ben bir destek göremiyorum, diyor.
Artık umutsuz ve yorgun Yaşar Usta. Belki ve yılgınlığı hayatını feda ettiği mesleğinin ondan sonra sona ereceğini düşünüyor olması. Üzmemek için daha fazla soru sormuyorum.
Düşünüyorum. Biraz da öfkeli. Düşünüyorum da; çok mu zor acaba Yaşar Usta’nın yanına bu zanaatı öğrenecek öğrenci göndermek. Ondan üniversitede eğitmen olarak faydalanmak. Hatta onun 350 yıllık atölyesini koruma kapsamına alıp daha işlevsel hale getirebilmek. Acaba ünvanlı efendilerimiz çamur olmaktan mı korkarlar? Klimalı odalarda siyasetin-siyasetçinin ağzının içine bakarak koltuk sahibi olanlar elbette ki üretime değil tüketime, var etmeye değil yok etmeye, var olanı da kemirmeye, sıfırlamaya; zamanlarını araştırmaya ve geliştirmeye değil efendilerini memnun etmeye ayırdıklarını çok iyi biliyoruz.
Tamam, da bu şahsi birikimlerinizi bütün güzellikler ortadan kalktıktan sonra nerede tüketeceksiniz? Yazık, ülkemizin kültürel değerlerinin yok olması aslında hepimizin yok olması demektir. Bunu bir türlü anlamadınız gitti.
Türk Milleti’ne ait her bir değer yok olduğunda biz yok oluyoruz. Yaşar Usta’nın hüzünlü hikâyesi, aslında ölmemek için direnen Türkiye’nin hikâyesidir!
Zanaatkâr Yaşar Usta aslında ölmemek, yok olmamak için direnen Türkiye’dir!
ZANAATIN, ZANATKÂRIN ÖLÜMÜ ASLINDA TÜRKİYE’NİN ÖLÜMÜDÜR!
Anasayfa
Yazarlar
Turgut ÖZKUL
Yazı Detayı
Bu yazı 1700+ kez okundu.
ZANAATIN, ZANAATKÂRIN ÖLÜMÜ TÜRKİYE’NİN ÖLÜMÜDÜR!
Gez dünyayı gör Konya’yı demişler. Benim de bir vesile ile Konya’ya yolum düştü. İşimizden arta kalan zamanda biraz dolaşalım dedik. Daha önce de geldiğimden Konya’nın içinde gezilebilecek yerleri gezmiştim. Mevlana müzesi, Alaattin tepesi gibi. Adını duyduğum ama gezemediğim Selçuklu ilçesine bağlı Sille köyünü ziyaret edeyim dedim. Sille köyü beş bin yıllık geçmişi, tarihi mekânları ve evleri ile gerçekten gezilebilecek çok da uzak olmayan ulaşımı kolay şirin yerlerden biriydi. Köyün etrafını çevreleyen tepelerdeki mağaralar, geçmişin yaşanmışlıklarını belgeleyen mezarlıkları geniş yer tutuyordu. Eski ve uzun bir tarih dilimine yayılan uygarlığın izlerini hemen hemen her insani kalıntının yüzeyinde okuyabilir, dokunabilirdiniz. Tarihi mezarlıkların baş taşları zamana inat ayakta sizi karşılıyordu. Hepsini gezip zaman yolculuğunda bulunduk, zevk aldık. Ama bir yere geldik ki üzüldük.
Memleketin garip durumunu yansıtıyordu. Yok olan değerlerimizden biri daha sahipsiz, öksüzdü. Bir tepeciğin üzerinde ağaç eski bir kapıyı açtık ve içeri girdik. Sonradan öğrendik. 350 yıllık eski bir Rum evi atölyeye dönüştürülmüş. Adeta bir mağarayı andırıyordu. Silleli çömlekçi Yaşar Usta karşımızdaydı. Yıllardır bu tarihi evden bozma atölyesinde testiler, saksılar, kupalar, bardaklar, fincanlar yapıyordu Yaşar Usta.
Biz içeri girdiğimizde çalışmıyordu. İki misafiri vardı. Herhalde komşularıydı. Hasta olduğunu, üşüttüğünü söyledi. Çalışmıyordu. Yüzünün solgunluğu hasta olduğunu doğruluyordu. Sadece ziyarete gelen bizim gibi bir iki ziyaretçiyi karşılamak ve onlara satış yapıp ekmeğini kazanmak için ayakta olduğunu anladık. Yılların yorgunluğu ve umutsuzluğu yüzüne yansımıştı. Sille’de son çömlekçi o artık. Uzatmaları oynuyor. Ondan sonra bu mesleği devam ettirecek birisi yok artık.
Yaşar Usta’yı fazla yormamak için bir şeyler alırken ayaküstü sohbet ettik:
- Senden sonra bu mesleği devam ettirecek birisi var mı, Yaşar Usta?
- Yok, dedi.
- Destek var mı?
- Yok be hocam, dedi acı acı. 30 yıldan sonra vergiden muaf tuttular. Hepsi bu.
- Peki devlet, üniversite sana destek oluyor mu? Diyorum.
- Yok, diyor. Üniversiteden geliyorlar. Toprak alıyorlar. Öğrencilere meslek ile ilgili bilgiler veriyorum. Ama ben bir destek göremiyorum, diyor.
Artık umutsuz ve yorgun Yaşar Usta. Belki ve yılgınlığı hayatını feda ettiği mesleğinin ondan sonra sona ereceğini düşünüyor olması. Üzmemek için daha fazla soru sormuyorum.
Düşünüyorum. Biraz da öfkeli. Düşünüyorum da; çok mu zor acaba Yaşar Usta’nın yanına bu zanaatı öğrenecek öğrenci göndermek. Ondan üniversitede eğitmen olarak faydalanmak. Hatta onun 350 yıllık atölyesini koruma kapsamına alıp daha işlevsel hale getirebilmek. Acaba ünvanlı efendilerimiz çamur olmaktan mı korkarlar? Klimalı odalarda siyasetin-siyasetçinin ağzının içine bakarak koltuk sahibi olanlar elbette ki üretime değil tüketime, var etmeye değil yok etmeye, var olanı da kemirmeye, sıfırlamaya; zamanlarını araştırmaya ve geliştirmeye değil efendilerini memnun etmeye ayırdıklarını çok iyi biliyoruz.
Tamam, da bu şahsi birikimlerinizi bütün güzellikler ortadan kalktıktan sonra nerede tüketeceksiniz? Yazık, ülkemizin kültürel değerlerinin yok olması aslında hepimizin yok olması demektir. Bunu bir türlü anlamadınız gitti.
Türk Milleti’ne ait her bir değer yok olduğunda biz yok oluyoruz. Yaşar Usta’nın hüzünlü hikâyesi, aslında ölmemek için direnen Türkiye’nin hikâyesidir!
Zanaatkâr Yaşar Usta aslında ölmemek, yok olmamak için direnen Türkiye’dir!
ZANAATIN, ZANATKÂRIN ÖLÜMÜ ASLINDA TÜRKİYE’NİN ÖLÜMÜDÜR!
Ekleme
Tarihi: 15 Mart 2017 - Çarşamba
ZANAATIN, ZANAATKÂRIN ÖLÜMÜ TÜRKİYE’NİN ÖLÜMÜDÜR!
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.